Gölgemdeki Ben

  • Konbuyu başlatan korsan
  • Başlangıç tarihi

Konu hakkında bilgilendirme

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Kim, Neyi, Nasıl Başardı? kategorisinde korsan tarafından oluşturulan Gölgemdeki Ben başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 11,894 kez görüntülenmiş, 20 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Kim, Neyi, Nasıl Başardı?
Konu Başlığı Gölgemdeki Ben
Konbuyu başlatan korsan
Başlangıç tarihi
Cevaplar
Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan morkelebek
K

korsan

Kullanıcı
18 Kas 2007
En iyi cevaplar
0
36
Gaziantep
Bebeklikten çıkmıştım artık. Okula gitmeme sayılı günler kalmıştı. Ben çok sevinçliydim. Yeni yeni arkadaşlıklar kuracaktım. Ama ilkokul yıllarım çok sönük geçmişti.Yavaş yavaş mahalleye çıkıyorum fakat insanlarla konuşamıyordum. Hatta mahallede annemi gördüğüm zaman bile kaçıyordum. Sanki insanlar bana farklı bir gözle bakıyorlardı. Ve onların gözlerinin içine bakamayacak kadar kendimde özgüveni bulamıyordum.

 
Çocukken herkesin hayalinde futbol oynamak yatardı ve futbol mahallede 15 – 16 kişiyle oynanırdı. Ama ben onu tek başıma oynamaya mecbur etmiştim kendimi. Ben sadece mahalle maçlarının devre aralarında susayan çocuklara su getirirdim. Ben onların gözünde:

 
Mazlum şuraya depar at.

 
İki ekmek al.

 
Şuradan bize iki litre gazoz al denen kişiydim.

 
Ha bu arada unutmuşum, adım Mazlum. Yaşantım gibi ismim de birbiriyle örtüşüyor. Neyse biz konumuza dönelim. Bir arkadaş meclisinde herkes kendi fikrini söylemek için yarışırken, sıranın bana gelmesine kalmadan izin isteyip koşa koşa lavaboya gidiyordum. Lavabodaki aynaya bakıp kendime kızgınlığımı göz bebeklerimden hissediyordum. “ Kendi fikrimi söyleyemem.” diyordum inadına. İnsanları kendimden kendi elimle uzaklaştırıyordum.

 
Hiç unutmuyorum. İlkokul öğretmenimiz Metin GÜÇLÜ bana bir matematik dersinde, sınıfın içinden beni seçip tahtaya kaldırmış ve bana o muazzam soruyu sormuştu:

 
Oğlum Mazlum iki kere iki kaç eder?

 
Ben bir tahtaya, bir masaya bir de sınıfa bakıp duruyordum. Ama hiç kendime dönüp içime bakmıyordum. Çünkü kendimi hiç yerine bile koymuyordum. Aslında içimden bir ses:

 
— Hadi Mazlum cevapla şu soruyu da etrafına dolanmış şu zincirleri kır diyordu. Her şeyin başında olduğu gibi içimden bir ses hep “ama” diyordu. Metin öğretmen tam on dakika boyunca bana aynı soruyu sordu. Ben ise öretmenin gözlerinin içine bakarak, içimden:

 
“BEN GELİŞMEMİŞ BİR ÜLKEYİM.” diyordum.

 
Teneffüse çıktığımızda bile arkadaşlarım kendi aralarında konuşup bana garip garip bakıyorlardı. Hayatın ne kadar garip olduğunu okulun tuvaletine gidip hüngür hüngür ağladığım bir tek oranın kalebodurları bilirdi.

 
Bu sıkıntılarla gelgitler yaşarken ortaokula geçtim. Ayrı bir okul farklı bir ortamdaydım. Aslında bunların benim için hiçbir önemi yoktu. Çünkü kendimi ifade edemiyordum. Dışarıdan bakıldığında kendiyle yüzleşen, problem çözen bir insan profili çizsem de daha sonra ortaokul yıllarında kravatlı ve ceketli bir öğrenci vardı. Ben hala 80’li yılların imajını ayakta tutmaya çalışan II. Emrah rollerindeydim.

 
Rahat bir şekilde kravatımı açıp ceketimi çıkartıp gezemiyordum. Çünkü benim babam öğretmendi. İnsanları onun oğlu olduğuna inandırmam ve ona layık bir evlat olmam gerekiyordu. Aslında ben kendime değil başka ülkelere çalışan bir sömürgeydim. Belki de bundan dolayı kendime olan güvenim yoktu.

 
Artık çocukluk elbisesini çıkarmış, ergenlik kaftanını giymeye hazırlanıyordum. Ve tarihi gün geldi. Beden eğitimi dersinde herkes sıraya girmişti. Ben de oradaydım. Öğretmenimiz ağırbaşlı ve efendi bir öğrenci olduğum için ilk dersi benim üzerimde göstermek istedi. Beni yanına çağırdı. Kırk kişinin önünde “sağa dön” dediğinde ben sağımı solumu karıştırmıştım. “Salak ile Avanak” filmindeki Salak gibi öğretmene yöneldim. Ne tarafa dönmem gerekiyor der gibi öğretmenin yüzüne bakıyordum. Öğretmen beni kendi elleriyle sağa doğru çevirdi. Ancak bütün sınıf gülmekten yerlere yatıyordu.

 
Kendi kendime hep soruyordum neden diye? Belki hep yanlış soruyu sorduğum için ilerleyemiyor, kendimi aşıp karşı dağlara koşamıyordum. Zaman geçtikçe kendimden nefret ediyordum. Seneler sonra bu düşüncemden ötürü utanacağımı bilmeden başım öne eğik eve doğru yürüyordum. Yürüdükçe hırslanıyor, sinirleniyordum.

 
Patlamaya hazır volkan misali eve geldim. Üstümü dahi değiştirmeden evdeki dört yerinden yamalı futbol topunu alıp dışarıya çıktım. En sert şutlarımı çekmiştim. Topa vurdukça vurasım geliyordu.

 
Aslında kendi benliğimi de böyle ezdiğimin ve incittiğimin farkında değildim. Topa vururken, kendime de vuruyordum. Kendime de bir çelme ben atıyordum. Ayağım kızarana dek topla cebelleşmiştim. Çok yoruldum. Ardından eve gittim. Kimseye görünmeden odama girip yattım. Her şeyi unutmak ve uyumak istiyordum. Gözlerimi kapattıkça geçmişim gözlerimin önüne geliyordu. Bir ara dalmışım. Uyandığımda sanki senelerce uyumuş gibiydim.

 
Saat 12.30. Kendimi farklı görmeye çalışmama rağmen artık bir liseliydim. İnsanlara bakıp günaydın demeyi bile içimden söylüyordum ben. Lise değişik bir ortamdı ve herkes özgür hareket ediyordu. Lisede daha ilk günden alay konusu olmuştum. Unuttunuz mu? Adım Mazlum’du. Herkes acıların çocuğu Mazlum, hadi bir türkü patlat da dinleyelim diye alay ediyordu. Ben ise kendi benliğimi ortaya koyup ben Mazlum değilim diyemiyordum.

 
O sıralar eve gelip giderken hep kendi kendime sorular soruyordum. Bir gün hedefimin olmadığı gördüm. Ardından kendime bir hedef koymayı düşündüm. Ama bu sadece düşünmekle kaldı. Lisede arkadaşlarla konuşurken pinpon topuna bakar gibi hep arkadaşlarımı dinliyordum. Onların konuşmalarına konu mankeni gibi bakıyordum. Yani yine bir şey değişmemişti.

 
Lise bitmiş ve ben üç sene bir mağazanın ayak işlerine bakmak için çalışmıştım. Hep kendimden ödün verip insanlara iyilik yapmakla geçirdim bu üç yılımı. Artık canıma tak etmişti.

 
İnsanlara dönüp baktığımda dışarıda çok sosyal olan bir insanın bile yolda yürürken başını öne eğerek gittiğini ve tek başına kaldığında kendilerini bir hiç yerine koyduklarını gözlemledim. Sadece ben değildim özgüven eksikliği olan, insanların da içinde özgüven eksikliği hissettiklerini görmüştüm. Babamın yakın bir dostunun eğitim ve danışmanlık merkezine geldiğimde orada Murat hoca ile tanıştım. Kısa bir zamanda dost olmuştuk onunla. Kendimi anlatıyordum ona. Anlattıklarımın sorun olmadığı söylemişti. Şaşırdım. Hatta bunların çözümünün çok basit olduğunu söylüyordu.

 
Bir dost eliyle bana bir kitap uzattı. Sadece “Oku” dedi. Zaten her şey kitabı alıp eve gitmemle oldu. Eve gittiğimizde televizyonu açtım ve dizileri sıra sıra izlemeye koyuldum. Babam da kitabı getirip televizyonun yanına diklemesine koydu. Herhalde içinden “ Oku adam ol baban gibi” diyordu. Ben arada bir televizyona bakıyor, gözüme iliştiği için arada bir de kitaba bakarak yazarın ismiyle dalga geçiyordum. Gecenin ilerleyen saatlerinde tam yatağa girip ışıkları söndürdüm, uyumaya çalışıyordum. Birden kitabın yazarı ve kitap ile ilgili enteresan cümleler kurup kafiyeli şeyler uydurduğumu düşündüm. İnanılmaz bir şekilde ayağa kalkıp kitaba doğru yöneldim. Hiçbir kitabın adıyla ve yazarıyla bu kadar kafamdan alış veriş yapmamıştım. Murat hocanın oku sesi kulaklarımda çınlıyordu desem “Hadi len” dersiniz biliyorum ama bu gerçekten oldu. Gece 01.00’de kitabı okumaya başladım. Hayatımın geri kalan yirmi yılı boyunca hiç kitap okumamıştım.

Belki de Murat hocanın o iyilik dolu halini gördüğümden okumak istedim. Nasıl oldu bilmiyorum ama kitabın yarısından fazlasını bir buçuk saatte okudum ve tek düşündüğüm şey benim öteki insanlardan ne farkım var oldu. Sabah dedemlere kahvaltıya gidecektim. Çok geç oldu diyerek yatağa girip uyudum. Sabah kalktığımda koşa koşa kahvaltıya gittim. Kahvaltıyı yaptıktan sonra dedemlerde 4–5 saat otururdum. Bu kez farklıydı. Yarım saatte kahvaltıyı yaparak ayağa kalktım ve ben gidiyorum dedim. Dedem dönüp baktı. Dedemin kendine has bir koltuğu vardı, çünkü dedem rahatına düşkün bir insandı. Her zamanki gibi televizyonu seyrederken gözlüğünün altından o manalı bakışlarını bana dikti:
— “Nereye gidiyorsun?” dedi. Ben de ona “kitap okumaya” diyince dedemin gözleri iyice irileşti. Ne okumaya gidiyorsun dedi şaşkın bir ifade ile. Anlamadığını düşünerek dedeme tekrar kitap okumaya dedim. Dedem hızla ayağa kalktı. “Hadi be aslanım sen bu işi yapacaksın.” Dedi. Ardından elime 5 YTL sıkıştırdı. Tabi ben durur muyum hemen düşündüm. Her kitap başına 5 YTL alırsam köşeyi dönerdim. Koşa koşa eve gittim.

 
Kitabı büyük bir merak ve ilgiyle okudum. Kitabı bitirince ben bile şaşırmıştım kendime. Acaba nasıl bitirmiştim bu kitabı? Bitirdiğim zaman artık hayata farklı bakıyordum. Çünkü kitabın yazarının öteki insanlardan daha doğrusu bizlerden farkı ne diye düşünüyordum. Daha doğrusu benim o insandan eksiğimin ne olduğunu araştırmaya başladım. Bunların cevaplarını mutlaka bulmam gerekiyordu. Eninde sonunda buldum cevaplarını tüm sorularımın.

 
İlk bulduğum cevap yazarın bizlerden farkı düşünüyor, düşündüğünü uyguluyor ve uyguladığını yaşam biçimi haline getiriyor olmasıydı. İkinci soruma bulduğum cevap ise benim tek eksiğimin ilhamı beklemek olduğunu gördüm. İlhamın beklenilecek bir şey olmadığını, yola çıkıp adım atmakla olacağını düşündüm. Attığım adım benim ilhamım olacaktı. Bu cevabı bulduktan sonraki gün Murat hocanın yanına gittiğimde onun o sevgi dolu ve o ışıl ışıl dünyasından bana merhaba dediğini gördüm. Bana her kez “merhaba” diyordu ama Murat hocanın bana “Merhaba” demesi diğerlerinden farklıydı. Sebebi ise Murat hocanın kişilik olarak bana yakın olmasıydı.

 
Bu kanıya nerden vardığımı sorarsanız en basitinden bir çay ikramından anlatabilirim. Ben insanlara bir şey ikram ettiğimde onlara fazlasını veririm azını da kendime alırım. Şimdi bunu biz de yapıyoruz diyebilirsiniz. Sizlerden çoğunuz insanlara iyi görünmek için yapıyorsunuz. Bunları aslında gönülden yapmak çok önemlidir. Ben Murat hocanın çay ikramında az olanı kendisinin aldığını, çoğunu da bana gönülden verdiğini gördüm. Bu da bir dostun, bir eğitimcinin ne kadar gönülden olduğunu gösterir ama illaki anlamak istiyorsanız Murat hocanın ve onun kadim dostu Ekrem abinin gönlünden ısıtıp size sundukları bir bardak çayı içmenizi isterim. Çünkü ben ofise geldiğimdeki bakışı bana artık neden yerinde duruyorsun sen de ‘Merhaba’ de hayata diyordu. Hayatı boyunca hiç kitap okumamış olan ben, yani Mazlum o kitabı iki günde bitiriverdi.

 
Artık neden sorusunu değil, ben kimim, nereden geldim, ne amaçla gönderildim, hedefim neydi sorularını arayan ve araştıran bir insan oldum. Çünkü insan bir kırmızı gülü koklamak uğruna ayağının altındaki bütün beyaz gülleri ezip geçiyordu. Eğer ben, her ne kadar eksik ve yanlış da olsa sorular sormayıp bu güvensizliğimi nasıl yeneceğimi kendime sormasaydım, karşıma ne Murat hoca çıkacaktı ne de o kitap benim içimdeki devi uyandıracaktı. Artık bütün eksikleri kalemi elime alıp yazıyor, ne yapmam gerektiğini düşünüyordum.

 
Birden yapraksız bir ağacın koskocaman bir hiç olduğunu gördüm. Bir hedefim yoktu, gerçi ben bunu daha önce de söylemiştim kendime ama hiçbir şey yapmamıştım bunun için. Hemen işe koyuldum. İnsanların da benim gibi sıkıntı çekmesini istemiyordum. İnsanlara ben neyim, nereye gidiyorum sorularını sordurup onları özlerine döndürmek için YÖNETMEN olmayı istiyordum. Bunun için hep Murat hocadan destek alıyor, onun fikirlerini kendi içimde düşünerek hareket ediyordum. Bunun için de okumam gerekiyordu.

 
Bir işte çalışmaktan vazgeçtim. Burslu olarak bir dershaneye yazıldım. Artık insanlardan kaçmıyor, onlarla muhabbet etmek için sabırsızlanıyordum. Dershanede ilk ders matematikti. Kendimi ispatlamam için yapmam gereken bir şeylerin olduğunu düşündüm. Öğretmenimiz denklemler konusunu işlerken şu sözleri söylüyordu:

 
Arkadaşlar, 2x’i karşı tarafa atar, 2 ile de 2’nin çarpımından dedikten sonra sözünü tamamlayamadan hayata merhaba çığlıkları atan bir bebeğin edasıyla:

4 diye bağırdım.

Herkes bana bakıyordu. Umursamadan cevap vermenin mutluluğuyla sıraya oturdum. Ben de başarabiliyordum. Bunu görmüş oldum. Dersler bitti dışarıya çıktım. Murat hocanın yanına gidiyordum ki bir şeyler aklıma geldi. Dik yürümeliydim ve insanlara “Merhaba” demeyi öğrenmeliydim. Murat abinin bana her defasında “merhaba” demesinden esinlenerek ben de insanlara merhaba demeyi öğrenmek istiyordum. Bu benim için çok önemliydi. Eğer Mazlum matematik dersinde sorulan bir soruya cevap verdiyse, bunu da yapmalıydı.

 
Heykel’in ortasında insanların yüzüne gülümseyerek baktım. Onlara merhaba deyip hayata sımsıkı sarılmayı öğrendim. Artık yolda giderken duruyor, sağa dön komutunu verip insanların içinde sağa dönüyor, kendi yoluma devam ediyordum.

 
Bunları yaparken yani masaya yumruğumu vurup kendime geldiğimde 20 yaşındaydım. İnsanlara daha fazla bilgi vermek istiyordum. Bunun için kendi eksikliklerimi gidermeliydim. Murat hocanın yanına gidip bu eksikliklerimi konuştuk. Artık kendime olan güvenim gelmişti. İnsanlarla konuşuyor, muhabbet ediyor ve eğleniyordum. Ertesi gün dershane çıkışı arkadaşlara seslendim:

 
—Hey millet! Şu anda konuşan vatandaş geleceğin yönetmenidir. Eğer imzamı almak için ileride kuyruğa girmek istemiyorsanız şimdiden size imzalı bir fotoğrafımı verebilirim.” dedim. Herkes dalga geçiyordu. Umrumda değildi. Bunu kendimi sınamak için yani yapabiliyor muyum sorusuna artık ben de yapabiliyorum demek için yapmıştım.

 
Sokağa çıktım ve dünkü gibi başım dik bir şekilde yolda yürüyüp yolda giden yaşlı amcaya halini hatırını sordum. İnsanlar bana garip garip bakıyorlardı. Çünkü insanların kendine olan güveni yoktu. Bunları yapan bir insanı da anormal görüyorlardı. Benim için önemli değildi. Ben herkese inat ve daha önemlisi hayata inat daha emin adımlarla ayaklarım yere basarak yürüyordum. Artık insanlar bana Mazlum demiyorlardı. Çünkü Mazlum zincirlerini kıramamış ve kendi benliğini ispat edememiş bir karakterdi benim için. İnsanlara göre yaşadığım için onu idol almıştım kendime. Arkadaşlarım artık bana Ahmet diyorlardı. Çünkü kendimden emindim ve her 2x2 sorusunun cevabını haykırarak 4 diyor, her maç yapışımda nasıl oynayacağıma kendim karar veriyor, yolun ortasında sağa doğru dönüp ilerleyebiliyordum. Aslında her şeyden daha önemli olan kendim için yaşıyor, kendim için savaşan idealist bir yönetmen olmak yolunda kendimi motive ediyordum. Çünkü ben ne dersem diyeyim insanlara verebileceğim en güzel şey kendime verdiğim içten, samimi b ir o kadar da hayat dolu bir tebessümdü. Siz de deneyin etrafınıza baktığınızda hayata ve insanlara olan sevgi dolu bir tebessümle merhaba demeyi. Size delimi diyecekler bırakın desinler. Ya Mazlum deselerdi daha mı iyi olurdu? Bence denemekte ve daha önemlisi görmekte fayda var. Bana göre gördüğüm yüzlerce hatta binlerce Mazlum var sokaklarda. Ben ismimi söyleyememekten, iki çarpı iki sorusuna cevap verememekten, insanlara “Merhaba” diyememekten ve sağımı solumu karıştırmaktan MAZLUM olduysam, sizler de etrafınızdakilerle konuşurken belki beni yanlış anlarlar diye içinizdekini dışarıya vuramıyor ve insanlara merhaba diyemiyorsanız, haydi hep beraber MAZLUM olmaktan dışarıya adım atalım.


Recep ÖZKUL 
 
D

dideM

Kullanıcı
5 Eyl 2007
En iyi cevaplar
0
0
İstanbul
Aslında ben kendime değil başka ülkelere çalışan bir sömürgeydim. Belki de bundan dolayı kendime olan güvenim yoktu.
Ne güzel tanımlamış. Böyle tanımlamaları hiç yapamam ben. Kendime bişeyleri itiraf etmekten mi korkuyorum acaba ondan mı, yoksa özgüvenim var da bunlara gerek duymadığımdan mı!
 
H

Harun

Kullanıcı
29 Şub 2008
En iyi cevaplar
0
36
İstanbul
leftinthedark.wordpress.com
Sağol mustafa süper bir yazı gerçekten. İnsanlar ne düşünür diye birşeyleri yapmaya çekinmekten özgüven kayboluyor. Şu ne der, babam ne der, etraftan ne demezler falan diye diye ömrümüz bitecek.İçimizden geldiği gibi davranalım.  :)
 
D

dideM

Kullanıcı
5 Eyl 2007
En iyi cevaplar
0
0
İstanbul
maxMESA' Alıntı:
Sağol mustafa süper bir yazı gerçekten. İnsanlar ne düşünür diye birşeyleri yapmaya çekinmekten özgüven kayboluyor. Şu ne der, babam ne der, etraftan ne demezler falan diye diye ömrümüz bitecek.İçimizden geldiği gibi davranalım.  :)
hehe Bunun çoğu aileden oluyor bence. Sen sus bilmezsin, küçükler her şeye karışmaz,..vs Susmayı öğreniyorsun haliyle.. İsteklerini, fikirlerini dile getiremez hale geliyorsun.
 
H

Harun

Kullanıcı
29 Şub 2008
En iyi cevaplar
0
36
İstanbul
leftinthedark.wordpress.com
dideM' Alıntı:
maxMESA' Alıntı:
Sağol mustafa süper bir yazı gerçekten. İnsanlar ne düşünür diye birşeyleri yapmaya çekinmekten özgüven kayboluyor. Şu ne der, babam ne der, etraftan ne demezler falan diye diye ömrümüz bitecek.İçimizden geldiği gibi davranalım.  :)
hehe Bunun çoğu aileden oluyor bence. Sen sus bilmezsin, küçükler her şeye karışmaz,..vs Susmayı öğreniyorsun haliyle.. İsteklerini, fikirlerini dile getiremez hale geliyorsun.
Fazla düşünenlerin sevilmediği bir yerde yaşıyoruz malum :)
 
D

DOnVitoCarLeONe

Kullanıcı
6 Mar 2009
En iyi cevaplar
0
0
ItAlYaNO
Güzel hikaye anlatmışlar
ama altındaki anlam daha güzel...

Kurallara göre yaşıyoruz bunuda unutmayın bence..
 
S

spiritualsigns

Keşke insanlar kendi bastırılmış ve sindirilmişliklerini çocuklarına yaşatmasalar... Tek sorunumuz kendimize güvensizliğimiz... Sanırım bunu aşmak için uzun zamanlar gerekecek...  yada hiç bir zaman...
 
K

korsan

Kullanıcı
18 Kas 2007
En iyi cevaplar
0
36
Gaziantep
dideM' Alıntı:
hehe Bunun çoğu aileden oluyor bence. Sen sus bilmezsin, küçükler her şeye karışmaz,..vs Susmayı öğreniyorsun haliyle.. İsteklerini, fikirlerini dile getiremez hale geliyorsun.
Doğru valla, onu yapma bunu deme şunu yapma, ma, me,ma me bir yrden sonra nefes alırken bile acaba yapsammı ? desemmi ? durumu oluyor.

Bir arkadaşım vardı böyle, yapacağı herşeye aile karar veriodu :d Bu evliliğe kadar böle gitti.
İşte ne oldu ise ondan sonna oldu. Hönk durumu yani, tabiri caiz ise aile çocuğu elden çıkardı, 2 inci ele geçtiğinde manyak oldu çocuk valla, yeniden doğru edin yeniden analiz yap vs vs vs.
Halen azda olsa bir mecnun vari durumu mevcut ama düzelicek oda.

Baskı ve kendi doğrularını insana  empozenin kaçınılmaz sonu her şartaa bu gibi geliyor bana nedim.
Yani babamın bir sözü vardı ben fazlaca ısrar ettimmi, olm git ne yersen ye derdi anlayın siz.
Bu gibi durumlarda ısrar fena bir savunma mekanizması sayılmaz gibi, kendimden yola çıkarak diyorum tabi.

Neyse... Uzattım.
 
A

alpi_282854

Kullanıcı
21 Ocak 2009
En iyi cevaplar
0
0
SAKARYA
—Hey millet! Şu anda konuşan vatandaş geleceğin yazarıdır, Eğer imzamı almak için ileride kuyruğa girmek istemiyorsanız şimdiden size imzalı bir fotoğrafımı verebilirim.” dedim. ;D
 
A

alpi_282854

Kullanıcı
21 Ocak 2009
En iyi cevaplar
0
0
SAKARYA
OLEYY BENDE VARIMMM...DÜŞÜNÜPTE YAPMAKTAN VAZGEÇTİĞİM ŞEYLERE İNAT.... ;)
 
ilyas

ilyas

Kullanıcı
14 Haz 2008
En iyi cevaplar
0
0
İçinde kalacağına vur dışarı gitsin kendimiz için yaşıyoruz başkaları için değil. heycanladım guzel yazıydı teşekkürler Korsan  :)
 
A

atlas

Kullanıcı
10 Şub 2009
En iyi cevaplar
0
0
bursa inegöl
demek ki ben tek degilmişim 2 ve daha fazla mazlumlar yada elifler varmış  :eek: mazlumlar kendine gelmişse sıra eliflerde  :)  gelecegin psikologu olacagım olmak istedigim ama hiç birzaman olamayacagım inandıgım meslege sahip olacagımmmmm çünkü artık inanıyorummmm
 
A

agokalper

Kullanıcı
9 Şub 2009
En iyi cevaplar
0
0
İzmir
güzel hikaye gerçekten çıkarılacak çok ders var..
 
bluebell

bluebell

Kullanıcı
20 Ara 2008
En iyi cevaplar
0
0
Bursa
süper bir hikaye.. paylaşım için teşekkürler..
 
U

UNKAPANI

Kullanıcı
3 Şub 2008
En iyi cevaplar
0
0
Bir insanın hayata yeniden merhaba deyişinin en güzel kanıtı..Kendine güvenini kazanmasının yanında kendi içinde muhakeme yeteneğini de geliştirmiş..Ben hayranlıkla okudum yazıyı.Paylaşım için teşekkürler..
 
G

gökteki yıldız

Kullanıcı
13 May 2009
En iyi cevaplar
0
0
Antalya
Paylaşım için teşekürler...
Bende biraz çekingenim en azından sokakta birini gördüğümde ilk ben merhaba diyemiyorum...
Sanırm bu hikaye bana yardımcı olacak sağol:)
 
P

pınarım:)

Kullanıcı
4 Eyl 2009
En iyi cevaplar
0
0
Adana
çok beğendim gerçekten süperdi saol
 
A

ASLIHAN1

Kullanıcı
29 Ocak 2009
En iyi cevaplar
0
0
İstanbul
Şu ne der...Bu ne der baskısı daha çok kız çocukları üzerine kurulu oluyor  :(
Ben bile 25 yaşında koca kız oldum halaaa annem uygulamaya çalışır bazı
şeyleri...
sokakta başı dik yürüme olayı çocukken büyükbabaannemin kuralı idi.Kız kısmı
başı yukarda gezmez.Başı yerde olur.  :)
hiç unutmam 12 yaşlarındayım.Amcam bana salak dedi  :) Bende ona dil çıkardım
sensin o dedim (amcam benden 6 yaş büyük bu arada) Büyükbabaannem bana çok
kızdı dil çıkardım diye.Kız kısmı dil çıkarınca çok çok ayıpmış. Gel kaçır beni demekmiş  :D
Amcana nasıl dil çıkarırsın diye öyle bir psikolojik suçluluk duygusu yaratmışlardı ki
o günden sonra hiç dilimi çıkarmadım.Halen daha da şaka bile olsa yapmam  :D :D
Çocuktum yavvvf...
 
B

Bilal Karaaytu

Kullanıcı
9 Eki 2009
En iyi cevaplar
0
0
Antalya
çok güzel bir yazı özgüvensizliğin temeline inilmiş bir bakıma
paylaşım için çok teşekkürler = )
 
K

korsan

Kullanıcı
18 Kas 2007
En iyi cevaplar
0
36
Gaziantep
Harun' Alıntı:
Sağol mustafa süper bir yazı gerçekten. İnsanlar ne düşünür diye birşeyleri yapmaya çekinmekten özgüven kayboluyor. Şu ne der, babam ne der, etraftan ne demezler falan diye diye ömrümüz bitecek.İçimizden geldiği gibi davranalım.  :)
Ben teşekkür ederim.. Doğru diyorsun vesselam..

ilyas' Alıntı:
İçinde kalacağına vur dışarı gitsin kendimiz için yaşıyoruz başkaları için değil. heycanladım guzel yazıydı teşekkürler Korsan  :)
Ben teşekkür ederim İlyas..


alpi_282854' Alıntı:
—Hey millet! Şu anda konuşan vatandaş geleceğin yazarıdır, Eğer imzamı almak için ileride kuyruğa girmek istemiyorsanız şimdiden size imzalı bir fotoğrafımı verebilirim.” dedim. ;D
Sanada teşekkür ederim Alpi.. :d Renk katmışsın yav.. Sağolasın..
 
Üst