G
Gozde
Kullanıcı
Psikiyatr Yazar Erol Göka’ya göre Türkler’in birçok davranış kalıbının nedeni göçebelik.
Türkler piknik yapmayı neden çok sever? Neden Türklerin muhabbet açarken ilk sorusu “Nerelisin”dir? Türklerden felsefeci çıkmadığı doğru mudur? Şehirlerimizin sürekli bir şantiye görüntüsünde olmasının nedeni yüzyıllar geçmesine rağmen üzerimizden atamadığımız göçebelik duygusu mu? Türklerin tarihteki rolü uygarlık yaratan değil uygarlık taşıyan bir millet olmak mıdır? Bizi tanımlayan sıfatların başında neden savaşçı ve itaatkar geliyor? Türkler başkaları “öyle desin” diye mi vicdanlıdır? Neden maçlarda en popüler slogan “Avrupa Avrupa duy sesimizi”dir? ... Bu kafa karıştırıcı ve provoke edici soruların yanıtları bir psikiyatrdan geliyor…
- Göçebeliğin Türk psikolojisindeki önemi nedir? Daha 200 yüzyıl öncesine kadar göçebeydik diyorsunuz. Bu yüzden şehirlerimiz şantiye gibidir diyorsunuz. Kurtulamadık mı göçebelik hissinden?
- Yok kurtulamadık. Daha da üzücüsü olanı yakında da kurtulacağımıza dair hiçbir umut ışığı yok. Göçebenin ruh hali ve zihniyet yapısıyla yerleşik insanınki tamamen farklı. Bizim yerleşik, kentli yaşamı öğrenebilmemiz sanki yüzyıllar alacak gibi. Zaten yerleşik kültürler de yüzyıllar geçtikten sonra öğrenebilmişler yerleşik yaşamın gereklerini.
Felsefi düşünce için durmak gerekir!
- Birbirimize sorduğumuz ilk sorunun "Nerelisin" olmasının nedeni de göçebelik mi?
- Evet, hiç şüpheniz olmasın, "sormak ayıp olmasın" diye önümüze gelene sorup durmamız da göçebelikten.
- Göçebelik duygusu aynı zamanda daimi bir kaygı hissi de getirmez mi? Hiçbir yere sahip olamama. Hiçbir yerde aidiyet hissetmeme?
- Elbette göçebelik sürekli kaygı halinde yaşamak demektir. Bazı romantik yazarlar, göçebeliği tabiatın bağrında yaşamaktan dolayı kutsarlar ama cahilliklerinden. Onlar göçebelerle yaşamaya kalksalardı bir gün bile dayanamazlardı.
- Türkler için "Benim için şöyle desinler" duygusu önem taşıyor sizin yorumunuza göre. Bir tür değersizlik hissi mi neden oluyor buna yoksa değer duygumuz içsel değil görüntüye dönük bir şey mi?
- Buna değersizlik duygusu diyemeyiz. Kültürel bir kod nedeniyle bu böyledir. Biz Türkler, kapitalizm öncesi potlaç kültürünün insanlarıyız. Bizim en burjuva olanımızda bile piyasanın rasyonalitesi yoktur. Zenginimiz de yoksulumuz da yaptığımız işleri, başkalarına göstermek, hava atmak, böbürlenmek için yaparız.
İtaat, şan ve gösteriş her şeyden önemli
- Nedir potlaç kültürü? Türk psikolojisinde nasıl bir önemi var?
- Potlaç kültürü, kapitalizm öncesi dünyadaki ilişki sistemlerini tanımlamak için kullanılmış bir kavram. Tam Türkçesine "han-ı yağma" denilebilir. Piyasa rasyonalitesi değil de itaat, şan, şeref, gösteriş ve şatafat her şeyden önemli bu kültürde. Görünüşte kardeşlik, dayanışma gibi olumlu yanları da var. Batılılar potlaç kültüründen kapitalizme geçebilmek için yüzlerce yıldır uğraşıyorlar. Biz ise boğazlarımıza kadar potlaç kültürüne batmış olduğumuzu henüz idrak bile etmiş değiliz.
- Bir diğer ilginç tespitiniz ise Türklerin diğer milletlerden daha kolay sınıf atladığı, gösterişe ve şatafata düşkün olduğu…
Kolay sınıf atlama da bir potlaç kültürü özelliği. Türkiye'de köklü bir burjuva sınıfının olmaması, en yüksek vergi verenlerimizin sürekli değişmesi, hep türedi zenginlerimizin oluşması, kolay sınıf atlamanın bariz örnekleri. Gösteriş ve şatafat tutkusu ise, doğumdan düğüne, ev alma ve berbat biçimde döşeme merakımızdan, çocuklarımızı lüks okullara göndermek için yarışmamıza hatta ölümün ardından okutulan mevlid törenlerine kadar her yerde paçamızdan akıyor.
- Önemli tespitlerden biri de İslamiyet ile tanışmanın etkisi üzerine. “İslamiyet’le tanışmak dağılıp gitmeye mahkûm olan Türklerin yapısına can suyu kattı” diyorsunuz. Nasıl sağladı bunu İslam?
- Dilimize ve kimliğimize sahip çıkmama özelliğimiz nedeniyle, hep diğer uygarlıklar içinde kaybolup gitmişiz. İslamiyet dairesine girene kadar. Örneğin Atalarımızdan bazılarının Çin kültürünün içinde eriyip yok olduklarını en eski yazıtlarımızda görüyoruz. Hazar’ın kuzeyinden batıya gidenlerimizin Hıristiyanlaşarak buharlaştıklarını ise hepimiz biliyoruz. Bizim de sonumuz onlar gibi olacaktı ama hem önceki inançlarımızla hem de savaşçı zihniyetimizle kolayca uzlaşması sayesinde neredeyse tüm Türk dünyasının Müslüman olması, yok olma sürecimizin önüne geçti. Müslümanlığı kabul ettikten çok kısa bir süre sonra İslamiyet'in başına geçmemiz, İslam uygarlığı için çaba göstermeye başlamamız birçok temel sorunumuzun çözümü için fırsatlar sağladı.
Kaynak: Yeni Aktüel Dergisi 24-30 Ocak 2008 Sayı: 133 Handan Akdemir
Türkler piknik yapmayı neden çok sever? Neden Türklerin muhabbet açarken ilk sorusu “Nerelisin”dir? Türklerden felsefeci çıkmadığı doğru mudur? Şehirlerimizin sürekli bir şantiye görüntüsünde olmasının nedeni yüzyıllar geçmesine rağmen üzerimizden atamadığımız göçebelik duygusu mu? Türklerin tarihteki rolü uygarlık yaratan değil uygarlık taşıyan bir millet olmak mıdır? Bizi tanımlayan sıfatların başında neden savaşçı ve itaatkar geliyor? Türkler başkaları “öyle desin” diye mi vicdanlıdır? Neden maçlarda en popüler slogan “Avrupa Avrupa duy sesimizi”dir? ... Bu kafa karıştırıcı ve provoke edici soruların yanıtları bir psikiyatrdan geliyor…
- Göçebeliğin Türk psikolojisindeki önemi nedir? Daha 200 yüzyıl öncesine kadar göçebeydik diyorsunuz. Bu yüzden şehirlerimiz şantiye gibidir diyorsunuz. Kurtulamadık mı göçebelik hissinden?
- Yok kurtulamadık. Daha da üzücüsü olanı yakında da kurtulacağımıza dair hiçbir umut ışığı yok. Göçebenin ruh hali ve zihniyet yapısıyla yerleşik insanınki tamamen farklı. Bizim yerleşik, kentli yaşamı öğrenebilmemiz sanki yüzyıllar alacak gibi. Zaten yerleşik kültürler de yüzyıllar geçtikten sonra öğrenebilmişler yerleşik yaşamın gereklerini.
Felsefi düşünce için durmak gerekir!
- Birbirimize sorduğumuz ilk sorunun "Nerelisin" olmasının nedeni de göçebelik mi?
- Evet, hiç şüpheniz olmasın, "sormak ayıp olmasın" diye önümüze gelene sorup durmamız da göçebelikten.
- Göçebelik duygusu aynı zamanda daimi bir kaygı hissi de getirmez mi? Hiçbir yere sahip olamama. Hiçbir yerde aidiyet hissetmeme?
- Elbette göçebelik sürekli kaygı halinde yaşamak demektir. Bazı romantik yazarlar, göçebeliği tabiatın bağrında yaşamaktan dolayı kutsarlar ama cahilliklerinden. Onlar göçebelerle yaşamaya kalksalardı bir gün bile dayanamazlardı.
- Türkler için "Benim için şöyle desinler" duygusu önem taşıyor sizin yorumunuza göre. Bir tür değersizlik hissi mi neden oluyor buna yoksa değer duygumuz içsel değil görüntüye dönük bir şey mi?
- Buna değersizlik duygusu diyemeyiz. Kültürel bir kod nedeniyle bu böyledir. Biz Türkler, kapitalizm öncesi potlaç kültürünün insanlarıyız. Bizim en burjuva olanımızda bile piyasanın rasyonalitesi yoktur. Zenginimiz de yoksulumuz da yaptığımız işleri, başkalarına göstermek, hava atmak, böbürlenmek için yaparız.
İtaat, şan ve gösteriş her şeyden önemli
- Nedir potlaç kültürü? Türk psikolojisinde nasıl bir önemi var?
- Potlaç kültürü, kapitalizm öncesi dünyadaki ilişki sistemlerini tanımlamak için kullanılmış bir kavram. Tam Türkçesine "han-ı yağma" denilebilir. Piyasa rasyonalitesi değil de itaat, şan, şeref, gösteriş ve şatafat her şeyden önemli bu kültürde. Görünüşte kardeşlik, dayanışma gibi olumlu yanları da var. Batılılar potlaç kültüründen kapitalizme geçebilmek için yüzlerce yıldır uğraşıyorlar. Biz ise boğazlarımıza kadar potlaç kültürüne batmış olduğumuzu henüz idrak bile etmiş değiliz.
- Bir diğer ilginç tespitiniz ise Türklerin diğer milletlerden daha kolay sınıf atladığı, gösterişe ve şatafata düşkün olduğu…
Kolay sınıf atlama da bir potlaç kültürü özelliği. Türkiye'de köklü bir burjuva sınıfının olmaması, en yüksek vergi verenlerimizin sürekli değişmesi, hep türedi zenginlerimizin oluşması, kolay sınıf atlamanın bariz örnekleri. Gösteriş ve şatafat tutkusu ise, doğumdan düğüne, ev alma ve berbat biçimde döşeme merakımızdan, çocuklarımızı lüks okullara göndermek için yarışmamıza hatta ölümün ardından okutulan mevlid törenlerine kadar her yerde paçamızdan akıyor.
- Önemli tespitlerden biri de İslamiyet ile tanışmanın etkisi üzerine. “İslamiyet’le tanışmak dağılıp gitmeye mahkûm olan Türklerin yapısına can suyu kattı” diyorsunuz. Nasıl sağladı bunu İslam?
- Dilimize ve kimliğimize sahip çıkmama özelliğimiz nedeniyle, hep diğer uygarlıklar içinde kaybolup gitmişiz. İslamiyet dairesine girene kadar. Örneğin Atalarımızdan bazılarının Çin kültürünün içinde eriyip yok olduklarını en eski yazıtlarımızda görüyoruz. Hazar’ın kuzeyinden batıya gidenlerimizin Hıristiyanlaşarak buharlaştıklarını ise hepimiz biliyoruz. Bizim de sonumuz onlar gibi olacaktı ama hem önceki inançlarımızla hem de savaşçı zihniyetimizle kolayca uzlaşması sayesinde neredeyse tüm Türk dünyasının Müslüman olması, yok olma sürecimizin önüne geçti. Müslümanlığı kabul ettikten çok kısa bir süre sonra İslamiyet'in başına geçmemiz, İslam uygarlığı için çaba göstermeye başlamamız birçok temel sorunumuzun çözümü için fırsatlar sağladı.
Kaynak: Yeni Aktüel Dergisi 24-30 Ocak 2008 Sayı: 133 Handan Akdemir