"Adın ne?.."
"Yavuz.."
Soran, titrek bir sesin sahibiydi. Sabahın erken saatinde kaklmış olmanın verdiği mahmurluk vardı gözlerinde. Hisli erkekleri deli eden bakışları vardı: baygın bakışlar! Bir ara dönüp baktı da yakaladım bu bakışları. Nerden karşıma çıktı, adımı soracak kadar zamanı nasıl birlikte harcadık, hatırlamıyorum. Şimdilerde gençler arasında moda olan "bez" ayyakabıları ıslanmış, başındaki fıstık yeşili örtüsü ıslanmış olmanın da verdiği etkiyle, farklı bir şekle bürünmüştü. Nefes alışverişleri çok hızlıydı. Sanki binlerce yıldır kendini arayan bir edası vardı. Kaybolmuş, yorgun, titrek, az meraklı yüz ifadesi, tuhaf bakışlar, korkak parmaklar..
"Nerden karşıma çıktı bu kız sabaha sabah?" diyorum içimden. İçimden, zira o duymamalı. Yangın yeri külü halini bile geride bırakmış ruhunu incitmekten korkuyorum. Bunu sonradan öğreniyorum elbet.
İsmi "Asya". Ah yorgun bakışlı Asya. Sonradan öğreniyorum bu adı. Sen de sonradan öğreneceksin ey sevgili okur!
Okula giderken, önümde yürüyordu. Hafif çiseleyen yağmur, zaten kimseye bakmak istemeyen beni, gözlerini yere dikmeye iyice zorlamıştı. Bir şey düşüyor sol yanından astığı çantasından, görüyorum. Bir defter bu.
"Islanmamalı" diyorum, belki ders notları, belki günlüğü, belki başka bir şey; bilemiyorum, ama bir şey işte. Hemen koşuyorum defteri alıyorum. Kırmızı kaplı, kaliteli kağıdı olan bir defter bu. Yanılmamışım; bir günlük bu! İlk sayfaya bakıyorum, "Yüreğimin Dilekçesi Günlüğüm" yazıyor.
"Bunu ona vermeliyim" diye düşünüyorum. Ama bir yandan da, "Günlüğüne 'yüreğimin dilekçesi' diyebilecek kadar, edebiyat dili sözcüğü keşfetmiş bu kızın yazdıkları çok güzel şeyler olmalı" diyorum, sonra utanıp vermeye karar veriyorum.
Hızla yürüyor. Bir binanın arkasından kayboldu. Ben adımlarımı sıklaştırıp, koşar vaiyette ona yetişmeye çalışıyorum. Köşeyi dönüyorum ve.. ve o yok! Nereye kayboldu böyle ya! Peri midir, in midir, cin midir, bir aşık mıdır, yalnız biri midir, neyin nesidir bu kız acaba: göründü ve kayboldu!
Sağa sola bakıyorum. Yok, hiçbir yerde bulamıyorum onu. Benim gibi erken dersi olanlar bu yağmurda durup durup etrafına deli gibi bakınan kişiyi, yani beni "yürüsene aptal, ıslandığın yetmemiş galiba" dercesine diyerek yürütmeye çalışıyorlar; gözlerinden anlıyorum.
"Siz kendi işini baksanıza. Ben o rüyayı arıyorum. Aniden gelen, sonra kaybolan, ama ardında kocaman bir iz bırakan rüyayı.."
Çaresiz defter bende kalıyor. Öğle yemeğinde belki Üniversite Evi'ne gelir diye en son kişi yemeğini yiyip çıkana kadar bekliyorum, gelen her kızın yüzüne bakıp defteri gözlerine sokarcasına. Ama yok, o yok ortada, ben dersi kaçırıyorum. "Eve gideyim bari" diyorum.
Eve varıp, hemen üstümü değişiyorum. Evde kimse yok; bu iyi! Sağlıklı düşünebiliirm o zaman. Defterle başbaşayım.
"Başkasının özeli bu defter, okumamalıyım. Bugüne kadar az mı şey yazdım bu konuda. Okumamalıyım. Benim artık sandılara doldurduğum günlüklerimi biri okusaydı ne düşünürdüm acaba?"
Kafamda bu sorularla bir iki saati geçiriyorum. Ama o "Yüreğimin Dilekçesi Günlüğüm" cümlesi beni cezbediyor. "Beni okumalısın, beni sen okumalısın, boşuna mı düştüm sabahın köründe" dercesine yüzüme bakıp bakıp gülümsüyor defter. Ama öbür yanım da "başkasının özeli"ne takılmış halde. Perişan haldeyim. Ne yapacağımı bilmez oldum birden.
Akşam, gece, sabah namazı, tekrar sabah.. hala kararı veremedim, "okumalı mıyım, okumamalı mıyım" diye. "Bu saate kadar okumadıysam artık okumamalıyım" diyorum. Hemen üstümü giyinip okula gidiyorum. Dün aynı saatte görmüştüm onu. Hava bugün, dünün tersine oldukça güzel. Dün onu gördüğüm köşeye geliyorum. Etrafıma bakınıyorum, ortalarda yok. Ona benzeyen birilerini o sanıp yüzlerine bakıyorum ama onlar "Ne istiyorsun be çocuk sabah sabah? Hiç mi güzel kız görmedin?" der gibi bakıyorlar bana. Kimisi de şıppadanak göz kırpıyor.
"Aptallar" diyorum sessizce.
Orda! Evet orda işte, tam karşı binanın ordan geliyor. Bu o, eminim. Geliyor geliyor, iyice yaklaşıyor bana. Tam karşımda duruyor. Defteri elimde görüyor ve baygın bakan gözleri sevinçle parlıyor.
"Siz mi aldınız?" diye soruyor.
"Almadım", "Siz düşürdünüz, ben de size yetişmeye çalıştım ama yetişemedim. Çok aradım ama bulamadım sizi" diyorum sanki bana hırsız muamelesi yaptığı için kırıldığımı gizlemeyerek.
"Özür dilerim, beni yanlış anladınız. Çok, çok teşekkür ederim size" diyor. Gülümsüyorum. Bir yandan da erguvani güzelliğine dalıyorum. Güzel gözler, güzel konuşma şekli, güzel ses, güzel yüz, güzel elbise, güzel kız..
Yüzüme korkakça bakıyor. Analıyorum sebebini, "Hayır okumadım, rahat olun. Yalnız kendimi çok or tuttum onu da belirtmek isterim" diyorum, kulaklarımda acı bir sıcaklık hissederken.
"'Yüreğimin Dilekçesi' sözü çok güzel. Bu sözü yazabilen birisinin yazdıklarını okumak benim en büyük hayallerimden biridir" diyorum. Kızarıyor. Benim de ondan aşağı kalır yanım yok ya neyse.
"Öyle mi? Belki okursunuz kimbilir" diyor üstü açık mı kapalı mı anlayamadığım bir cümleyle.
"Nna.. Nasıl yani? Onu okuyabileceğimi mi söylüyorsunuz.." diyorum şaşkınlıktan baygın halde.
"Niye olmasın? Ben istedikten sonra o özel olmaktan çıkar. Hem okumama erdemini gösterdiğinize göre, onu size bile isteye okutmak isterim ben" diyor, yine epeyce kızararak.
"Peki ne zaman okuyacağım"
"Bilmem.."
"Adın ne?.."
"Asya.."
Şimdi de o soruyor aynı sözcüklerle.
"Adın ne?.."
"Yavuz.."
Hayal'in Notu: Devamı gelecek...