Zynep'in Kaleminden

  • Konuyu Başlatan Konuyu Başlatan Zynep
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
Kristal çok teşekkür ederim.
Ve sevgili Ceren, bana zaten kahve sözün var ben hiç unutmama ama ben sana yemek ısmarladıktan sonra...
 
Acının kışkırtıcı sesidir
kıyıcıyı acımasız yapan
oysa kıymak istemezken
kıyamazken...

acı çok değişik bir şeydir
bir kelebeğin canı acır kanadına dokunulduğunda
canı yanar bir koyunun tüyleri kırpıldığında
karşı gelemez hiç bir edilgen hayvan türü
insan acımasızlığına
ne avlanırken
ne de av esnasında

ya insanın insanın kıyması
o çok fantazi bir durumdur
ki çok canı acıyan
çok canı acıtılan
isyankar olmuştur

arabesk şarkılar vardır bilirsiniz
çokca terkedilmişliği anlatır
çekilen acıdan dem vurur
ya bir dolmuşun cızır cızır çalan
teybinde kurban
ya da aşkı aşk sanan bir budalanın kulaklığında

yok
aşk bu değil yapma güzel
der çok eski bir şarkı
ne de güzel söyler
aşk bu değil
aşk
ne bir kelebeğin kanadında
ve ne de bir koyunun tüylerinde

aşk...
anlamsızca
aynı bu şiiri okuyanın hiç bir şey anlayamadığı anlamsızca bakışında

aşk kıyıcısını acımasız yapan belki tek duygudur...

Zynep






 
AŞK BU DEĞİ

Yüreğim alev alev yanıyor hasretinle

Gözlerimden hayalin gitmiyor bir an bile

Aşk bu değil mi, aşk bu değil mi?

Söyle sevgilim söyle aşk bu değil mi?




Kıskanırım kendimden o güzel gözlerini

Sevginle coşuyorum ne zaman görsem seni

Aşk bu değil mi, aşk bu değil mi?

Söyle sevgilim söyle aşk bu değil mi?

Böylesine güzel bir şarkı işte sağol ZEYNEP hatırlattığın için
 
...
aşk...
anlamsızca

...

bir söz vardi...
kalpte mantik aramak aptallarin isidir...(yada anafikiri buydu)
o yüzden kalbin ürünü olan ask, bazen mantik sinirlarini zorlamasi normaldir...
 
yigitce' Alıntı:
...
aşk...
anlamsızca

...

bir söz vardi...
kalpte mantik aramak aptallarin isidir...(yada anafikiri buydu)
o yüzden kalbin ürünü olan ask, bazen mantik sinirlarini zorlamasi normaldir...

O0

Sevmiyorum bu ikonları ama... buydu. :)

Nihat teşekkürler hoş bir şarkıyla katılımın için... :)
 
Unutamadığım Bakışlar

Hepimizin yaşamında çakılıp kalmış bakışlar vardır mutlaka.
Öylesine bir bakışla bakmıştır ki size birisi... içiniz allak bullak, kalakalıvermişsinizdir öylece... Ve bir daha asla beyninizden silinemeyecek o bakışlar, her anımsadığınızda ürpertir içinizi, ama öyle ama böyle işte.

Yıl 1999 aylardan Ağustos.
Marmara toz duman, çığlıklar, feryatlar ve şaşkınlık içinde.
Binalar artık yok çoğu yerleşim merkezinde, çocuklar oyun oynamak istemiyorlar enkazların üzerinde.
Herkesin gözünde bir umutsuzluk bir çaresizlik. Tüm Türkiye'min ve dünyanın nabzı Marmara'da atıyor.
Kurtarma çabaları...
Dakikalar süren sessizlikler içinde toprağın altından bir ses duyabilme ümidi...
Aramalar, taramalar...
Şehidini bulan, yakının ölümüne ağlamıyor bile, sadece bulduğu için mutlu oluyor, onca kayıbın içinde.

Koşturuyorum oradan oraya Yalova'da. Elimden ne gelebilirse, kah ufak çocukları oyalıyorum, kah omuzumu ağlayan bir anneye uzatıyorum. Bu şehirde kaybım çok... Ama öyle anlar yaşıyoruz ki, artık kaybettiğimiz hepimizin anası, babası,kardeşi, çocuğu. Senin benim kalmamış.

İşte o ara gördüm Sinan'ı. Henüz 2 yıl önce evlenmiş, ikiz kızları daha 4 aylık olan canım arkadaşımı.
Bir tümseğin üzerinde oturmuş, başı öne eğik.
Koşuyorum yanına...
"Sinan..." diyorum ama sesim ne kadar duyuldu bunu hiç bilemedim. Duydu mu, bir dost sesi özlemi mi bilemem ama...
Bana başını çevirmeden, "Zeynep, onları yaz tatili için annemin yanına bıraktım ve ben döndüm hemen Bursa'ya. Ve aynı gecenin sabahı yeniden burdaydım. Onları geri götürmek için koştum buraya sabah karşı."

Annesinin yazlığı tamamen toprağın altına girmiş, kurtarılması ya da altında kalanların sesinin duyulması bile en zor olduğu binalardan birisiydi. Ve o binadan hiç kimse sağ çıkarılamadı.

Ancak Sinan bekledi günlerce...
Ve bir akşamüstü yanına gittim. Ter kokuyordu, hepimiz gibi. Pisti ve sakalları uzamıştı. Herkes gibi.
"Sinan" dedim, "napıcaksın?"
İşte o bakışlar...
Bana ilk kez döndü ve öylesine bir bakışla...
"Zeynep, ya onlar napıcaklar? Kızlarım, karım, annem... ve toprak altında kalan herkes, onlar napıcaklar?"

Ben Sinan'ın o bakışını hiç ama hiç unutamadım.

 
Yıl 1999 aylardan Ağustos.
Marmara toz duman, çığlıklar, feryatlar ve şaşkınlık içinde.
Hiç beklenmedik bir zamanda, beklenmedik acılar yaşattı bize Marmara..

Koşturuyorum oradan oraya Yalova'da.
Biz kendi acımızdan başkalarını göremedik bile Admin'im.. Siz iyiki görmüşsünüz..

Bana ilk kez döndü ve öylesine bir bakışla...
"Zeynep, ya onlar napıcaklar? Kızlarım, karım, annem... ve toprak altında kalan herkes, onlar napıcaklar?"

Ben Sinan'ın o bakışını hiç ama hiç unutamadım.
O sıralarda herkes öyle bakıyordu, enkaz altındakilerin durumunu düşündükçe.. Ve hatta kendimi suçladığım bile çok oldu, ben neden yanlarında değildim diye.. Benim en ufak bir acımda onlar kendilerini paralarken ben, nefes alamadıkları bir anda niye ellerinden tutup ben buradayım diyemedim diye..


Güzel ama günün bu saati için üzücü bir yazı abla. :)
Teşekkürler yine de..
 
dideM' Alıntı:
Güzel ama günün bu saati için üzücü bir yaz abla. :)
Teşekkürler yine de..
asdxs8.gif
 
Didemcim, "karıncalar" adlı konuya yorum yaparken söz dolandı depreme geldi ve bu yazıyı burada paylaşma nedenim bu zaten.

Bu arada;

Biz kendi acımızdan başkalarını göremedik bile Admin'im.. Siz iyiki görmüşsünüz..

Aslında yazıda belirttim, benim çok yakınlarım bu depremde can verdi Didem, bulamadıklarımız için hala içim titrer. Ama dediğim gibi, bir zaman sonra "senin/benim" diye bir şey kalmıyordu ki?:(
Ben orada ayaklarımın üzerine basabilen bir kişi olarak, biraz daha mantıklı davranmam gerektiğini düşündüm ve ağlamayı erteleyerek, o günlerde neye ne kadar yararlı olabilirim diye koşturdum. Ne bir gösteri, ne de ileride anlatacağım bir malzemem olsun gibi saçmasapan düşünceler hiç mi hiç girmeden.
 
Ama dediğim gibi, bir zaman sonra "senin/benim" diye bir şey kalmıyordu ki?

Eğer o tarafta çok kalanlar adınaysa evet, haklısın, bir zaman sonra senin/benim kalmaz. Ama yakınını bulan götürüyor zaten.

Neyse yaa, burada bu konuya dalmak değil de senin yazının edebiyatını, akışını konuşmak lazım:)
 
Bu yazıyı yazarken edebi bir amacım yoktu Didem.
O sıralar yazı yazdığım bir gazeteden depremle ilgili yazı istediler! Herşeyi prim yapmaya bayılırız ya! :(
Bunu yolladım ve gazeteyle ilişkimi kestim.
 
Bu yazıyı yazarken edebi bir amacım yoktu Didem.

Abla konuyu değiştirmeye çalışıyorum. Sen de hiç anlamıyorsun hee:))

O sıralar yazı yazdığım bir gazeteden depremle ilgili yazı istediler! Herşeyi prim yapmaya bayılırız ya!

Adamlar kötü bir şey olsa da biraz satsak gözüyle bakıyor. Ne bekliyoruzki zaten!
 
geceleri nefes nefese uyandığım zamalarda, uyandıktan sonra bile kulaklarımda yankılanırdı çığlıklar, bir el daha tutabilirdim belki fazladan, soğuk kanlılığımı korusaydım bir yürek daha atar olurdu şimdi, kan ter içinde uyandığım her uykumda, hala yaşayabildiğime sevdiklerime doğru yüzüm gülümserken gözyaşlarım akar olurdu gitmiş olan her saç telinin ardından... ve isyan zamanı gelip çatınca bütün çığlıklarım düğüm olur boğazımda.... yaşamı anlamlandıran ve tüm anlamını yitiren bana yıllar boyu uzak ve bir an kadar yakın ölüm, canım yanıyor geceleri etime batıyor canımın acısı, dışıma doğru kanayamıyorum, bir oluş büyük bir ikilemde bırakıyor tüm benliğimi...
gülümsemelerim hep yarım şimdi....
 
ellerim titreyerek okudum Zynep...
bir iki satır yazıverdim...
sözcüklerin bittiği yerde bir yaşanmışlık bu..
sil istersen.. sayfanda kalabalık ettiysem özür dilerim..
 
Allahtan böyle acı bir kaybımız olmadı ama..Bir yanı yarım kalan birçok insan çıktı enkazlar altından Zeynep Hanım..Allah hepsine gani gani rahmet eylesin İnşallah...Ben de 17 Ağustos Depreminde depremden 15 dakika önce yaşanan enteresan bir olayı nakletmek isterim hazır konu Depremden açılmışken:


Ak sakallı yaşlı bir ihtiyar,Karakaya diye bir apartman vardı Düzcede Asar Deremizin karşısında iki bloklu Düzcenin en büyük ve en eski binalarındandı..Bu apartmanın sakinlerine el açar teker teker,ve son kata kadar herkes onu geri çevirir,üstüne hakaretler savururlar..En son kat'ta henüz yeni evlenmiş ve yeni doğan bebekleri olan bir çift oturmaktadır..Aynı şekilde onlara da sokulur,ve onu çok içten bir gülümseyiş ile karşılarlar,gönlünü hoş ederler..Ve bu aksakallı ihtiyar onlara dönüp dua eder ve en son der ki:Beni aşağı kadar indirirmisiniz,onlar da olacaklardan habersiz hep beraber ailece aşağı inerler ve ihtiyarı indirirler ve birden İhtiyar ortadan kaybolur ve deprem başlar..Her taraf toz duman olur,15 dakika önce içinde bulundukları apartmandan geriye kalan sadece bir büyük enkaz ve havaya uçuşan tozlar..Ve apartmandan duyulan çığlıklar,bir an o aksakallı ihtiyar belirir gözlerinde buruk bir gülümsemeyle kurtulduklarına şükrederler...

Bu olay 17/08/1999 Marmara Depreminde saat 03:00 suları Düzcede yaşanmış ve dilden dile dolaşmıştır...
 
crnkcclr' Alıntı:
ellerim titreyerek okudum Zynep...
bir iki satır yazıverdim...
sözcüklerin bittiği yerde bir yaşanmışlık bu..
sil istersen.. sayfanda kalabalık ettiysem özür dilerim..

Benim sayfalarım herkese, her konuda açık, lütfen bu sayfalarda çok rahat olun... dedikten sonra;
Ağlattın beni Ceren, daldı gitti gözlerim.
 
Bu şehirde kaybım çok... Ama öyle anlar yaşıyoruz ki, artık kaybettiğimiz hepimizin anası, babası,kardeşi, çocuğu. Senin benim kalmamış.

okurken yasattin bize yeniden zynep...
o depremin 1 gün sonrasina ancak ordudan istanbula ulasabilmistim...artcilari birebir yasadim...ya o siddeti icerisinde yasayanlara ,Allahim büyük güc vermis...
toplumsal bir tek yürek ve birliktelik icin basimiza birseyler mi gelmesi gerekiyor?
tesekkürler paylasim icin...
 
Geri
Üst