Flamingo'nun Kaleminden

  • Konbuyu başlatan dideM
  • Başlangıç tarihi

Konu hakkında bilgilendirme

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Özgün Kalemler kategorisinde dideM tarafından oluşturulan Flamingo'nun Kaleminden başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 14,801 kez görüntülenmiş, 49 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Özgün Kalemler
Konu Başlığı Flamingo'nun Kaleminden
Konbuyu başlatan dideM
Başlangıç tarihi
Cevaplar
Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan Flamingo
F

Flamingo

Kullanıcı
31 Ağu 2008
En iyi cevaplar
0
0
İzmir
                                       ÖZLEMİŞİM

Kollarına aldın tekrar beni!
Özlemişim çok...

Bana yanaşmanı...
Yüzünü bir gösterip kaçmanı, seni kovalamayı...
Seninle olmayı...
Arada uzaklaşıp düşünmeyi...
Senden ilham almayı...
Senle hayat bulmayı!
Koyun koyuna uyumayı,
Rüyalarıma girmeni...
Kayboluşunu, buluşumu...
Özlemişim çok!

Sabırla gelmeni beklemeyi,
Gelişini,
Gidişini...
Bulduğumda bağrıma basmayı,
Değerini bilmeyi...

Yeniden hoş geldin!
Özlemişim seni, MUTLULUĞUM!..


27/09/09
 
F

Flamingo

Kullanıcı
31 Ağu 2008
En iyi cevaplar
0
0
İzmir
                                  GÖKYÜZÜ...

Dün gece bir gökyüzü çizdim!
Tüm yaşamımı oraya sığdırdım... Benim olan, hayatımdan gelip geçen her şeyin resmini çizdim oraya. Her şeyin bir izi var  bende...
Kimi koskoca bir yıldız oldu,
Kimi bir gezegen,
Kimi rüzgar oldu...
Kimi güneş oldu, hem yaktı, hem yaşattı...
Kimi en yukarılarda durdu, kimi başucumdaydı...
Ama gökyüzü, benim gökyüzümdü! Gökkuşağının binbir rengiyle donattım onu...
Gecelerimde, karanlığa büründürdüm...
Güneş açtırdım ardından, dört mevsimi de yaşattım...
En beyaz bulutları çizdim oraya!
En parlak yıldızı çizdim!
En koyu geceyi çizdim...

Dün gece bir gökyüzü çizdim!
Her mevsimime hayat verdim gökyüzümde...
Her şekle bir değer kattım...
Anlamı olmayan hiçbir şey çizmedim oraya. Dikkatli baksaydınız dün gece gökyüzüne, her yıldızın daha çok parladığını,karanlığın nasıl koyulaştığını, ve her geçen dakika, yeni bir yıldız eklediğimi görürdünüz!

Karanlığım koyulaştıkça, yıldızlarım daha çok ışık yaydı...
Tıpkı bir karabasanın içine düştüğümde,umutlarımın parladığı gibi...
Hepsi varlıklarını haykırdılar bana...
'Biz senin koyu gecenin, ışık saçan yıldızlarıyız, demek ki bir ışık kaynağımız, bir Güneş'imiz var..'
Haykırdılar, kopkoyu hüznüme...
Ben de kalktım yatağımdan... Gökyüzüne, o sevdiğim güzel bulutlardan birine bir merdiven dayadım. Tırmandım sonra, tek tek işledim, tüm yıldızlarımı... Hepsi karanlığın uç noktalarında bir yerleri aydınlattılar.. Küçüklülerine aldırmadan, alabildiğince ışık yaydılar...
Ve bölündü karanlığım... Yavaş yavaş Güneş'i doğurdum ufuklardan... Bu kez de merdivenimi Güneş'e yakın gezegenlerden birine götürdüm... Ve her bir fırça darbesiyle renklendi gökyüzü, tek tek işledim tüm renkleri... Ulaşamayacağım bir tek nokta bile yoktu orada...  En sevdiğim mavilerle donattım, bulutlarımı yerleştirdim...
Yalnızca renklerimle değil, kelimelerimle de boyadım onu...
Sevginin tüm dillerini işledim. Acıyı bulutlara yükledim, siyahın koyusuna hapsettim. Mutluluğu rüzgara emanet ettim, eserken geçtiği yerlere götürdü beraberinde...
Ama en çok mavi'yi çizdim! Ve yaşamımı çizdim, tüm sonsuzluk boyunca... Belki düşlerim sonsuzlukta kayboldu. Ama göz yaşlarımı kaybeden de yine aynı sonsuzluk değil miydi?..
Bunları düşünerek, bastıran karanlığa bir yıldız daha ekledim...
Yıldıza baktığımda ışığı gözlerimi kamaştırdı...
Bu yıldız, Güneş'in bir artığı, onun varlığının bir kanıtı, diye düşündüm...
Kainatın diğer tarafında bir Güneş var, bu kopkoyu karanlık aldatmamalı kimseyi...
Son fırça darbesini de siyah bir buluta vurdum... Rengini açtım...
Karanlığına hapsettiği hüznü yerlere döktüm!...
 
Eğer dikkatli baksaydınız, görürdünüz…
Dün gece bir gökyüzü çizdim!

~Serap~
 
F

Flamingo

Kullanıcı
31 Ağu 2008
En iyi cevaplar
0
0
İzmir
Seni seviyorum.
Ama bu yetmiyor. Sevmek, bize az geliyor...
Göz yaşlarımla ıslanmış, kopkoyu bir karanlıkta seni sevgimle kirletmektense, hiç sevmemeyi tercih ederim...

Evet, seni seviyorum.
Ama ilk değil, son olmanı istiyorum.
'İlk' olarak yok olmanı değil, 'son' olarak sonsuza kadar kalmanı istiyorum...

Evet, seni seviyorum.
Ama ıssızlığın beni sarmasına engel değil bu.
Soğuyup, uzaklaşmamıza engel değil...

Evet, seni seviyorum.
Ama bu gecelerimin kapkaranlık olmasına mani değil,
Yıldızlarım ne kadar parlasa da...

Evet, seni seviyorum.
Ama bu beraber, aynı hayatta ve aynı yolda birleşmemize katkı sağlamaya yetmiyor...

Evet, seni seviyorum.
Ve ömrümün sonuna kadar seveceğim...
Ama ne yazık ki, bu hiçbir şey demek değil...

''İçimde soluyorsun, göz yaşlarım yetmiyor... Yetmiyor haykırışlar... Bu can sana yetmiyor...''

19/09/09
 
F

Flamingo

Kullanıcı
31 Ağu 2008
En iyi cevaplar
0
0
İzmir
                                                BİRİ ''AŞK'' MI DEDİ?

Biri aşk mı dedi?

Tek bir umudum bile kalmamış aşka dair... Yaşamımı çekilmesi farz bir çileye dönüştürmüş... Aldatılmışlıklarla, hayal kırıklıklarıyla bezenmiş... Geldiğim noktanın sebebi olmuş, kıyametler koparmış ruhumda, fırtınalara, boranlar estirmiş yüreğimde... Hiçbir sevinç bırakmamış geriye, acı denizinde boğulmaya mahkum bırakmış... Adı kirletilmiş; gerekli, gereksiz her beraberliğin sıfatı olmuş... Ama öznesi olamamış, hiçbir gerçek sevginin... Gittiğinde, geriye yaralarının tamamlanması imkansız, çığlıklar içinde küçük bir fısıltı bırakmış bu cinnet... Artık anlamının dışında her yerde kullanılan, sevdadan kaynağını alan, çekip gittiğinde, kaynağını, sevdayı da kurutan... Sersefil hale düşüren, hayatın tüm gayelerini unutturup, talan içinde bırakan...
Ve o talan ki, yürekleri kavuran, o talan ki cinayetler işleten kalbin derinliklerinde, o talan ki yasakların beden bulduğu kimsesiz sevdalar, boş ve aç gönüller... Yaşamın bir derya gibi akıp gittiği, geçmişte kalan acıların yanında sürüklendiği, ama bir türlü 'geleceği' olmayan talan...
Yangın yeri, cinnet sahası... Yakışmayan dudaklarda kirletilen, hak etmeyen gönüllere yollanan, bir denizi bir bardağa sığdıramadığınızı anladığınız kıyamet... Adı sadece o üç kelimeye sığmayan, yürekte dağ gibi büyüyen, ama o yüreğe de sığmayıp dünyaya kanatlanan... Dünyada yer bulamadığında ise cehennemin kızgın ateşlerine mahkum edilen... O ''aşk'' ki, yangın yeri, o ''aşk''ki, mahşer günü, zindan ve tutsaklık... Her türlü işkenceyi mevcudiyetinde barındıran; ama hiçbirini söküp, atamadığınız talan... Tek bir acısı dahi söküp atılsa, onun yürekte getirdiği ferahlık, dünyalara bedel olacaktır... Ama öyle bütündür ki onun acıları, ya tamamen söküp atarsınız, ya da bir ömür tek tek ayıklarsınız; her ilmeğinde bir kahroluşla... Ve nedendir bilinmez, herkes ona sahip olmak ister... Asıl iş, aşk'ı bulmak değildir aslında... Keza aşk hep kalpte barınır... İş ki, o aşkı taşıyabilecek yürek yaşasın... Kimsenin aradığı ''aşk''değil, yüreğindeki varoluşa kucak açabilecek, dahası onu da kucaklamaya yetecek nefes esasında... Ve bu, sevdanın boyut kazanmış üç harfli tarifi, o yüreğe sahip oluncaya kadar her yere gidebilir... En gitmemesi gereken yerlere bile...
Ve çıktığında bu yüreklerden... ve asılı kalamadığında artık bulunduğu bedende... ve barınamadığında artık bu dünyada... Gidip gidebileceği tek yer, yangınların sonsuz boşluklarında kaybolduğu, renklerin artık hiçbirinin görülmediği, o ''cehennem'' olacaktır adresi,
Sevdanın boyut kazanmış üç harfli cinnetinin...

Şimdi söyleyin...
Biri ''aşk'' mı dedi?

~Serap~

22 Ekim 2009
 
H

hırslı.28

Kullanıcı
16 Tem 2009
En iyi cevaplar
0
0
yüreğine emegine sağlık ve bizimle paylaştığın teşekürler
 
F

Flamingo

Kullanıcı
31 Ağu 2008
En iyi cevaplar
0
0
İzmir
Okuyan gözlerine sağlık, teşekkürler...
 
F

Flamingo

Kullanıcı
31 Ağu 2008
En iyi cevaplar
0
0
İzmir
                            ADI YOKTU HİÇBİR ŞEYİN…

Affedilmeyen bir yaşam terazisi bu. Adı hasret konulan yaşam telaşının,
Özleminin...
Adı yoktu gelişinin. Gidiyorsun, gidişinin de adı yok şimdi...
Adı yok sevdamızın. Adı yok yaşadıklarımızın.
Tarifi var ama... Her defasında öldüğümüz, güldüğümüzde ılık ilkbaharlar, düşündüğümüzde yaşanacakları, en uzak güz ve her şeye rağmen sevdiğimizde birbirimizi, en sıcak yaz! Yaprak yaprak dökülen parçalarımız, savruluşumuz... Savruluyoruz, sevdamız arttıkça... Ve uzaklaşıyoruz sevinçten,birbirimizi düşünmedikçe, yaşatmadıkça...
Gönlümün iplerini zincirlere çevirdim zamanla. Daha sıkı bağlansınlar, ve bağlandıkça daha kalın bir duvar örsünler diye. O duvarlar örülsün, ve sen altındaki sevdayı göreme diye... Göreme ki, bir daha gelme diye... Gelme artık sevgili... Çünkü biz birbirimize en başından beri gitmek için geldik!  Gideceğimizi bile bile geldik...
Ne ben seni tanıyordum, ne sen beni... Küçüktüm. Gözüm açılmamıştı daha hayata. Sen kaldırdın beni derin uykumdan. Aşkla, hayatla sen tanıştırdın. Sen yaşattın bana iklerimi. İlk sevinçleri, umutları, hayal kırıklıklarını... Oysa küçük köşkünde uyuyan bir prensestim senden önce ben…

...

Ve onca zamandan sonra bendim senin yaralarına merhem olan.
Hiç haberin yokken, kalbine dokunmuştum ben. Sen küçük yalanlarına inandırdığını zannederken beni, ben senin kuytularındaki düş kırıklıklarını, yaşama sevincini, her şeyini görebiliyordum. Sen gittiğini zannederken bu sevdadan, ben hissettiğin her şeyi hissediyordum. Bana aitlermişçesine yaşıyordum.
Ben senin en ufak kaçamaklarını bile hissedebiliyorken, sen benim kocaman sevgimi
Görmezden geliyordun….

Ben bunu da görüyordum.

'’Aslında seni çok iyi tanıyordum…’’

Evet, adı yoktu hiçbir şeyin. Adı yoktu sevdamızın. Ama yaralarımız vardı, hayal kırıklıklarımız ve bir dirhem de olsa barındırdığımız umudumuz... İşte o umut sayesinde sarıldık birbirimize, sardık sevdalarımızı... Ve yaşananlardı, gerçekleri yüzümüze çarpan. Hayattı, bizi bu küçük umuttan alıkoyan. İstemedi hayat, istemedi adı olmayan sevdamızı. İmkan vermedi, kalınlaştırdı gönül iplerini ve kapkalın zincirler haline getirdi.

Evet, adı yoktu hiçbir şeyin. Ama yaşanmışlıklar vardı. Tek taraflıydı kimi zaman, ama heyecanlar da vardı. Yaşama tutunma isteği vardı...

Tarifi vardı…

Ancak geriye kalan birbirimizden, ne yaşanmışlıklarıydı bu sevdanın, ne tarifi, ne de adı...
Yalnızca birbirimizin kuytularına hapsettiğimiz ince bir sızı...


~Serap~
 
H

hanedeyim

Yalnızca birbirimizin kuytularına hapsettiğimiz ince bir sızı...

bazen bir cümle bin cümlenin anlatamadığını anlatır
 
F

Flamingo

Kullanıcı
31 Ağu 2008
En iyi cevaplar
0
0
İzmir
hanedeyim' Alıntı:
Yalnızca birbirimizin kuytularına hapsettiğimiz ince bir sızı...

bazen bir cümle bin cümlenin anlatamadığını anlatır
Teşekkür ediyorum...
 
F

Flamingo

Kullanıcı
31 Ağu 2008
En iyi cevaplar
0
0
İzmir
Aslında bütün cevaplar sende gizli.

Neden geldin bu dünyaya, ne uğruna yaşıyorsun ve yaşam gayen nedir?

Hepsi sende gizli.

Çoğu kez cevapsız kalan soruların var. ''Neden?..'' ''Niye ben?...''

Ama aradan bir zaman geçip de, kendini görebilmeye başladığında her sorunun cevabının kendinde olduğunu görüyorsun.

Acılarını sana hayat vermedi. Olaylara bakış açınla acı çekmeyi sen seçtin.

Sorularını yanıtlayan da hayat değildi. Eğer kendini görebilme cesaretini göstermişsen, cevapları bulan ''sendin!''

Çünkü hayatın işleyişi böyle. Rastlantı dediğin pek çok şeyin olmasını sağlayan sensin.Çünkü ne ekersen, hayat sana onu verecek.

Aldattın mı? Emin ol, bir yerlerde birileri seni aldatıyor. Ya da sen kendini aldatıyorsun aynı zamanda. Ve vicdanına hesap veriyorsun, her gece başın yastığa düştüğünde...

Sevdin mi? Sen de bir yerlerde seviliyorsun. Sevgin kullar içinde karşılıksız kalsa bile, bir yerde mutlaka karşılığı var sevginin. Ve dünyada hala seven insanların varlığını uman insanlar var...

’’Kaybettiğin her şey başka bir surette sana geri dönecek.’’
Yaşamının gidişatını yalnızca sen belirlersin, yön verirsin.

Acıdan veya karanlıktan hiçbir şeyi göremediğin zamanlar da olacaktır elbet.

Ama insanları birbirinden  ayıran da karanlığa direnebilme güçleridir.

Kalkıp mum yakabiliyorsan karanlıkta korkmadan, risk alarak... elini boşluğa uzattığında neyle karşılaşacağını bilmeden umut ışığını aramaya devam ediyorsan eğer, bu anlattıklarıma bir anlam verebilirsin. Hayatını kendi ellerinle çizmenin, yalnızca ve yalnızca senin elinde olduğunu anlayabilirsin.

Ama gözlerinin hiçbir şeyi görmediğini kabul ederek oturduğun karanlıkta kalmaya devam edersen, zaten sana yol gösterenleri de gör(e)meyeceksin.

Yazımı belki çoğunuzun bildiği; ama burada tekrarlamaya yarar gördüğüm bir hikayeyle sonlandırmak istiyorum...



İnsan oğlu mutluluğu hep hor kullanıyormuş...
Hep şikayetçi, hep bıkkınmış...
Bir gün melekler mutluluğu saklamaya karar vermişler.
Saklayalım zor bulsunlar,
Zor buldukları için belki kıymetini bilirler diyerek başlamışlar tartışmaya..
Sorun büyükmüş...
Mutluluğu saklamak kolay değilmiş çünkü.
Kimisi ;
"Everest'in tepesine saklayalım" demiş,
kimisi ;
"Atlas Okyanusu'nun dibine" demiş.
Tac Mahal'ın kubbesi. Mekke sokakları, İtalyan sofrası...
Bir hastanenin yeni doğan odası, dondurma külahı,şarap şişesi..
Sigara paketi, lale bahçesi...
Pek çok yer düşünmüşler ama hiçbiri yeterince zor gelmemiş.

Derken meleklerden biri;

"İÇLERİNE SAKLAYALIM" demiş..


"Kimsenin aklına gelmez içine bakmak!!!"




İşte o gün bugündür mutluluk insanın kendi içinde saklıymış.


Hiçbir mutluluk kolay gelmiyor, kolay kolay gülmüyor insanın yüzü...

Emekte ve insanın içinde saklı mutluluk...

Ne başkasının ekmeğinde, ne başkasının evinde, ne de başka bir şeyde.
Bu yüzden gözünüz hep içeride olsun,
Siz dışını boş verin , içine bakın....


.............

Eğer bir gün gireceğiniz bir karanlık olursa ve inadına aydınlık ise aradığınız, hiçbir karanlığın aşılamaz olduğunu unutmayın. Çünkü gecenin en karanlık olduğu an, sabaha en yakın olduğu andır...

Sevgilerle,

Serap Ataş  -Flamingo..
 
Üst