...
46 yaşındaydı Esra. Kocasından boşanalı iki yıl olmuştu. 24 yaşında adı Oğuz bir oğlu ve bir de 20 yaşında Gamze adında kızı vardı. Boşanırken kocasıyla anlaşmış; tüm birikimlerini ortak olarak paylaşmışlardı. Anlaşma gereği kız annesinin yanında kalacak, oğlan ise babasının yanında kalacaktı. Fakat her istedikleri zaman, biri diğerinin yanında kalabilir, sürekli görüşebilirlerdi. Oğuz üniversiteden yeni mezun olmuş, işinin başına geçmişti bile. Gamze ise henüz üniversiteye hazırlanıyordu. İstanbul Ümraniye bölgesinin hatırı sayılır bir dersanesine gidiyordu. Esra, oğlunu da kızını da çok seviyordu ama oğlunun babasını tercih etmesine çok içerlemişti. Konu açıldığında Oğuz, "Ben babamla kalırım" deyip kesmişti sözlerini. Esra ise annesine daha düşkündü. İkinci girişiydi ama bir türlü kapağı üniversiteye atamamıştı. Zaten Oğuz işe başladığından beri-makine mühendisi- annesine pek uğramıyordu, kardeşini de eskisi kadar arayıp sormuyordu. Herkes duruma alışmış bu iki yıl süresinde ve yeni ufuklara açılmıştı. Bu arada söz konusu ailenin muhafazakar bir aile yapısına sahip olduğunu da ekleyelim sözlerimize. Zira Esra'nın hikayesi bununla epeyce alakalı!
Esra, kocasından boşandığından beri çok yalnız kalmıştı. Ama yine de, "sevmediği ama katlandığı" kocasından kurtulduğuna sevinmişti. Üstelik malların tümü de eişt olarak pay edilmişti. Bu da sevindiriciydi. Ama dedik ya çok yalnız kalmıştı. Sabahları uyandığında karşısında bir çift göz görmemek onu deli ediyordu. Kocasını sevmiyordu ama evde onun varlığı güven veriyordu kendisine. Sonra "ihtiyaçlar" da vardı elbette; kadın ve erkeğin içinde saklı cinsi düşüncelerden doğan ihtiyaçlar! Şimdi kocası yoktu ve Esra, bu geçen iki yıl boyunca bu yalnızlığı öyle böyle atlatmıştı ama artık canına tak etmişti. Dayanamıyordu. "İytiyaçlar"ı vardı ve sevgi sözlerine ihtiyaç duyuyordu. Onu sevecek, saracak, koruyacak, ona iltifat edip şımartacak, güzelliğinden dem vuracak, sımsıkı sarıp saracak birini çok ister olmuştu son zamanlarda. Boşanmadan önce devamlı kıldığı namazları da son birkaç ayda bırakmış, eski fikir ve düşüncelerinden yavaş yavaş sıyrılıp, yalnızca "nefsani" duygularını tatmin etmek istiyordu.
Ne yapacağını düşünen Esra, çevresinin ve medyanın da etkisiyle, chat'e merak sardı. "Belki kendime uygun birini bulurum" düşüncesindeydi. İlk zamanlar pek kimseyle karşılaşmasa da sohbet odalaırnda, bazen taciz edilse de sözlerle, sonra buldu aradığını! Bu; 21 yaşında kendi semtine yakın bir yerden adı Atilla olan gençti. Evet arada 25 yaş farkı vardı ama Atilla sobetlerinde bunun sorun olmadığını tekrarlayıp duruyordu. Esra, ilk başta çekingen davransa da, eMeSeN'de konuştukça sevmişti Atilla'yı; evet sevmişti! Atilla, ona öyle övgüler düzüyordu ki yıllar yılı ne kocasından ne de başka bir yerde duymuştu. Atilla onun güzelliğinden konuştukça, onu sevdiğini, beğendiğini, arzuladığını söyledikçe, o kendinden geçiyor, onunla ilgili hayallere kapılıp gidiyordu. Yaşı artık Esra da önemsemiyordu. Sevgi ihtiyacı, sevilmek, iltifat edilmek ihtiyaçları karşılanıyordu; gerisi boştu nasılsa! Atilla'yı gittikçe daha çok arzulamaya başladı.
Geceler boyu süren konuşmalardan sonra Atilla görüşmek istediğini söyledi. Çok heyecanlandı Esra; öyle ki artık bir kocası varmış gibi heyacana kapılıyordu. "Evet" dedi Esra, "Pazar günü bana gel. Kızım babasında kalacak. seni bekliyorum sevgilim.." Artık sevgili olmuşlardı, aralarında konuşulmadık hiçbir şey kalmamıştı. Her şeyi konuşmuşlar, her konu hakkında yorumlarda bulunmuşlardı. İyi anlaşıyorlardı!
Nihayet pazar günü geldi. Esra, o gün erkeknden kalkmış eve çekin düzen vermişti bile. Çiçekleri odanın en güzel köşesine yerleştirmiş, "sevgilisi"ni en güzel nasıl memnun edeceğini düşünüyordu. Güzelce giyinip süslenmişti tabi. Kapı çaldı; gelen Atilla! Öpüştüler; çok hoşuna gitti Esra'nın bu hareket. Muhafazakar zamanlarında taktığı örtüsüyü de atmıştı artık. Her şey yolundaydı!
Oturup hal-hatır soruldu. Mutluluğunu gözlerinden okunuyordu Esra'nın. Görünüşe bakılırsa Atilla da çok mutluydu ama nedense internette olduğu kadar çekingen davranmıyor, istediği gibi hareket ediyor ve bunları yaparken Esra'nın da ona katılmasını istiyordu. Esra artık her şeyin olacağını anlamıştı. "Olsun. Çok seviyorum. hatta bana eğer istersen senle evlenirim bile dedi. evlenirim ben de onunla. Param çok evim arabam var. O da beni istiyor ya daha ne olsun" diye düşünüyordu. Sonra kaptırdılar kendilerini. İkisi de nefislerinin gereğini en iyi yapmaya çalışıyorlardı. Akıllarında hiçbir şey yoktu; cinsi istek ve tutkulardan başka...
(...)
Yorgun bir şekilde gözlerini açtı Esra. Yataktaydı, kendini çok yorgun hissediyordu. Ama yine de içinde tarif edilemez bir mutluluk vardı. Ama Atilla yatakta değildi. "Banyoda olmalı" diye düşündü Esra. Kalktı, günah ayininden kalma halini düzeltip, üstünü giyindi. Banyoya baktı; ses yok! Evin her tarafına baktı Atilla yoktu. Birden içine bir korku düştü. "Nereye gitti acaba?" diye hızlı hızlı sorular sormaya başladı kendi kendine.
Hızlıca yatak odasına koştu. Evet orda işte! Masanın üstünde bir kağıt var. Demek ki Atilla'cığı işi olduğu için çıkmış, ona da not bırakmıştı. Kağıdı aldı, salona geçip koltuğa yerleşti. Okumaya başladı. Okudukça heyecanlandı, korktu, üzüldü, pişman oldu, ağladı...
Şu cümleler beynine kazınmıştı adeta: "Bak Esra senle iyi başladık iyi bitirdik bence. Sanırım sen, benim sana aşık olduğumu ve senle evleneceğimi düşündün. Hepsi yalandı inan bana. Ben işimi gördüm gidiyorum. Hem sana mı kaldım ben? Senin gibi yaşlı ve çirkin biriyle evlenmektense, kendi yaşımda biriyle evlenirim daha iyi. Paran da pulun da senin olsun. Derdim seni yatağa atmaktı; onu da başardım sayende. Bence bu durumun suçlusu sensin. Benimle hemen hemen aynı yaşta kızın var ve sen utanmadım benimle olmaktan. Beni de unut. Artık Atilla diye biri yok. Eğer peşime takılırsan seni de kızını da mahvederim. Eski kocana da oğluna da her şeyi olduğu gibi açıklarım. Muhteşem anlar için teşekkürler... Atilla"
Ağlıyordu Esra. Gözyaşları sel olup akmıştı adeta. Sessiz sessiz değil, bağıra bağıra ağlıyordu adeta. Kalktı, pencereye yaklaştı. Yedinci katta bulunan evinin penceresini açtı. Dışarı şöyle bir süzdü, "Ben bu güzel havayı hakketmeyecek kadar pisliğe bulaştım" dedi, bağırarak. Pencereye tırmandı, vücudunu dışarı doğru taşıdı. Sonra bırakıverdi kendini sonsuz boşluğa.
Düşerken dilinden bir tek kelime duyuluyordu, çok yüreklerin yandığı denizler ötesinden: "Affet beni Allah'ım..."
NOT: Belki de "uygun olmayan" sözcüklerle bir durumu anlatmaya çalıştım. Okuyanlardan bunun için özür dilerim. Ama zamanımızda çokça yaşanan olaylardan birini başka nasıl anlatırım gerçekten bilemedim. Herkese sevgiler, saygılar...