Seninle olmak bir yolculuk gibi başladı... Hangi durakta ineceğimizi hiç düşünmeden çıkıverdiğimiz kısacık bir yolculuk.
İkimizden başka yolcusu olmayan, senin yalnızca beni, benimse bir tek seni duyduğum bir vapurdaydık belki...
Bir yerlere varma amacı bile olmayan öylesine yaşanmışlıklar yolculuğu.
Adı mutluluktu sanırım, bilirsin ya mutluluğun tarifinde acı yoktur canyüreklim. Evet, mutluluktu.
İkimizde son durağın bilincindeydik aslında. Yol bitecekti elbet.
Ama hiç bitmeyecekmişcesine yol aldık, molalarda bile yürek yüreğe...
Martılar uçuştular bir ara başımızın üstünde. Farkettin mi? Başın omuzumda, gözlerin kapalıydı o ara.
Uyuyor muydun?
Gözlerimin içine, sevgi mi desem, umutsuzluk mu...çözemediğim bir duyguyla baktı martılardan birisi. Diğerleri çoktan uçup gitmişlerdi.
"Seni çok seviyorum", diye fısıldadım.
Duymuş muydun? Ben senin fısıltılarını hep duydum. Yüreğimde asılıp kaldılar.
Biz çok konuşmazdık ya seninle, yaşardık kendi içimizde birbirimizi...
"İkimize Bir Dünya" diye bir şiir vardır ya hani.
Biz o dünyadaydık sevgili.
Yolculuğun bittiğini haber veren sesi, sessiz de olsa aynı anda duyduk.
Yüzüme değil, sadece ellerime bakarak, "hoşçakal" deyişin...
Bugün günlerden Cumartesi. Akşam yemeğine misafirlerimiz var. Değişik bir şeyler hazırlamak istedim. Yemek tarifleri kitaplarının olduğu bölüme uzandım kütüphanemin. Uzun süredir dokunmamışım bu bölüme. Tozlanmış.
Kitaplardan birisini çekerken, bir kağıt parçası düştü yere... ve gönlüme.
İlk beyazlığını kaybetmiş... "hüzün gözlüm"... sadece iki sözcük.
"Anne, hani ben küçükken çilekli bir pasta yapardın sen, bu akşam da yapar mısın?" diye seslendi, seni tanıdığımda yedi yaşında olan,şimdilerde onsekizini sürdüren güneş gözlü kızım...
Ve ben galiba martının bakışını anladım...
Zynep