H
Harun
Kullanıcı
Daha önce geyik bölümünde aklıma takılan bir soruyu sizlere de sorup fikirlerinizi almak isterim varsa.
Önce bir alıntı;
"Hoşunuza giderek harcanmış bir zaman, harcanmamış zamandır” der L.J. Peter...Yaşamımız zamanlardan ibaret. Harcanmış, boşa geçmiş, hatırlanan - hatırlanmayan zamanlar. Zaman zaman pişmanlıkla, zaman zaman tebessümle anılan zamanlar. Bir şekilde geçen, geçtiğinin farkına geçtikten sonra varılan zamanlar. Oysa dünya üzerinde belki de tüm insanlar için en eşit, en adaletli kavramdır “zaman”... Herkes için 24 saattir 1 gün. Chopin için, Goethe için, Aristo için, Amerika’daki, Türkiye’deki ya da dünyanın en ücra köşesindeki herhangi bir insan için....
Geçer zaman, akar gider...boş boş oturup “zaman öldüren” için, okuyan, koşan, yazan, çalışan,vs için. Geçişi fark gösterse de kişiden kişiye, geçer gider, geçtiği geçtikten sonra farkına varılır.
Zamanın göreceliğini tartışacak değilim. Zaten fizikçiler bu konu üstüne bir sürü teori geliştirip zamanın da aslında göreceli olduğunu göstermişler. Şimdi buraya bir yığın teknik bilgi yazıp kafanızı bulandırmak istemem.
İnsan için zamanın göreceliği o zamanı nasıl değerlendirdiğine göre değişiyor. Örneğin çok sevdiğiniz bir işi yaparken ; misal sevgilinizle gezerken, en sevdiğiniz diziyi izlerken, merak ettiğiniz şeylerle uğraşırken zaman çok hızlı akıp geçer siz farkına bile varmadan, ya ne çabuk bitti dersiniz. Ama canınız sıkıldı mı, yapacak hiçbirşeyiniz olmadı mı saniyeleri bile sayarsınız. Saate tekrar tekrar bakarsınız sanki durmuş gibidir.
Ya da en heycanlandığınız anlarda da geçmek bilmez zaman. Örneğin bir futbol maçının son dakikaları geçmek bilmez bazen. Ya bu hakem de amma uzattı maçı dersiniz. Oysa diğer taraftakiler için zaman çok hızlı geçiyodur biraz daha uzatsa ya diye dua ederler.
Bir arkadaşınızı beklerken size çok uzun gelen zaman dilimi, beklediğiniz kişi için ise çok çabuk akıyordur.
Bir de hapistekileri düşünün mesela. Onlar için nasıl geçiyordur acaba zaman. Yapacak hiçbirşey yok, adama bir yıl bir ömür gibi gelir.
Zamanın göreceliğini denemek isterseniz , önce saate bakın sonra saati dışarda bırakarak , kendinizi kapatın bir odaya, müzik yok, tv yok, hiçbirşey yok. konuşmak ta yok. Belli bir süre sonra dışarı çıkın. Kaç dakika geçmiş olabileceğini tahmin edin, sonra da saate bakın. Bunu bir de sevdiğiniz bir işi yaparken deneyin.
Peki madem zamanın yavaşlatmak ya da hızlandırmak elimizde ki öyle gözüküyor, sizce insan yaşamı boyunca sevdiği işlerle uğraşırsa mı hayat daha uzun gelir, yoksa sevmediği işleri yaparsa mı ? Sanırım burda elimizde iki seçenek var, su gibi akan bir ömür ya da geçmek bilmeyen bir ömür. Ben su gibi akanını tercih ederim açıkcası, hızlıca aksın gitsin. Nazım Hikmetin şiirinden alıntıyla veda edeyim.
Ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya
Ona sorarsanız: ’Lafı bile edilemez, mikroskopik bi zaman...’
Bana sorarsanız: ‘On senesi ömrümün...’
Bir kurşun kallemim vardı, ben içeri düştüğüm sene
Bir haftada yaza yaza tükeniverdi
Ona sorarsanız: ’Bütün bi hayat...’
Bana sorarsanız: ‘Adam sende bi hafta...’
.....
Önce bir alıntı;
"Hoşunuza giderek harcanmış bir zaman, harcanmamış zamandır” der L.J. Peter...Yaşamımız zamanlardan ibaret. Harcanmış, boşa geçmiş, hatırlanan - hatırlanmayan zamanlar. Zaman zaman pişmanlıkla, zaman zaman tebessümle anılan zamanlar. Bir şekilde geçen, geçtiğinin farkına geçtikten sonra varılan zamanlar. Oysa dünya üzerinde belki de tüm insanlar için en eşit, en adaletli kavramdır “zaman”... Herkes için 24 saattir 1 gün. Chopin için, Goethe için, Aristo için, Amerika’daki, Türkiye’deki ya da dünyanın en ücra köşesindeki herhangi bir insan için....
Geçer zaman, akar gider...boş boş oturup “zaman öldüren” için, okuyan, koşan, yazan, çalışan,vs için. Geçişi fark gösterse de kişiden kişiye, geçer gider, geçtiği geçtikten sonra farkına varılır.
Zamanın göreceliğini tartışacak değilim. Zaten fizikçiler bu konu üstüne bir sürü teori geliştirip zamanın da aslında göreceli olduğunu göstermişler. Şimdi buraya bir yığın teknik bilgi yazıp kafanızı bulandırmak istemem.
İnsan için zamanın göreceliği o zamanı nasıl değerlendirdiğine göre değişiyor. Örneğin çok sevdiğiniz bir işi yaparken ; misal sevgilinizle gezerken, en sevdiğiniz diziyi izlerken, merak ettiğiniz şeylerle uğraşırken zaman çok hızlı akıp geçer siz farkına bile varmadan, ya ne çabuk bitti dersiniz. Ama canınız sıkıldı mı, yapacak hiçbirşeyiniz olmadı mı saniyeleri bile sayarsınız. Saate tekrar tekrar bakarsınız sanki durmuş gibidir.
Ya da en heycanlandığınız anlarda da geçmek bilmez zaman. Örneğin bir futbol maçının son dakikaları geçmek bilmez bazen. Ya bu hakem de amma uzattı maçı dersiniz. Oysa diğer taraftakiler için zaman çok hızlı geçiyodur biraz daha uzatsa ya diye dua ederler.
Bir arkadaşınızı beklerken size çok uzun gelen zaman dilimi, beklediğiniz kişi için ise çok çabuk akıyordur.
Bir de hapistekileri düşünün mesela. Onlar için nasıl geçiyordur acaba zaman. Yapacak hiçbirşey yok, adama bir yıl bir ömür gibi gelir.
Zamanın göreceliğini denemek isterseniz , önce saate bakın sonra saati dışarda bırakarak , kendinizi kapatın bir odaya, müzik yok, tv yok, hiçbirşey yok. konuşmak ta yok. Belli bir süre sonra dışarı çıkın. Kaç dakika geçmiş olabileceğini tahmin edin, sonra da saate bakın. Bunu bir de sevdiğiniz bir işi yaparken deneyin.
Peki madem zamanın yavaşlatmak ya da hızlandırmak elimizde ki öyle gözüküyor, sizce insan yaşamı boyunca sevdiği işlerle uğraşırsa mı hayat daha uzun gelir, yoksa sevmediği işleri yaparsa mı ? Sanırım burda elimizde iki seçenek var, su gibi akan bir ömür ya da geçmek bilmeyen bir ömür. Ben su gibi akanını tercih ederim açıkcası, hızlıca aksın gitsin. Nazım Hikmetin şiirinden alıntıyla veda edeyim.
Ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya
Ona sorarsanız: ’Lafı bile edilemez, mikroskopik bi zaman...’
Bana sorarsanız: ‘On senesi ömrümün...’
Bir kurşun kallemim vardı, ben içeri düştüğüm sene
Bir haftada yaza yaza tükeniverdi
Ona sorarsanız: ’Bütün bi hayat...’
Bana sorarsanız: ‘Adam sende bi hafta...’
.....