2. ayında aldırsam mı diyorum bende merve ve ahmetin sonu yok nede olsa
Gözde, uzun zaman önce sonu olmayan bir konuyu öykü halinde yazmıştım ben de
İzninle senin konun altına ekleyeyim; belki sana fikir verir? AŞK...TI! Adam kadına sarıldı, kadın başını adamın omuzuna gömdü. Konuşmuyorlardı. Saatlerdir, kumaşı artık çoktan yıpranmış o eski koltuğun üzerinde elele otururken de hiç konuşmamışlardı.
Söz, ses susuktu.
Belki bir şeylerin hesabını yapmışlardı kendi içlerinde, belki yaşamlarını sorgulamışlardı kendi kendilerine. Sessizlikte...
Ardına kadar açık sokak kapısının önünde, adam son kez öptü kadını yanağından ve hızlı adımlarla asansöre doğru yürüdü adrkasına bakmaksızın.
Gitti.
Adamı yaşamından ebediyen çıkaran asansörün kapısının kapandığını duyana dek bekledi kadın.
Ve sonra hiç acele etmeden, mutfağa yöneldi. Çay suyunu doldururken, çaydanlığının ne kadar eskidiğini ayrımsadı, "yenisini almalıyım", diye düşündü. Yalnızdı ama, sanki çok kalabalık yaşıyormuşcasına bir dolu çay koydu demliğe. Yalnızlığa inat belkide...Ya da bilinçsizce.
Güneşin doğuş saatleriydi. Eskimiş çaydanlıktaki su kaynadı, raftan bir fincan alıp, nescae koydu fincana, ve çayı demlemeyi unutarak, kaynayan suyu fincana boşalttı. Ocağı södürdü. Telefonunu kapatıp, mutfak masasının üstüne bıraktı.
Yatağına uzanırken kahve fincanını başucundaki sehpaya bıraktı, ve bir daha hiç dokunmadı.
Uyuyakaldı.
Dışarıda kar yağıyordu.
3 YIL SONRA... Başucunda çalan alarmı uykulu gözlerle kapatıp, aceleyle yatağından fırladı kadın. Duşunu aldı. Kısacık kesilmiş siyah saçlarına eliyle şekil verdi. Hızlı hareketlerle giyindi. Valizini son kez kontrol etti. Yol boyu okumak üzere çantasına bir kitap attı. Artık hazırdı.
Sabahın erken saatleri olmasına karşın havaalanı kalabalıktı. Yüzünün neredeyse yarısını kaplayan güneş gözlüklerini çıkarmadan işlemlerini yaptırdı. Bir saat vakti vardı. Bekleme salonunda, uçağını beklerken her zaman oturduğu pastanenin, geniş ve rahat koltuğuna yaslanıp, koyu ve şekersiz kahvesini ısmarladı, artık çok iyi tanıdığı, kocaman gülüşlü garson kıza. Her koşulda gülümseyen bu kızın yaşam amacının ne olduğunu ne olduğunu hayalinde sorgulamıştı her seferinde. Acaba evinde de böyle güleryüzlü müydü hep? Kızın bakışlarını sadece bir iki kez yakalayabilmiş, ve gözlerindeki ifadeyi tam olarak çözememişti. Belki de istememişti çözmeyi... Ayda üç dört kez, uçağını beklerken kendisine kahvesini tam istediği gibi getiren kızın bu sürekli gülümseyen yüzünün kendisini rahatlattığını biliyordu.
Çantasından kitabını ve kurşun kalemini çıkardı.
Henüz ilk kitabını okumaya başladığında, on, on iki yaşlarındaydı, babasının, "Senin için önem taşıyan cümlelerin altını mutlaka çiz.", tembihinden bu yana alışkanlık halini almıştı.
Kocaman gülümsedi garson kız, "Buyrun Sevgi Hanım, kahveniz.", diyerek masanın üstüne fincanı bırakırken, az ötede duvara yaslanmış bir genç kızın, neredeyse yüzünün yarısını kaplayan perçemlerinin aralığından simsiyah gözleriye kendisine baktığını ayrımsadı. Kısacık bir huzursuzluk duydu. Dikkatini yeniden kitabına verdi.
Henüz bir sayfa okumamıştı ki;
"Siz O'sunuz.", diyen kızgın gibi ve sanki biraz da kırgın sesin sahibine, bir çırpıda, "Kimim?", diye sordu.
"Selda" yanıtını aldığında irkildi.
Gerçek adını bilen, simsiyah gözlerini olanca gizemine karşın, güzelliğini saçlarıyla kapatmak isteyen gencecik kıza baktı. Onsekizinde varmıydı acaba? Ve artık kendisinin bile unuttuğu gerçek adını nereden biliyordu? Kızın onay bekleyen sorusunun yanıtının ne olması gerginliği ile saatine baktı, kaçmak istercesine.
"Uçağa geç kalabilirim.", diyerek masanın üzerindeki kitabını, kalemini aceleyle çantasına attı ve garson kıza seslenerek hesabını getirmesini istedi. Kahvesine dokunmamıştı bile oysa.
"Bir kez resminizi görmüştüm, saçlarınız uzundu, neşeli bir resimdi.", diye sürdürdü genç kız, kadının acelesine aldırmadan.
İçinden bu genç kıza yanıt vermek gelmiyordu.
Uzun perçemli kız;
"Babamın cüzdanında görmüştüm resminizi üç yıl önce, arkasında, "Seninim, sadece senin. Selda..., yazan resminiz..."
Kadının yüreği buz tuttu, damarlarında ki kan çekildi, yüzü sarardı ve giderek beyazlaştı. Bayılma noktasına geldiğini hissetti, kalbi duracak gibi oldu onca hızlı atmasına karşın.
Garson kız kocaman gülümsemesini hiç bozmadan hesabı getirdiği zaman, bu gülümsemenin kızın maskesi olduğununun farkına vardı. İçinde fırtınalar kopuyor, titriyordu, ancak kız o gülümsemesini hiç bozmuyordu. Nefret etti bir anda o sahte gülümsemeden... ve bir kez daha tüm maskelerden.
Başını kaldırdı, karşısında kendisini tanıyan ve belki de kendisiyle aynı duygularla sarsılan, ancak kuvvetli durması gerektiği düşüncesiyle, hiç hareket etmeden hala o kırık, kızgın gözlerle kendisine bakan genç kıza,
"Ne içersin Burcu?" diye sordu.
"Hiç" dedi genç kız.
"Otursana."
Selda, garson kıza çantasından çıkardığı parayı uzattı, "Üstü kalsın" diyerek başlarından savmak istedi.
"Teşekkür ederim Sevgi Hanım.", diyerek, artık, Selda'nın o hiç sevmediği gülüşünü alıp uzaklaştı yanlarından.
"Sevgi Altan...Muhteşem kitapların, muhteşem yazarı.", diye fısıldadı Burcu.
Yıllardır bu anı hiç beklememişti genç kız, hatta karşılaşmak hiç istemediği bu kadınla karşılıklı oturmak canını acıtıyordu. İçinde intikam hissi filan yoktu ki...
"Annem tedavi görüyor hala, ama artık eve çıkmasına izin vermiyorlar. Kendisine ve çevresine zarar vermemesi için."
Fısıldıyordu ama sesinin tınısından, Selda genç kızın annesine olan sevgisinden ve çevredeki insanların annesi hakkında, onu hiç tanımasalar bile, gerçekleri öğrenmemeleri için sessiz konuştuğunu anlamıştı.
Çok şeyler sormak istedi ama sustu... Sözcükleri sıralamayı başaramadı.
"Kardeşim annemden utandığı için ziyaretine gitmiyor, tek üzüntüsü bu." diye fısıldadı yeniden ve birden kızgınlaştı, "Aptal şey, onun bu anlamsız utancından nefret ediyorum.", diye tısladı dişlerinin arasından.
Selda suskunluğunu korudu.
Burcu babasından hiç sözetmiyordu. Neredeydi Ömer? Onları terk mi etmişti? Boşanmışlar mıydı?
Asansörün kapısı kapandıktan sonra, Selda evini taşımış, telefonlarını değiştirmiş ve en sonunda kitaplarında kullandığı Selda Sunar, gerçek adını, terkedip, Sevgi Altan adıyla yayınlamaya başlamıştı kitaplarını. Ve bir daha da Ömer'den hiç haber alamamıştı. Ortak bir arkadaşları bile olmamıştı ki... İki kişilikti onların yaşamı.
Kendisini yalnızca yazmaya adamış, yayınevi sahiplerinden başkalarıyla görüşmemek üzere ıssız bir sahil kasabasına sığınmıştı.
Şimdi karşısında, kendisine nefret mi sevgi mi yoksa başka hisler mi duyduğunu anlayamadığı bu genç insana bunları anlatamazdı. Ve asla babasını soramazdı.
Sessizce oturdular, konuşacak çok şeyi olan iki insanın, hiçbir şey konuşmamalarının ezici ağırlığında.
"Annenin rahatsızlığının nedeni ben değildim."
Sanki günah çıkarmak istemişti bir anda, dünyada en çok sevdiği varlığın kızının yüreğine seslenerek.
"Biliyorum. Benim annem hep rahatsızdı."
İnatla babasından söz açmıyordu.
Anons, İzmir yolcularını uçağa çağırdığı anda, duymazlıktan geldi Selda. Kızdan ayrılmak istemiyordu. Ya da Ömer'den...
"Uçağınız" dedi Burcu, "son çağrıydı..."
Selda o anda anladı ki, Burcu asla Ömer'den söz etmeyecekti. Sessiz bir intikam...
Yerinden kalktı, genç kıza elini uzattı.
"Çok güzel bir genç kızsın Burcu, saçların gözlerini kapatsa da... Annen için üzgünüm.", dedi.
Burcu, buz gibi soğuk eliyle Selda'nın uzattığı eli tuttu.
"Kısa saçta size yakışmış...Gözlükleriniz gözlerinizi görmeme engel olsa da...çok güzelsiniz.", dedi ve arkasını döndü.
Ters yönlere doğru uzaklaştılar.
Selda uçağına bindi, kemerini bağladı, koltuğunda arkasına yaslandı. Gözlerinden akmaya başlayan yaşların farkında bile değildi.
"Aşk...tı Burcu...", diye gülümsedi, herşeye rağmen, uçak havalanırken.
Burcu, Ankara uçağına bindi. Kemerini bağladı, koltuğunda arkasına yaslandı. Gözlerinden yaşlar akarken;
"Aşk...tı Selda. Babam hep sana aşıktı..." diye gülümsedi.
Zynep