Zifiri karanlığın kör noktasından sesleniyorum sana Yalnızlığım ve sensizliğim bir tokat gibi çarpıp duvarlara geri dönüyor Sessizliği yaşarken sarhoşçasına isyan ediyorum ayrılıklara Ve sensizliğe koşuyorum kader oyununun son perdesinde Ölüme koşar gibi kor ateşlerde yanar gibi Eylül;kaybetmeden seni anlayamamışım ismindeki esrarı Meğer bütün ayrılıkları toplayarak hayattan Acıdan bir duvar örmüşüm kendime Sensiz sessiz ve çaresiz eylül Sana olan duygularımı anlatmak o kadar zor ki Buna ne karmaşık duygularım izin verir Nede boğazımda düğümlenen hıçkırıklar Eylül;öylesine sevmiştim ki seni Sen yollarımın biricik ödülü Belki ilk armağanıydın Gecelerin sessiz ve ürkütücü karanlığında Varlığına sığındım kaç kez Doğan her güneşin pırıltısında Sevgini süzdüm yüreğime Esen yelin serinliği götürdü beni Senli mutlu umutlu yarınlara Şimdiyse eylül Hep ayrılık motifleriyle süsledik ılık duygularımızı Zaman en be an sensizliğe koşarken Ben yenik,yılgın ve çaresizdim bu oyunda Zamansız doğan güneşim Benliğimi alıkoyan sebebimdin…
Bir gün içimden gittin, anladım. Nereye gittiğin değildi önemli olan... Kiminle gittiğin, hangi havayı soluduğun, hangi şehrin, hangi sokağında yürüdüğün önemli değildi. Sen içimden gitmiştin... İçimde ne varsa bana ait, seninle gitmişti.
Renklerim, ruhumdaki yaz, güneşim gitmişti.
“Bana kalan, Beni kalansız bölen bu şehir. Ah! bu şehir, yalan şehir”
demek isterdim; ama yalan olan sendin. Benim yarattığım, inanmak için yıllarımı harcadığım kocaman bir yalandın sen. Gerçek olduğunu gördüm. Sen gittin...
Aslında içimden giden sevgili değildi. Ben sadece, yalanıma inanmıştım. O, gerçekti... Aşk bitmişti. Düşünüyorum da acaba aşk, ruhumuzun derinliklerinde yaratılan koca bir yalan mı? Şiirde, müzikte ya da sözde, nerede aşk varsa orada bir de yalan yok mu? Aşk ve yalan, güzel ile çirkin, iyi ile kötü gibi birbirini besleyen, değiştiren ve dönüştüren; biri olmadan diğeri varolamayan ya da anlamsız kalan evrimin temel dinamiklerinden ikisi olabilir mi? Ya da aşk, yalana sesdeş mi? “Seni seviyorum” derken, aslında içimizde yarattığımız en güzel yalana övgüler mi düzüyor, kendimize olan hayranlığımızı mı dile getiriyoruz?
“Bir gün içimden gittin, anladım.”
Aşk, uydurduğumuz en güzel yalan! Ve aşk, yalan varsa aşktı.
İnsanın doğasında var. Doğrular ne kadar da az cezbe der bizi. Yasaklı ya da yanlış ne varsa, yaptıklarımız hanesine yazmak isteriz. Durdurulamaz bir dürtüdür bu. Yalanı bazen istem dışı kullanırız. Söyleyen biz değilizdir ama, söyleten ta kendimizdir.
İçimizdeki yasaklı kimliktir O:
Mülkiyet duygusu ve egosu olağanüstü gelişmiş; ihtiraslı, doyumsuz ve aşka her zaman hazır. Pembedir, mavidir ve daha çok kırmızı. Cıvıl cıvıldır, yerinde duramaz. Yaz gibidir: Islak ve sıcak. Zaafları vardır, yasak ve güzel olan her şeye. O cennetteki en güzel meyveyi tadan, ilk ihaneti gerçekleştirendir. Kısacası O, yaşayan tarafımızdır. En güzel anılarımız, en heyecanlı anlarımızdır...
Bir gün içimden gittin, anladım. Nereye ve neden gittiğin değildi önemli olan... Kiminle gittiğin, hangi havayı soluduğun, hangi şehrin, hangi sokağında yürüdüğün önemli değildi. Sen içimden gitmiştin... İçimde ne varsa bana ait, seninle gitmişti.
Merhaba Ziyaretçi hoşgeldin ! Forumdan daha fazla yararlanmak için buradan kayıt olunuz Hello Welcome to Guest! Register here to benefit more from the forum
Bu site, içeriği kişiselleştirmenize, deneyiminizi uyarlamanıza ve kaydolduğunuzda oturumunuzu açık tutmanıza yardımcı olacak çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek, çerezleri kullanmamıza izin veriyorsunuz.