... Defterine satırlarını yazdıktan sonra, heyecanla olanları düşünmeye ve "nerede olduğunu" tahmin etmeye çalıştı.. "Evet" dedi, "Sanırım o da bana karşı bir şeyler hissetti.. Yoksa öyle bakmasının anlamı neydi? Gözgöze her geldiğimizde öyle içten baktı ki.." Kakltı, defteri ailesinden sakladığı o gizli bölmeye güzelce yerleştirdi.. Balkona çıktı, oturanları görebiliyordu.. Onun kime baktığı ise zaten belliydi; biricik sevdiği, narin kelebeği, nazlı ceylanı, beyaz güvercini Nisanur'a bakıyordu.. Nedense bakmıyordu şimdi.. Bozuldu biraz ama onun utanabileceğini düşünerek hakkını da vermeyi ihmal etmedi.. Oturanların arasında yer alan yengesi, aynı zamanda kızın da halasıydı.. Yenge Fidan kalktı geldi yanına.. Yengesi, Recep'in hayatında en samimi olduğu insandı.. Karşı cinsle ilgili konuşacağı çok şeyi olmasa da başka her konuda çok iyi anlaşırlar, yengesi de kendi sorunlaırnı ona açıyordu çoğu zaman.. O da hep, sabır etmesini ve Allah'ın çizdiğinden başkasının olamayacağını belirtiyordu.. Fidan, "Recep ne oldu sana böyle? Rengin değişmiş.. Yoksa Nisanur aklını mı aldı utangaç çocuk?" diye takıldı.. Aslında gerçekleri söylediğinin farkındaydı ama yine de o güne kadar hep "farklı" olan Recep'in birden bire nasıl böyle "yumuşadığını" alaylı şekilde anlamaya çalışıyordu.. "O da senden hoşlandı" dedi Fidan.. Yüzü kıpkırmızı oldu Recep'in.. "Onun da yüzü kızarıyor.. Seni görünce gözlerinin içi gülüyor" dedi.. Böyle böyle akşam oldu.. Sabah oldu ve Nisanur artık gidecekti.. Recep, arabanın kalkacağı yere gitti; akrabalarını yolcu etme bahanesiyle!.. Herkes arabaya bindi, o bir saniye bile kaçırmadan ona bakıyordu.. Her halini hafızasına kaydediyordu adeta.. Gözleri, gülümseyişi, dudaklarını büküşü, minik parmakları, başında özenle sarılmış örtüsü kısaca her şeyini anında hafızasına alıyordu.. Yanına yaklaştı, "iyi yolculuklar Nisanur.." dedi, kalbi yerinden fırlayacakmışçasına.. "Sağol.." dedi Nisanur.. Ama sanki biraz soğuktu, "Sağol.." Yüreği burkuldu.. Araba yol aldı, gitti gitti ve gözden kayboldu.. Recep eve döndü.. Yengesi ona, "Aşkam biraz Nisanur'a takıldım.. Recep seni, sen de Recep'i sevdin diye.. Nedense çok kızdı.. Seni sevdiğinden adım gibi eminim.. Şimdiye kadar onun da hiç erkek arkadaşı olmamış, biraz çekiniyor galiba ama ne bilim sanki bu kızda negatif bir şey var gibime geldi.." dedi Fidan, hayal kırıklığına kendisi uğramışçasına.. Recep'in ruh haline düşünmek bile istemiyorum şu anda bu satırları yazarken, "yazan" olarak.. Tek kelimeyle söyleyelim o an ve daha birkaç ay daha devam eden halini: "Ö-lüy-dü.." Yaklaşık iki-iki buçuk ay devam eden bu zaman diliminden sonra yengesi Recep'e, onun telefon numarasını verdi ve aramasını, her şeyi açık açık konuşmasını söyledi.. Recep kabul etti.. Telefona bol bol kontör yükledi, mübarekler çabuk bitiyordu zira.. Telefonu eline aldı, numarayı kaydetti ilk önce.. Adını "Meleğim" koydu.. Kalbi takır takır atıyordu.. Her an düşüp kalpten gidebilirdi, dilini ısırmasaydı eğer.. "Allah'ım bana yardıme et.. Nasıl konuşacağımı bilmiyorum.. Ne olur yardım et.. Onu ne kadar sevdiğimi bir tek sen bilirsin.. Yardım et.." diye fısıldadı.. Karşı taraftan bir klik sesi çıktı ve "efendim.." dedi.. "Efendim..", dedi Recep.. Sesine bitmişti, bayan deyimiyle.. "Şey.. Merhaba Nisanur.. B.. Bbb.. Ben Recep.. Nasılsın?.." dedi ve derin bir nefes çekti, onun duymaması içn yavaşça.. Karşı taraf, "Merhaba.. iyiyim, sen nasılsın?.." dedi.. Recep, "iyiyim" dedi, "sana bir şey söylemek için aradım.." Dizlerinin titrediğini, ellerinin terlediğini, kulaklarının yandığını hissetti Recep.. "Bak Recep.. Eğer söyleyeceğin şey,beni sevdiğini söylemek ise hiç söyleme sen.. İstemiyorum.. Senle olmaz.." dedi telefonun öbür ucundaki Nisanur.. Recep yıkıldı.. Gözlerinden iki keskin damla yaş döküldü.. Yanaklarından süzülüp ağzına girdi; tuzlu.. "Ama.. Şey.. Ben, ben seni.." diyebildi ancak.. "Sevgin umurumda değil Recep.. İstemiyorum o kadar.. Beni bir daha sakın rahatsız etme.." dedi Nisanur.. Recep, bir şey diyemedi.. Kelimeler boğazında yumruk olmuştu adeta.. O söz yazarı, okulun en iyi şiir yazanı, okuduğu ilde il birincisi olmuş kompozisyonun sahibi tek kelime edemedi.. Telefonu yavaşça kapattı.. "Niye böyle yaptı ya? Ben onu çok seviyordum ve onun da bana karşı boş olmadığını biliyorum.. Ama neden, neden böyle yaptı? Başkası olsaydı hayatında bana öyle bakmazdı ki, yüzü öyle kızarmazdı ki.." dedi, kendini teselli ederken Recep.. Hikaye burda başlıyor aslında.. Recep'in yürek yakan hikayesi.. Ama bu kadar yeter, zira Recep çok konuşulmayı, çok göze batmayı ya da göze girmeyi sevmiyor.. Hatta öyle ki dikkatlar üzerine gelmesin diye asla renkli giyinmez.. Renkleri bellidir; donuk mavi, maviyle karışık beyaz, morun her türü gömlekler, ve asla giymediği kolsuz tişörtler.. Recep şimdi, o olaydan kimbilir kaçıncı gün ve aydan sonra tekrar defterinin başında işte.. Birkaç satır yazmış, birlikte okuyalım:
ah meleğim
öylesine çok sevdim ki seni
güllere dokunan bülbül ağladı halime
leyla kalktı ağıt yaktı, ferhat kazmasını suya attı, mem aşkının peşini bıraktı
ben seni sevdim seveli
yağmur muydun sen, rüzgar mı bilmem
geldin
gittin
ağlasam gülmek sanılıyor
gülsem deliyim sanılıyor
sen
sen bu halin sebebisin
bu efsanenin iki kahramanı yok
yalnız ben varım
yüreği sokaklarda un misali
dağılmış ben
sensiz bir yaşayan olan
ölü ben
Hayal'in Notu: Hikaye burda bitmiştir.. Devamı roman olmayı bekliyor...