ABD’li şair ve yazar Charles Bukowski yaşamına giren kadınları şöyle anlatıyor; “Çok kadınım oldu ama. Sayısız, ama her biri tek ve eşsiz, her biri “bir”, hepsi tam ve eksiksiz. Her kadını teniyle, kokusu, sıcağıyla sevdim. Hepsini tek tek, elimden gelen en büyük özenle, yoğun bir istekle, sarhoş bir şehvet ve nefretle sevdim kadınlarımı. Bütün bahçelerimi kasıp kavuran yangınlar oldu aralarında, beni ölüme yaklaştıranlar, ölüme yakıştıranlar, ölüme yakışanlar oldu. Beni hayatımdan alıp çakalların ortasına kemiksiz bir et yığını gibi fırlatanlar oldu. Beni öldürenler, benim için ölenler oldu. Ama hiçbiri bende ölmedi, onlar yeraltındaki kasabamın en güzel kızları şimdi, acımasız baştan çıkarıcılıklarıyla sokağa çıkmaları yasaklanmaları gereken kadınlarım.”
Şairin yaşadığı deneyimlere bakar mısınız? Eğer bu ilişkileri yaşamamış olsaydı belki de bu kadar ünlü bir yazar olamazdı. Aynı konuyu Ahmet Altan da İçimizdeki Bir Yer isimli kitabında işlemiş. “Nice aşk yitirdim ben. Kışkırtıcı bir bakışıyla çılgına döndüğüm, bir dudak büküşüyle ağulu acılar çektiğim, kahkahalarıyla şenlenip gözyaşlarıyla kederlendiğim, bir tanrıça katına çıkartıp tapındığım, kutsal mabetlerinin sunaklarına hayatımı bir adak gibi bırakmayı arzuladığım, memelerinde, kasıklarında, kalçalarında, bacaklarında, boyunlarında adanmış topraklarda dolaşan bir sofu gibi vecd içinde kendimden geçerek dolaştığım, ayaklarına kapandığım, göğüslerinde ağladığım, saçının bir teline halel gelmesin diye fütursuzca ölüme yürüyeceğimi hissettiğim, bazen öldürmeyi şiddetle istediğim, onda yok olup onla var olduğum, bana her defasında aşkı, acıyı, sevinci, hayatı ve ölümü yeniden öğreten kadınlar yitirdim ben.
Kızıl bir kor gibi örslerine bıraktığım ruhumu bazen sert darbelerle, bazen yumuşak dokunuşlarla şekillendiren, benden bir başka ben yaratan, onun her şeyi, babası, oğlu, kardeşi, kocası, sevgilisi olduğum, onu her şeyim yaptığım, varlığıyla her şeyin tadına, kokusunu, görüntüsünü değiştiren, sıradan birçok davranışı olağanüstü maceralara dönüştürüp olağanüstü maceraları olağanlaştıran kadınlar.”
Yaşadığımız büyük aşkların bir gün biteceğini bilmek belki de bazı zor koşullara kendimizi hazırlamak açısından faydalı olabilir. Hiç bitmeyen aşk yok mu? Tabii ki var. Ama onlar azınlıkta olduğundan istisnalar kaideyi bozmaz demek zorundayım. İlişkilerin biteceğini Ahmet Altan da kabul ediyor;
“Biz üç kişiyiz.
Ben, sevdiğim ve ilişkimiz.
Beni sevdiğime bağlayan ilişki, bir zaman sonra beni sevdiğimden ayırıyor.
Yitirmenin ne olduğunu biliyorum.”diyor.