EN SON izlediğimiz filmler ve yorumları

  • Konuyu Başlatan Konuyu Başlatan Codex
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
yigitarslan,Bu film hakkında sayfa açılırda netten düşmez isem film hakkında bilgi verecegim... ::)
 
Özlem' Alıntı:
Mamma Mia

Mamma Mia!”, İsveçli müzik grubu ABBA’nın şarkılarını temel alan aynı adlı Broadway müzikalinin sinema film uyarlamasıdır. Filmin ismi de, grubun 1975 yılında müzik listelerinin zirvesine çıkan “Mamma Mia” adlı şarkısından alındı.

Phyllida Lloyd’un yönettiği ve Meryl Streep, Pierce Brosnan, Colin Firth ile Billy Nighy’nin başrolleri paylaştığı “Mamma Mia”, babasının kimliğini keşfetmeyi ümit eden genç bir kız olan Sophie Sheridan’ın öyküsünü anlatıyor.

Sophie Sheridan evlenme aşamasına gelmiş genç bir kızdır.Nikâhtan bir gün öncesinde annesi Donna’nın 20 yıl önce ziyaret ettiği Yunan adalarında yaşadığı geçmişinden üç erkek birden getirir.

Müzikle anlatılan filimleri pek sevememişimdir, müzikler güzeldi gerçektende ama filim biraz beni sıktı notum 10 üzerinden 5


bu filmi elime kaç defa alıp geri bırakdım nedense..Başrolde  Meryl Streep’in oynadığı için alayım dedim ama elime aldıgımda geri bıraktım(:
En son müzikal tadında Jon deep in bir son filmini izlemiştim...Müzikal filmlere bakış açım ondan sonra degişti..
İzler miyim bilmiyorum  ::)

 
Su Perisi' Alıntı:
1408 filmiin geçen sene izledim...
Samuel L. jackson için izlenir ama konusunda o akdar gerilmedim... ::)
Özlemcim,belki film yelpazem büyük oldugundan gerilim tarzı filmler içinde çok etkilemedi beni...
Verdigin nota degecek çok güzel filmler izledim,şu an aklıma gelen "ben efsaneyim" adlı film..
İzlemedi isen kesinlikle tavsiye ederim (:
Evet gerilim filmi olarak haklısın fazla germiyor her an biyerden bişey çıkacak diye bekledim durdum ama bişey çıkmadı beni ürküten. O beklenti duygusunu iyi vermişler. Bu aralar üst üste çok fazla sıkıcı film izlediğimden olsa gerek bu çok iyi geldi notum o yüzden o kadar yüksek oldu mutlaka daha iyileri vardırda.
Tavsiyenide dikkate alıcam :)
 
Zevkler ne renkler tartışılmaz...Benim gerilme tarzımla seninki farklılık gösterebilir (:
Dedigim gibi yelpaze geniş olunca,korku filmleri korkutup germekden çok güldürüyor beni (:Şöyle agzıma göre bir gerilik-korku olsada izlesem diye giriyorum sinemaya sonuç vahim..
Bu arada tam sana göre bir film geldi aklıma "doğmamış" filmini izlemeni tazsiye ederim...Ne zaman ne çıkacagı hiç belli olmuyor,gerildim ama korkutamadı beni yine(:
 
Eternity and A Day (Mia aiwniothta kai mia mera)
alexander kahramanın ismi, o bir şair. kansere yakalandığını öğreniyor ve çok az bir ömrü kaldığını. selanikte bütün ömrünü geçirdiği sahil kenarındaki evinden uzaklaşmaya ve başka bir yere gitmeye hazırlanıyor.işi yarım, ilişkileri yarım, hayatı yarım, eksik. dehşetle gözleri ardına kadar açık sokaklarda dolaşıyor. film, alexander’ın karısını, annesini ve eski günleri hatırladığı geri dönüşlerle geçirdiği son günü anlatıyor.

tesadüfen arnavutluk’tan kaçak gelmiş 10 yaşlarında bir sokak çocuğu ile karşılaşıyor; onunla birlikte geçiriyor bu son günü. çocuk yunanca bilmediğinden, bölük pörçük bir dille acılarını paylaşıyorlar birbirlerinin.o’na , italya’da doğmuş bir eski yunanlı şairden bahsediyor alexander. osmanlı-yunan savaşında annesini rüyasında gören ve onu adasına çağıran ve bu çağrı üzerine yoksulluk, açlık ve savaştan nasibini almış adasına dönen eski şairin hikayesini. bu şair tek kelime yunanca bilmiyor. bir yunanlı olmasına rağmen; kendi adasında olmasına rağmen; kendi insanlarının arasında olmasına rağmen onların dilini bilmiyor, konuşmalarını anlamıyor ve konuşamıyor. bir taraftan savaş sürüyor. herkes bir şeyler yapıyor,herkes özgürlük için elindekiyle avucundakiyle direniyor.

bir şair diyor....ne yapabilir ki? özgürlük şiiri yazmak geliyor aklına.içi kavruluyor. bu şiiri yazmalıyım; benim de katkım bu olmalı. ve kelime satın almaya başlıyor. kısa bir süre içinde adada, garip bir şairin kelimelere para verdiği yayılıveriyor. herkes gelip bir kelime satıyor şaire. hikaye bu işte.

filmin sonunda, alexander çoktan ölmüş karısına bir soru soruyor. bir deniz kıyısındalar, yağmur yağıyor ve dans ediyorlar. alexander hastaneye yatıp yatmamak arasında bir ikilem geçiriyor o son gününde: tedavi olmak veya olmamak. o sahile geldiğinde, karısını görür görmez kararını veriyor; yatmayacağım anna diyor, yanına geliyorum. bir gün ama anna diyor, bir gün ne kadar sürer? yo hayır....yarın.....yarın ne kadar sürer? anna cevap veriyor
sonsuzluk ve bir gün kadar.

muhteşem müziğiyle insanı duygusal eden repliklerini ezberlettiren bi filmdi ..
 
bloodelf' Alıntı:
Eternity and A Day (Mia aiwniothta kai mia mera)
alexander kahramanın ismi, o bir şair. kansere yakalandığını öğreniyor ve çok az bir ömrü kaldığını. selanikte bütün ömrünü geçirdiği sahil kenarındaki evinden uzaklaşmaya ve başka bir yere gitmeye hazırlanıyor.işi yarım, ilişkileri yarım, hayatı yarım, eksik. dehşetle gözleri ardına kadar açık sokaklarda dolaşıyor. film, alexander’ın karısını, annesini ve eski günleri hatırladığı geri dönüşlerle geçirdiği son günü anlatıyor.

tesadüfen arnavutluk’tan kaçak gelmiş 10 yaşlarında bir sokak çocuğu ile karşılaşıyor; onunla birlikte geçiriyor bu son günü. çocuk yunanca bilmediğinden, bölük pörçük bir dille acılarını paylaşıyorlar birbirlerinin.o’na , italya’da doğmuş bir eski yunanlı şairden bahsediyor alexander. osmanlı-yunan savaşında annesini rüyasında gören ve onu adasına çağıran ve bu çağrı üzerine yoksulluk, açlık ve savaştan nasibini almış adasına dönen eski şairin hikayesini. bu şair tek kelime yunanca bilmiyor. bir yunanlı olmasına rağmen; kendi adasında olmasına rağmen; kendi insanlarının arasında olmasına rağmen onların dilini bilmiyor, konuşmalarını anlamıyor ve konuşamıyor. bir taraftan savaş sürüyor. herkes bir şeyler yapıyor,herkes özgürlük için elindekiyle avucundakiyle direniyor.

bir şair diyor....ne yapabilir ki? özgürlük şiiri yazmak geliyor aklına.içi kavruluyor. bu şiiri yazmalıyım; benim de katkım bu olmalı. ve kelime satın almaya başlıyor. kısa bir süre içinde adada, garip bir şairin kelimelere para verdiği yayılıveriyor. herkes gelip bir kelime satıyor şaire. hikaye bu işte.

filmin sonunda, alexander çoktan ölmüş karısına bir soru soruyor. bir deniz kıyısındalar, yağmur yağıyor ve dans ediyorlar. alexander hastaneye yatıp yatmamak arasında bir ikilem geçiriyor o son gününde: tedavi olmak veya olmamak. o sahile geldiğinde, karısını görür görmez kararını veriyor; yatmayacağım anna diyor, yanına geliyorum. bir gün ama anna diyor, bir gün ne kadar sürer? yo hayır....yarın.....yarın ne kadar sürer? anna cevap veriyor
sonsuzluk ve bir gün kadar.

muhteşem müziğiyle insanı duygusal eden repliklerini ezberlettiren bi filmdi ..

Bende biraz baktım o filmde. Gerçekten güzeldi ama sonuna kadar izleyemedim uyumuşum. Aklımda kalan repliklerden biri ise,

"Bazen hayal etmek bilmekten iyidir."

Bu filmdeki bir sahnede adamın karşı daireden gelen piyano melodisinin adını biliyorsan da söyleyiver lütfen (:
 
Bir söz var,insanlar "uçurumun kenarına geldiginde insan degişiyormuş"...Hayatımızda keşke demeden önce yaşadıgımız anın kıymeytini bilebilsek..
Güzel bir filme benziyor,bende bir film izlemiştim "yeni bir yaşam" diye konu itibariyle benzeşiyor ama ordaki kansere yakalanan kişi kaçmakdansa son günlerinde yaşayamadıgı-yaşatamadıgı şeyleri sevdiklerine yaşatmaya çalışıyor hemde bunu hasta oldugunu belirtmeden..Tavsiye ederim çok güzel bir filmdi..
Ayrıca videodaki müzikde çok hoşmuş,ruhu dinlendirici,diger tarafa hazırlayıcı (:
 
JUMPER
film çok güzel ben çok beğendim tavsiye ederim...
Bilim-kurgu gerilimi, hayal edebildiği herhangi bir mekana kendini ışınlama yetisi olduğunu farketmiş bir adamın epik macerası ile yeni bir boyuta sıçrıyor. New York’dan Tokyo’ya, Roma harabelerinden Sahra Çölü’nün ortasına, istediği herhangi bir yere, herhangi bir zaman içinde anında sıçrama yapabilen David Rice, bu sıradışı özgürlüğünün aslında pek de limitsiz bir özgürlük olmadığını, bu güce sahip tek kişinin kendi olmadığını farkeder ve kendini olağanüstü türünün hayatta kalma savaşı içinde buluverir.
   
David Rice, birçoklarının hayatında sadece hayal edebildiği bir güçle büyümüştür. Uzay-zaman dokusu içindeki yırtıkları kullanarak, kendini zihninde canlandırabildiği herhangi bir yere anında nakledebilmektedir. Göz açıp kapayıncaya kadar gezegenin bir tarafından öbür tarafına gidebilir, bir gecede yirmi gün batımına tanık olabilir, Mısır’daki Spenks üzerinde kahvaltısını edip, Avustralya’ya sörf yapmaya, oradan Paris’e akşam yemeğine ve Tokyo’ya kahve içmeye gidebilir. Duvarların içinden geçebilir, kilitli banka kasalarına ve en gizli odalara girebilir. Şimdiye kadar, bu gücünü sadece geçmişindeki tatsız anılardan kaçmak, sınırsız zenginliğin ve vahşi özgürlüğün tadını çıkartmak için kullanmıştı. Limitlerden, sınırlardan, sonuçlardan habersizdi. Gerçek bağlantıları bilmiyordu. Şimdiye kadar…

Ne zaman ki David, kendisi gibi güçleri olan Griffin adındaki hırslı bir gezgin ile karşılaşır, varoluşunun sebepleri de ortaya çıkmaya başlar. Kendisi yalnız bir ucube değil, ‘Sıçrayanlar’ denilen uzun bir genetik anormallikler sülalesine aittir. Şimdi ise David, onu ve tüm Sıçrayanlar’ı ortadan kaldırmayı kendilerine amaç edinmiş kadim bir gizli organizasyon tarafından farkedilmiştir. Tüm gezegen çapında asırlardır süregelen görünmeyen bir savaşa kilit oyuncu olarak dahil olur.

 
En Son izlediğim film Recep İvedik 2 ilkine gitmemiştim buna bari bakayım dedim bukadar milleti gülmekten kırıp geçiren film nasıl diye.
Recep İvedik mizahın en alt seviyesinde hiçbir zeka kırıntısı olmayan zeka seviyesi ve kültür seviyesi en düşük insanın bile akıl edebileceği diyaloglarla dolu bir film(belkide bukadar sevilmesinin nedenide budur)
Sevmedim filmi bir film olarakda görmediğim için notda vermiyorum.
 
nil.dilek' Alıntı:
JUMPER
film çok güzel ben çok beğendim tavsiye ederim...
Bilim-kurgu gerilimi, hayal edebildiği herhangi bir mekana kendini ışınlama yetisi olduğunu farketmiş bir adamın epik macerası ile yeni bir boyuta sıçrıyor. New York’dan Tokyo’ya, Roma harabelerinden Sahra Çölü’nün ortasına, istediği herhangi bir yere, herhangi bir zaman içinde anında sıçrama yapabilen David Rice, bu sıradışı özgürlüğünün aslında pek de limitsiz bir özgürlük olmadığını, bu güce sahip tek kişinin kendi olmadığını farkeder ve kendini olağanüstü türünün hayatta kalma savaşı içinde buluverir.
   
David Rice, birçoklarının hayatında sadece hayal edebildiği bir güçle büyümüştür. Uzay-zaman dokusu içindeki yırtıkları kullanarak, kendini zihninde canlandırabildiği herhangi bir yere anında nakledebilmektedir. Göz açıp kapayıncaya kadar gezegenin bir tarafından öbür tarafına gidebilir, bir gecede yirmi gün batımına tanık olabilir, Mısır’daki Spenks üzerinde kahvaltısını edip, Avustralya’ya sörf yapmaya, oradan Paris’e akşam yemeğine ve Tokyo’ya kahve içmeye gidebilir. Duvarların içinden geçebilir, kilitli banka kasalarına ve en gizli odalara girebilir. Şimdiye kadar, bu gücünü sadece geçmişindeki tatsız anılardan kaçmak, sınırsız zenginliğin ve vahşi özgürlüğün tadını çıkartmak için kullanmıştı. Limitlerden, sınırlardan, sonuçlardan habersizdi. Gerçek bağlantıları bilmiyordu. Şimdiye kadar…

Ne zaman ki David, kendisi gibi güçleri olan Griffin adındaki hırslı bir gezgin ile karşılaşır, varoluşunun sebepleri de ortaya çıkmaya başlar. Kendisi yalnız bir ucube değil, ‘Sıçrayanlar’ denilen uzun bir genetik anormallikler sülalesine aittir. Şimdi ise David, onu ve tüm Sıçrayanlar’ı ortadan kaldırmayı kendilerine amaç edinmiş kadim bir gizli organizasyon tarafından farkedilmiştir. Tüm gezegen çapında asırlardır süregelen görünmeyen bir savaşa kilit oyuncu olarak dahil olur.

İnsanın üstün güçleri olması mutlu etmiyor insanı degil mi?
Kolay elde edilmiş şey hayatımızıda basitleştirdigi için bir süre sonra sıradanlaşıyor...Bütün güç gösterilerinde görüyoruz...
En güzeli hayatı basit yaşamak (:
Filmi geçen ayalrda izlemiştim  ve fantastik-kurgu filmleri severim her ne kadar gerçek dışıda olsa izemesi keyifliydi.. :)
 
Özlem' Alıntı:
En Son izlediğim film Recep İvedik 2 ilkine gitmemiştim buna bari bakayım dedim bukadar milleti gülmekten kırıp geçiren film nasıl diye.
Recep İvedik mizahın en alt seviyesinde hiçbir zeka kırıntısı olmayan zeka seviyesi ve kültür seviyesi en düşük insanın bile akıl edebileceği diyaloglarla dolu bir film(belkide bukadar sevilmesinin nedenide budur)
Sevmedim filmi bir film olarakda görmediğim için notda vermiyorum.

İlkine gitmeyip,ikinciye gitmekle iyi bir şeçim yapmışsın,ilkine nazaran daha iyi ve süzgeçi inceydi diyebilirim... ::)

Sinemada izlemedim,kızım almış arkadaşından evde izledik...

Film olarak degil,"kısıtlı komedi" olarak çekilmiş anlayışıyla,anlamsız şekilde,zırvalığın nasıl hükmettğini,yoga yapanlara,suşi yiyenleri,entel takılanları,denyo olarak gördüğü için kendi çercevesinden aktarıyor..

Ona buna posta koyması,"ezildiğin yerde küfret,ama ezebiliyorsan mutlaka ez" T.C.vatandaşının hayat felsefesi,çoçuğumuz dayak yiyip geldiğinde,"aglamayı kes,o sana vuruyorsa sende ona vur yoksa zırlamayı kes" diyerek büyütülen çoçuklarımızın daha ilerdeki hali"artislik yapma lan" diyerek en ufak bir tahammülsüzlükde saldırıya geçmek  ::) her seyredenin bir karesini yaşadığı ve yapamadıkları şeyleri,söyleyemedikleri şeyleri söyleyebildiği için güldürdü bizi (:

En çok güldügüm yerler,iş ilanı için gazeteden telefonla iş isteme bölümü, ve işden atılma diyaloglarıydı  ;D

Beklentimin üzerinde çıktı..tepki verecegim argo kelimelerin çogunu babannesi kullanıyordu,tepki almakdan korktugu için argonun çogunu babannesine  söyletmişler  ;D
babanne,süper babanne ünvanını almasa şaşarım bu sene..Babannesiyle play station oynayan birileri var mı merak ediyorum :)

Filmin bitiş sahnesini bağlayamamışlar,ben maun sandıkdan daha farklı bir şey çıkacak diye ümid ediyordum,ümidimi kırdı  :)


 
En son izledigim film,beklentimi yüksek tutmadan sinema salonuna girip film çıkışında yine ön yargımdan dolayı kendime kızarak ve gözlerim dolu çıktıgım "Avustralya"filmi idi..

Avustralyanın müthiş doğa görüntüleri,Aborjinlerle ilgili görkemli bir anlatı,dogadaki bütün canlı cansız yaradılanların  ruhunu hisseden Şaman ve onun torununun erkek olmak için verdigi mücadele içinde verdikleri zorluklarla birlikde başkaldırış...
Hiç bir zaman Anne olamayacak bir kadın,bir  kadına bağlanacak kadar sevmekden korkan bir erkek,sevgisini göstermelerini olanak veren Şaman'ın torunu...
Uzun metrajlı ama doyurucu ve film bitti diye düşündüğünüz an başka bir yerden devam eden etkileyici sahneleri ile izlenemini şiddetle tavsiye edebilecegim film... :)

Ayrıca  Nicole Kidman (Lady Sarah Ashley) eşsiz güzelliği,hollywood'un yakışıklı aktörü Hugh Jackman'ın(Mandıracı)etkileyici bir o kadarda duygusal sahneleriyle birlikde  izleme fırsatı bulacagınız bir film... :)

Ben çok mu sulugözüm yoksa filmdeki sahnemi çok duygusaldı,iki yerde gözyaşlarıma hakim olamadım  :-[
Birinci yer,Şaman torunu olan çoçugun( ismini unutum) :-\ ürkütülen sıgır sürüsünün hızla uçuruma doğru ilerlemesi ve küçük çoçugun uçurumun kenarına durup dedesinin öğrettiği gibi doganın sesi ile sıgır sürüsünü uçuruma düşmekden son anda durdurması ve ikinci dünya şavaşı sırasında birbirlerini kaybeden iki sevgilinin öldü sanarak, Çoçuk sevgisi yüzünden şavaşın en çirkin halinin orta yerinde birbirlerini görmeleri  :'( içimi dağladı geçti  :-[

Film notum 10,9

 
İşde bu sahnesinde ben bitmiştim  :'(

k_2273_a_2178.jpg


k_2273_a_9589.jpg


k_2273_a_6017.jpg


:'(
 
the crow
2607-thecrow-p.jpg


Oyuncular

Brandon Lee (Eric Draven) , Rochelle Davis (Sarah) , Ernie Hudson (Çavuş Albrecht) , Michael Wincott (Top Dollar) , Bai Ling (Myca) , Sofia Shinas (Shelly Webster) , Anna Thomson (Darla) , David Patrick Kelly (T-Bird) , Angel David (Skank) , Laurence Mason (Tin Tin) , Michael Massee (Funboy) 

Müzisyen Eric Draven ve nişanlısı Shelly, düğünlerinin arifesinde Top Dollar isimli berbat tipin başını çektiği serseri çetesi tarafından saldırıya uğrar ve katledilirler. Bir yıl sonra Eric'in mezarını ziyaret eden bir karga, genç adamın intikamcı bir ruh olarak ölümden dönüşünün de simgesi olacaktır. Alınacak intikamlar, verilecek dersler vardır...

seyrettiğimde tüylerimi diken diken etmeyi başardı.. arka fonlarda çalan müthiş müziklerle büyük zevkle seyrettiğim film.. defalarca tekrar izleyeceğimde garanti.
 
bloodelf' Alıntı:
the crow
2607-thecrow-p.jpg


Oyuncular

Brandon Lee (Eric Draven) , Rochelle Davis (Sarah) , Ernie Hudson (Çavuş Albrecht) , Michael Wincott (Top Dollar) , Bai Ling (Myca) , Sofia Shinas (Shelly Webster) , Anna Thomson (Darla) , David Patrick Kelly (T-Bird) , Angel David (Skank) , Laurence Mason (Tin Tin) , Michael Massee (Funboy) 

Müzisyen Eric Draven ve nişanlısı Shelly, düğünlerinin arifesinde Top Dollar isimli berbat tipin başını çektiği serseri çetesi tarafından saldırıya uğrar ve katledilirler. Bir yıl sonra Eric'in mezarını ziyaret eden bir karga, genç adamın intikamcı bir ruh olarak ölümden dönüşünün de simgesi olacaktır. Alınacak intikamlar, verilecek dersler vardır...

seyrettiğimde tüylerimi diken diken etmeyi başardı.. arka fonlarda çalan müthiş müziklerle büyük zevkle seyrettiğim film.. defalarca tekrar izleyeceğimde garanti.
Evet güzel film. insan keşke ölmeseymiş brandon lee diyor. Aslında film konu olarak ve sürükleyicilik olaraka o kadar güzel değil. Yani bildiğin 90 ların aksiyon filmleri gibi ama atmosfer müthiş hakkaten. Ayrıca matrix de ki sahnelerin nerdeyse aynıları var şaşırdım doğrusu.
 
Geri
Üst