...
"Çok memnun oldum sizinle tanıştığıma"
"..."
Utangaç ama samimi bakışlar.
"Sağol, ben de öyle. Defteri isterseniz şimdi size verebilirim. Haftasonu okur, pazartesi bana geri getirirsiniz.." diye cevaplıyor beni. Çok seviniyorum. İlk defa bir genç kızın "kendi özel"ini okuyacağım için zaten heycanlıyım ama beni en çok bu kızın "bilgece" yazdıkları ilgilendiriyor. Varsın "özel"i yine onun olsun. Acaba ne yazmış olabilir? Aşk hakkında ne düşünüyor? Tüm ilişkilerini yazmış mıdır? Nasıl bir dil kullanmış? Şiir de var mı defterde?? Ruhunu tam yansıtabilmiş mi? Kafam bu sorularla dolu.
"Ben Türkçe okuyorum; ikinci sınıf" sözü beni kendime getiriyor. "Öyle mi?", "Ben de Fizik okuyorum; ikinci sınıf" gözümü defterden alamıyorum. Ama o sanki, "gözlerimin içine bak" dercesine yüzüme bakıyor. "Bak orda sen varsın" Bakıyorum. Yine kızarıyorum. İlk defa karşı cinsten biriyle bu kadar yakın oluyor ve ilk defa bu kadar "bana bak" diyen gözlerle karşılaşıyorum. Gözleri o kadar derin ki, sanki sayısız millet toplanmış ve göğün göğsüne bir delik açmış gibi. Sol üst dudağındaki küçük beni yeni farkediyorum. Ona farklı bir kimlik sağlıyor sanki. Küçücük, ona özel, ona uyumlu ve her dudağını büzdüğünd eşekilden şekile giren bir ben.
"Benim derse yetişmem lazım. kendinize iyi bakın. Defteri merak etmeyin. Pazartesi yine burda görüşelim" diyorum heyecanlı bir şekilde. "Tamam, siz de kendinize iyi bakın. Yalnız sizden bir ricam var. Orda tamamiyle benle ilgili olan, asla bir başkasına söyleyemeyeceğim özel şeyler var. Yani 'çok özel.' Ne olur bir başkasına söz etmeyin. Ve lütfen beni 'en özelini okutacak kadar düşük biri' olarak algılamayın. Sizi çok samimi gördüm ve inanın defteri size vermek içimden geldi gerçekten.." dedikten sonra yüzüme bakıyor, "Ne dersin?" bakışları bunlar, anlıyorum. "Merak etme. Kimseye söz etmeyeceğim. Çok fazla özeline girdiğin yerler gelirse karşıma ve ben onlar olduklarını anlarsam okumadan atlarım" diyorum onu biraz rahatlatmak için.
"Çok iyisin Yavuz ve de anlayışlı.."
"Teşekkür ederim. Sen de öylesin Asya.."
Ve gidiyor. Ardından bakakalıyorum. Bir yandan da "Acaba ben olsaydım günlüğümü hiç tanımadığım birine okutur muyum? Ha bi de karşı cinsten biri olsaydı acaba tavrım ne olurdu" diye düşünüyorum. Yavaş yürüyor. Sanki bir ara dönüp bana baktığını sanıyorum. Baktı. Ya da bakmadı, ben öyle sandım, hani filmlerde olur ya. Uzaklaşıyor, görüntüsü giderek silikleşiyor. Kayboldu. Gitti.
Akşamı zor ediyorum. Gıcık matematik hocası, geveze sınıf arkadaşları ve kantindeki cılız "beğeni" bakışları. Aklım defterde. Kimseye baktığım da yok, dinlediğim de. "Hıı.. Ne dedin, duymadım Selim ya.." "Lan olum neyin var senin? Sabahtan beri almışsın eline kırmızı bir defter, çocuğun gibi koynuna almışsın. Bırak şunu da biraz bize takıl. Bak, İsmail kral nasıl da çapkınlık yapıyor" diyor Selim; halimi ancak bu cümlelerle anlatıyor. Dersler bitiyor. Kimseyi beklemeden eve koşuyorum. Yol bitmek bilmiyor.
"Yemek yemiyor musun Yavuz? Sofra hazır" Söyleyen teyzem. "Hayır yemeyeceğim. Ben okulda bir şeyler atıştırdım" diyorum. Tabi küllüyen yalan. Sabah kahvaltısı bile yapmamışım. Ne öğle yemeği ne de akşam yemeği. Aklım sadece defterde. Bir an önce odama kapanıp, kapıyı da kilitleyerek okumak istiyorum defteri, Asya'yı. Üst baş değişimi derken, işte defterle başbaşayım yine. Ama artık "okuma" iznim var. Okumamam için bir sebep yok. Var aslında; akşam namazı! Namazı kılıyorum ama aklım defterde ne yazık ki! "Affet Allah'ım!"
Daha önce açtığım ilk sayfasını elim titreyerek açıyorum. Üstte büyük harflerle "Yüreğimin Dilekçesi Günlüğüm" yazıyor. Hemen altında mavi kalemle yazılmış, kimisi eğri büğrü kimisi düzgün harflerle 9-10 satırlık yazı. En altta da Asya ...... yazıyor. Ve imzası. Günün tarihi ve yazının yazılış saati dakikası. İlk satırları adeta harf harf kelime kelime heceleyerek okuyorum. Her cümlenin sonunda duruyor, Asya'yı hayal ediyorum. Yazılan cümle ile onun arasında bir bağ kurup onu daha iyi tanımak istiyorum. Günlüğün önsüzü diyebiliriz buna. "Acaba ben yazmıştım günlüğümün ilk sayfasına?" diye düşünüyorum. Hatırlamıyorum tabi. Birlikte okuyalım ey okur:
"Aşk denen şey büyük bir hayal kırıklığıdır aslında. Elinize geçer kıymetini bilmezsiniz, elinizde olmaz köşe bucak ararsınız. Ya arayan hayal kırıklığına uğruyor ya da bulan. Ben de öyleyim. Arıyorum ve artık hayal kırıklığına uğradığımı itiraf edebilirim. Günlük tutma fikri aşkı yazma fikriyle geldi bana. Aşkı yazmak için günlük tutuyorum. Hiç tatmadığım ama yüreğimin derinliklerinde yanarak yaşadığım aşkı yazacağım ben. Belki kimse okumayacak, belki herkes okuyacak. Olsun, ben yazayım da içimde kalıp beni yakmasın da. Ne olur kızma bana günlüğüm. Belki her gün yazamayacağım ama bil ki sana yazdıklarım, kendime bile itiraf edemediğim, diğer insanların asla bilmedikleri şeyler olacak. Taki 'okumayı hakkeden biri' çıkana dek saklayacağım seni. Ruhuna yazıp dilekçe adı vererek vicdanlara havale edeceğim seni. Kararı onlar versin. Ben yaşıyor muyum, yoksa yaşamıyor muyum aşkı, diye..."
Meraklısına Not: İkinci hikade de sanırım çok fazla şey yazamadım. Okurlar beni mazur görsünler. Bundan sonra yazacağım ve elbette ki artık son olacak olan iki 'devam'ı daha yazıp bitireceğim. Sabredip okuyan herkese şimdiden teşekkür ederim. Sevgiyle.. Yavuz...