BEKLEME SALONU
Gecenin kuru ayazı, çoktan otogarda olması gereken aktarmalı otobüs geciktikçe, sabırsızlanana yolcuların yüzlerinde ki rengi giderek soluklaştırıyor, gözlerine umutsuz, kızgın bakışlar yerleştiriyordu.
Omuzunda uyuyan küçük kızının üstüne örttüğü battaniyeyi düzelten kadına kocası sertçe çıkıştı;
"Girsene sen bekleme salonuna, hasta edeceksin çocuğu bu soğukta!"
Kadın; "Gelir şimdi.", dedi.
"Gelse ne olacak? Seni almadan mı gidecek? Geç içeri hadi!", diye daha da sertleştirdi ses tonunu adam. Kadın çaresiz, dışarıda ki havadan en fazla beş derece daha sıcak olan bekleme salonuna girdi, bütün koltuklar doluydu, sırtını buz gibi duvara dayadı, çocuğuna biraz daha sıkı sarıldı. Yaşlı bir teyze acıyarak baktı uykulu gözlerinin aralığından kadın ve çocuğuna yeniden yumdu gözlerini, uykuya daldı.
Rahatsız koltuklarda bekleşen yolculardan biri horlayarak uyuyor, bir diğeri çevresindekilere aldırmadan burnunu karıştırıyordu. Az ötede bir genç kız başını yanında ki delikanlının omuzuna dayamış, delikanlı başını arkaya atmış, sıkıca sarılmıştı kıza, üşümesini engellemekten çok korumaktı sanki amacı. İkisininde başlarında bere ve gözlerine kadar yüzlerini saran atkıları vardı. Uyumuyorlardı.
Bekleme salonunun soğuğunu, giderek ağırlaşan kokusunu adeta hiç hissetmeyen genç bir adam, başını okuduğu kitaptan kaldırınca gördü, kucağında yavrusu ile ayakta duran yorgun kadını. Eliyle işaret etti önce, "gelin buraya" anlamında, kadın aldırış etmedi. Genç adam yerinden kalktı, başkası oturmasın diye elindeki kitabı koltuğa bırakarak kadına doğru yürüdü.
"Geçin lütfen benim yerime oturun, yorulursunuz böyle."
Kadın ürkek gözlerle bakındı;
"Yok, yok.", dedi aceleyle, "çökerim ben yere, siz oturun."
Genç adam kadını ikna etmek için bir şeyler söyleyecekti, salona giren gür sesli delikanlı;
"Sevda ne yana düşer usta
gurbet ne yana..." diye şarkı söylemeye başlayınca, uyuklayan yolcular uyandılar, "Otobüs mü geldi?", diye fırladı bir ikisi, burnunu karıştıran adam elini aceleyle burnundan çekip paltosunun cebine soktu. Delikanlının omuzuna dayadığı başını hızla dikleştirdi ama gözlerinde ki korku dolu ifadeyi hiç kimse farketmedi.
"Ne oluyor be? Yavaş kardeşim." diyerek kızdı bir diğer yolcu, ama gür sesli delikanlı aldırış bile etmedi.
"Ölüm hep bana bana
bana mı düşer usta..."
Genç adam kadına gülümsedi, utandı kadın, ama gülümsedi.
"Geçin haydi, orası daha sıcak.", dedi adam, yanıbaşlarında beliriveren iri cüsseli adamı görmeden.
"Ne diyorsun ulan sen? diye adeta kükredi kadının kocası.
"Dur Asım dur, kardeş bize yerini vermek istedi..."
"Sus sen Sabiha, geç ulan sen de yerine, o rahat burada. Çök kız sen de yere!"
Sabiha utanarak yere çömelirken, ikisinin de yüzüne bakamadı.
Genç adam ısrar etmenin anlamsız olduğunu anladı, yorgundu üstelik, konuşmadan arkasını döndü, yerine doğru yürüdü, ardından Asım'ın, "Pis fırsatçı bunlar", diye söylendiğini duymadı bile.
"Sigaran var mı ağabey?"
Az önce şarkı söyleyen genç, öfkeli Asım'a bu soruyu o anda sormasının ne büyük hata olduğunu, adam kendisini kabaca ittirip;
"Defol git ulan pis anarşist.", diye dişlerinin arasından söylendiğinde anladı.
"Dur be babam, ne kızıyorsun?" diye sormak istedi ama, Asım'ın bakışlarının karanlığından korkarak, aceleyle uzaklaştı oradan.
"Anarşistmiş..." diye söylendi kendi kendine. Küçük salonda turlamaya başladı seri adımlarla. Ta ki beklemekten bitap düşmüş yaşlıca bir kadın;
"Otur oğlum yerine, başımızı döndürdün.", diye kendisini uyarana dek.
"Sıkıldık be anacığım, bu otobüsün geleceği filan yok belli... Yok bilsek gelmeyecek, dönelim evimize, ama biz burayı terkederiz, meret gelir inadına, açıkta kalan biz oluruz yine, gariban değil miyiz?"
Burnunu karıştıran adam onayladı delikanlıyı;
"Öyle öyle... Zaten devlet unutmuş garibanı, şöför mü düşünecek? Çekmiş arabayı uyuyordur bir yerlerde."
"Susun be kardeşim, uyuyun işte.", diye söze karıştı bir yolcu.
"Uyu sen uyu...", dedi "anarşist", "uyuttular sizi bir kere, aman uyanmayın."
"Koyunlar gibi..." fıslıdadı birisi.
Ömer az önce yer vermek istediği kadına baktı, yüzünün duru güzelliğini farketmemişti. Gözlerindeki hüzünle karışık korku, pişmanlık ifadesi canını acıttı birden. "Yüzlercesinden biri daha...", diye düşündü, kaba saba görüntüsüyle, "Dünya benden sorulur" edasıyla karısının başında bekleyen Asım'a bakarak. Neydi bu kadınları bu kadar edilgin kılan? Bir "eğitim" sözüydü hep beynimize, dilimize yerleşen. Herşeyin başı "eğitim"di.
Ömer düşündü Sabiha ve Asım'ı ve yüzlerce Asım'ları, Sabiha'ları...
Sabihalar erkenden kalkar, eşlerine güleryüzle davranırlar herşeye karşın, şikayet etmeden evlerinin tüm işlerini yaparlar, severek çocuklarına bakarlar, büyütürler ve eşleri tarafından ikinci sınıf vatandaş muamelesi görürlerdi. Bu hangisinineğitimsizliğiydi? Asım'ların mı, Sabiha'ların mı? Peki ya insanlık? İnsancıllık?
Ya "eğitim"li Sabiha ve Asım'lar? Onların içinde de yokmuydu kadınını ezen, horlayan, kendi zayıflıklarının intikamını sözle, şiddetle, Sabiha'sından almaya çalışan? Kaçkez tanık olmamış mıydı Ömer; aklına üniversitede asistan arkadaşı Nuran geldi. Bir gün okula geldiğinde, yüzündeki morluğu soranlara; "Kapıya çarptım, sormayın...", diye geçiştirmemiş miydi soruları, gözlerini kaçırarak, buğulanan mutsuz gözlerini... Neden korumuştu kocasını? Kimden utanmıştı? Aldıkları bunca eğitime karşın şiddet gördüğü için kendisinden mi, yoksa aynı üniversitede Doçent olan kocasının"sözde" eğitiminden mi? Aslolan insanın kendini eğitmesiydi aslında.
Babasını anımsadı Ömer, ilkokulu bile bitirip bitirmediğini, ona olan saygısından bir türlü sormaya cesaret edemediği, sevecen, hoşgörülü, yeri geldiğinde kararlı bir sertlikle kızkardeşine ve kendisine verdiği yaşam derslerini. Annesini kaybettiğinde henüz yedi yaşındaydı Ömer, kızkardeşi ise dört. Annelerinden onlara kalan yalnızca, babalarının evin her köşesine yerleştiği güleryüzlü mutlu bir kadının resimleriydi.
"İnsanlara önyargısız yaklaşın." derdi babası, "hiçbir zaman yüzde yüz siz haklı olamazsınız, ama elbette karşı tarafta değildir. Önemli olan hata yapmamak değil, yaptığınız hatalardan dersler çıkarabilmektir. Kendinize tanıdığınız hakları karşınızdaki kişiye de tanıyın, onun yerine kendinizi koyun..." gibi pek çok söylem. Babaları, bunları eğitim kurumlarında öğrenmemişti elbet, üstelik cahil bir ailesi vardı, ama o, ailesinde gördüğü eksikleri, hataları gözlemlemiş ve az biraz okumasıyla kütüphanelerden edindiği kitaplarla kendisini geliştirmişti.
Kuru ayaz, şiddetli rüzgarla kendisini iyice hissettirince, dışarıda kalmış bir kaç yolcu bekleme salonuna girdiler, ellerini oğuşturarak. Küçük salon, içerdekilerin nefesleriyle biraz olsun ısınmıştı,ancak uykulu nefeslerin kokusu havayı iyice ağırlaştırmıştı, havasızlık dayanılmaz bir hal almaya başlamıştı.
Orta yaşlı kadın bir kaç koltuk ötesinde uyuklayan adamı işaret ederek;
"Biri şu adamı uyandırsın, ayakkabılarını giysin öyle uyusun.", diye sızlandı.
İçeri yeni giren gençler kıkırdadılar. Kadın yüzünü buruşturdu;
"Gülmeyin evladım, kokuyor işte çorapları, burnumuzun direği kırıldı."
Ömer'in yeniden Sabiha'ya kaydı bakışları. Gözleri kapalıydı kadının. Birisinin kendisine baktığını hisseden insanların duyarlılığı ile açtı gözlerini bir anda, huzursuzlandı, yeniden sıkıca yumdu gözlerini bu kez. Kolları yorulmuştu saatlerdir kollarında taşıdığı küçük kızından ama kıpırdamadı.
Asım, az ileride oturan sarışın kıza dikmişti. Belli öğrenciydi kız, başını yanında oturan yaşlıca adamın omuzuna dayamış uyuyordu. Yarı aralık dudaklarının kenarından tükürükler süzülüyordu. Minicik burnununucu soğuktan kızarmıştı. Diri göğüslerinin inip kalkışı, üstündeki daracık anoraktan farkediliyor, bu görüntü Asım'ın gözlerini kızdan alıkoymasına engel oluyordu. İç geçirdi... İşte tam o sırada yakaladı Ömer'in karısına bakışlarını. Kendi dizginleyemediği arzularını bir anda Ömer'e maletti ve dişlerinin arasından tısladı adeta;
"Ne bakıyorsun ulan ırz düşmanı?"
Ömer o kadar dalmıştı ki, adamın kendisine söylendiğini anlayamadı önce.
Sabiha korkuyla açtı gözlerini, kendisinin bile zor duyduğu sesle;
"Asım..." diyebildi.
"Sus sen!"
Asım'ın diklenişini duyan "anarşist" "tam zamanı" diye gülümsedi ve saldırıya geçiverdi aniden, bu kez daha yüksek sesle;
"İzmir'in kavakları
Dökülür yaprakları
Bize de derler çakıcı
Yar fidan boylum..."
"Kes ulan şunu!" dedi biri.
Yalnızca gözleri açıkta kalmış iki genç biraz daha sokuldular birbirlerine tedirginlikle. Yanlarında uyuklayan yaşlıca kadın olan bitenşin farkında değildi. Genç kızı kolundan dürttü;
"Sizde mi İstanbul otobüsünü bekliyorsunuz evladım?", diye sordu.
Kolunun dürtüklenmesi genç kızı titretti birden, sesi çıkmadı, O'nun yerine delikanlı yanıtladı kadını;
"Kısmetse teyzeciğim."
"Nerede kaldı bu otobüs?", diye fısıldadı genç kız ağlamaklı bir sesle, "Bulacaklar bizi..."
"Sakin ol.", dedi delikanlı, "Gelir artık."
Kadın meraklandı birden, kızın söylediklerini duyamamıştı ama, ağlıyor muydu ne?
"Hayrola oğlum? Hasta mı bu kızcağız?"
"Yok teyzem, uzun yola pek gitmedi de heyecanlı biraz."
"Öğrencimisin sen?" diye sordu kadın, daha da meraklanarak ve yanıtı beklemeden; "Kardeşin mi bu kız senin?" diye yeni bir soru ekledi.
Genç kız biraz daha küçüldü erkeğin kollarının arasında.
"Öğrenciyim teyze." dedi bıkkınama kararlı bir sesle Mehmet, "Bu kızda kardeşim Ayşe."
Gerekli açıklamayı yapmış, kadının susmasını bekliyordu ki, kadın yeni bir soru sormak için ağzını açtığı anda, Asım "anarşist"in üzerine yürüdü.
"Bana baksana ulan sen!" diye yakasına yapıştı.
"Baktım usta, büyük adamsın vesselam.", diye alayla gülümsedi "anarşist".
Uyuklayan yolcular gürültüden uyandılar. Ömer yerinden fırladı, Asım'ın kolunu tuttu.
"Dur kardeşim, olay çıkarmaya gerek yok, bak hepimiz üşüdük, yorulduk, sinirlerimiz gerildi."
Asım kaba kuvvetle ittirdi Ömer'i.
"Sen karışma ırz düşmanı!"
Sabiha oturduğu yerde ayağa fırladı;
"Asım yapma..." diye haykırdı. Annesinin sesiyle küçük kız uyandı, ağlamaya başladı.
"Sus sen, otur oturduğun yerde.", diye tersledi karısını Asım, yeniden "anarşistin" yakasına sarılarak. Artık herkes uyanmış, salonda bir uğultu başlamıştı. Birkaç yolcu kavga çıkmasını engellemek için Asım'ı yatıştırmaya çalıştılar, kadınlar; "Yapmayın, etmeyin..." diye seslerini yükselttiler.
"Olay ne kardeşim?" diye kükredi yeni uyanan adam, ayakkabılarınıgiymeye çalışırken.
"Senin çoraplarının kokusu..." dedi gençlerden biri. Arkadaşları yine kıkırdaştılar. Adam ters ters baktı gençlere, şişmiş ayaklarını ayakkabısına sığdırmaya çalışırken.
Kokudan şikayetçi kadın;
"Haklı çocuklar, burnumuz sızladı." diye söylendi.
Sabiha, bir türlü susmayan kızını salladı kollarının arasında.
Sarışın genç kız ağzının kenarından sızan tükürükleri kuruladı uyanırken.
"Neler oluyor baba?" diye sordu.
"Bu hayat şartları insanda hoşgörümü bıraktı?" diye söylendi bir diğeri. Gençler gülüştüler yine.
"Ne alaka ya teyze?" dedi biri.
Asım'ın kolu hala "anarşist"in yakasında;
"Sen kim benimle dalga geçmek kim ulan?" diye daha bir gürledi, alkış bekleyen kahraman edasıyla.,
"Olay çıkacak Mehmet, bulacaklar bizi..." dedi korkuyla Ayşe.
"Korkma Ayşem.", dedi Mehmet, "Herkesin sinirleri gerildi ama bir şey olmaz, rahat ol sen."
"Korkma kızım" diye onayladı meraklı teyze Mehmet'i.
Ömer, gürültünün içinde kızını teskin etmek isteyen çaresiz Sabiha'ya baktı, genç kadın bu kez kaçırmadı bakışlarını. O anda kaderine mi lanet etti bir an için, yoksa Ömer'e mi öyle geldi, kadının isyan dolu gözlerinde şimşekleri andıran pırıltı...
"Ağabey ya yakamı bırak, ya da vuracaksan vur." dedi anarşist bıkkın bir isyanla. Bakışlarını sarışın kıza çevirdi Asım, korkuyla bakıyordu sarışın kendisine.
"Git işine tüysüz.", dedi Asım, üstünlüğünü ispatlamış muzaffer bir komutan edasıyla ve bıraktı "anarşist"in yakasını, sarışının hızla inip kalkan göğüslerine bakarak.
"Ulan zırtapozlar, üç kuruşluk uykumuzun içine ettiniz.", diye sessizce söylendi biri.
"Ben çok acıktım anne yaaa..." diye sızlandı küçük bir erkek çocuk annesinin kucağında.
Asım, kahraman bir edayla Sabiha'nın yanına dönerken, "anarşist"in arkasından alayla baktığını, "Sen de kimsin?" dervari hareketlerini görmedi, görenler ister istemez gülüştüler. Aniden arkasına döndü Asım gülüşmeler üzerine, ve bir küfür savurdu.
"Hooopp" dedi "anarşist", Ömer kolundan tutup geri çekti onu, gözlerini kahraman Asım'ın Sabiha'sından ayırmadan. Sabiha'da çekmedi gözlerini...
Kapı açıldı birden, içeri bir aydınlık vurdu sanki. Ve yine loşluğuna döndü salon. Bir insan belirdi kapıda. Loşlukta yüzünü kimsenin seçemediği bir insan. Tok bir sesi vardı.
"İnsanlığa sevgiyi unutturmaya çalışıyorlar.Hoşgörüyü yoketmeye uğraşıyorlar. Saman alevinden yangın çıkarmayı kahramanlık belletiyorlar. Kendimizden zayıfa işkenceyi marifet sandırıyorlar. Ucuz, sahte kahramnlar ürettik bizlerde içimizden. Sindirildik, sindirilmeyi kabul etmeyen yanımızla vurmaya başladık. Dost kim, düşman kim ayırmaz olduk, bu bencil, çıkarcı sevgisiz dünyada. Sevgi dolu bakışları yadırgar olduk, "ben" olduk hep, "ben"in dışında ki herkesi bencil görmeye başladık. Unuttuk sevgiyi, unutturdular..."
Kapı açıldı, beklenen müjde yankılandı salonda;
"İstanbul Yolcuları, otobüsünüz geldi!"
Salona bir garip sessizlik hakimdi.
Ya az önce ki ses?
Kimdi konuşan?
Sevginin yokolduğunu söyleyen sesin sahibi kimdi? Neredeydi?
Yolcular sessizce eşyalarını toparlarken yeniden açıldı kapı. Jandarmaydı bu kez gelen.
"Kimlik kontrolü beyler.", dedi jandarma
Dizleri titredi Ayşe'nin. Kendisini Mehmet'in kollarından ayıran kolların sahibini anlayamadı bile o anda. Yalnızca bir kadın sesi duydu.
"Kızım çok hasta kardeşim. Ben emekli Öğretmen Nejla Sümer. Bu da kimliğim oğlum. Kızım telaşla unutmuş evde kimliğini, ateşler içinde yavrucak. Tedaviye götürüyorum İstanbul'a. Otobüsü kaçırırsak... kızım..."
Kısacık bir an sürdü sessizlik.
"Geçin Hocam.", dedi jandarma, "Allah kurtarsın."
Otobüse bindiler.
Genç öğrenciler artık gülmüyorlardı anlamsızca.
Adam ayakkabılarını çıkarmak için eğildi, vazgeçti. Sarışın kız babasına daha sıkısarıldı. Annesi karnı acıkan oğluna çantasından çıkardığı simiti yedirdi. Ömer "anarşist"in yanındaki yerini aldı. Ve ikisi de aynı anda gördüler Asım'ı ve kucağında kızını, Sabiha'nın peşisıra koltuklarına ilerlerken. Gülümsediler.
Yanlarındangeçerken kısacık baktı Sabiha Ömer'e.
Otobüs hareket etti.
Necla Hanım kucağına oturttuğu zayıf vücudu otobüsün yola koyulmasından yarım saat sonra teslim etti Mehmet'ine...
"Bizi bize vermediler Hocam.", dedi Mehmet, "Ben öğrenci değilim ama."
"Mutlu kalın." dedi Necla, "Ben de öğretmen değilim."
Otobüs ilerlerken herbiri sordu kendine...
Sesin sahibi kimdi?
Zynep