Sâmiha Ayverdi

  • Konuyu Başlatan Konuyu Başlatan yadois
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi

yadois

Kullanıcı
Katılım
20 Şub 2010
Puanları
0
Hayatı

25 Kasım 1905'te İstanbul'da doğdu. Piyade Kaymakamı (Yarbay) İsmail Hakkı Bey ile Fatma Meliha Hanım’ın kızıdır. Mimar ve tarihçi yazar Ekrem Hakkı Ayverdi'nin kız kardeşidir. Samiha Ayverdi, Süleymaniye Kız Numune Mektebi'nde eğitim gördü; daha sonra özel derslerle eğitimini sürdürdü. Çok iyi derecede Fransızca öğrenerek tarih, tasavvuf, felsefe alanlarında kendini yetiştirdi.

Ayverdi, Kubbealtı Cemiyeti (1970) ve Vakfı’nın (1978) kurucu üyesidir. Ayrıca, İstanbul Fetih Cemiyeti, İstanbul ve Yahya Kemal Enstitülerinde faal üyeliklerde bulunmuş, 1966'da Türk Ev Kadınları Derneği'nin kuruluşuna ön ayak olmuş, 1970'de ağabeyi ile birlikte Kubbealtı Cemiyeti'nin kurulmasını sağlamıştır.

22 Mart 1993 tarihinde ölen Samiha Ayverdi'nin mezarı, İstanbul Zeytinburnu'ndaki Merkez Efendi Camii'nin bahçesindedir..
Eserleri


Samiha Ayverdi, 1938'de ilk romanı Aşk Budur'u yayınladı. 1946'dan itibaren daha çok fikir ve tarih eserlerine ağırlık verdi.

Yapıtlarında, tarihi yoğun biçimde kullanmıştır. İnceleme yazıları ve romanları İstanbul üzerinedir. Tasavvuf düşüncesi ve tarih özellikle romanlarında canlanmış, Kenan Rıfai'yi eserleri yoluyla okuyuculara tanıtmaya çalışmıştır.

"Batmayan Gün" ve "İnsan ve Şeytan" adlı romanları geçmişi arayışının ürünleridir. Geçmişe duyduğu özlemi en iyi yansıtan romanı "İbrahim Efendi Konağı"'dır.

Kubbealtı Neşriyat tarafından Samiha Ayverdi Külliyatı adıyla çıkan kitapların sayısı 36 adettir.

Yayınlanan Kitaplarının Listesi:


Aşk Bu İmiş 1938, Batmayan Gün 1939, Mâbette Bir Gece 1940, Ateş Ağacı 1941, Yaşayan Ölü 1942, Son Menzil 1943, Yolcu Nereye Gidiyorsun 1944, Yusufcuk 1946, Mesihpaşa İmamı 1948, Ken'an Rifâî ve Yirminci Asrın Işığında Müslümanlık 1951, İstanbul Geceleri 1952, Edebî ve Mânevî Dünyâsı İçinde Fâtih 1953, İbrâhim Efendi Konağı 1964, Boğaziçi'nde Târih 1966, Misyonerlik Karşısında Türkiye 1969, Türk-Rus Münâsebetleri ve Muhârebeleri 1970, Bir Dünyâdan Bir Dünyâya 1974, Türk Târihinde Osmanlı Asırları 1975, Millî Kültür Meseleleri ve Maârif Dâvâmız 1976, Âbide Şahsiyetler 1976, Türkiye'nin Ermeni Meselesi 1976, Hâtıralarla Başbaşa 1977, Kölelikten Efendiliğe 1978 (Arapça ve İngilizce 1979, Urduca 1981), Dost 1980 (İngilizce 1995), Yeryüzünde Birkaç Adım 1984, Rahmet Kapısı 1985, Mektuplardan Gelen Ses 1985, Ne İdik Ne Olduk 1986, Hancı 1986, Bağ Bozumu 1987, Hey Gidi Günler Hey 1988, Küplüce'deki Köşk 1989, Ah Tuna Vah Tuna 1990, Dile Gelen Taş 1999, Râtibe 2000, İki Âşinâ 2003 Ezelî Dostlar 2004, Mülâkatlar 2005, Dünden Bugüne Ne Kalmıştır 2006

Ödülleri

1978’de Türkiye Millî Kültür Vakfı Armağanı; 1984’te Millî Kültür Vakfı tarafından verilen Türk Millî Kültürüne Hizmet Şeref Armağanı; 1985’de Yeryüzünde Birkaç Adım isimli eseri nedeniyle Boğaziçi Yayınları tarafından Boğaziçi Başarı Ödülü almıştır . 26 Nisan 1986’da, Türk Edebiyat Vakfı tarafından kendisine "Millî Sanata Hizmetleri"nden ötürü bir plaket sunulmuştur. 1988 yılında yayınlanan “Hey Gidi Günler Hey” isimli eseri nedeniyle, Türkiye Yazarlar Birliği'nce kendisine Yılın Dil Ödülü verilmiştir. 1990'da Başbakanlık aile araştırma kurumu kendisine bir şükran plaketi sunmuştur. 1992 yılında Türkiye İlim ve Edebiyat Eserleri Sahipleri Meslek Birliği'nce (İLESAM) verilen Üstün Hizmet Ödülü'nü almıştır..


İstanbul, Fatih'de Vatan Caddesi üzerinde bulunan Vatan Anadolu Lisesi'nin ismi 2005 yılında değiştirilerek, Samiha Ayverdi Anadolu Lisesi yapılmıştır.

Meşkûre Sargut'un Samiha Ayverdi hakkında Akademi Mecmuası Nisan-Temmuz 1993 sayısında çıkan yazıları;

İNSAN-I KÂMİL

Kur'an da, Kehf Sûresi'nin 109. âyetinin tasavvufî tefsîrinde buyuruluyor ki: “Denizler mürekkep olsa, ağaçlar kalem olsaCenab-ı Hakk'ın kelimesi olan İnsân-ı Kâmil'i târife kalksalar, (özelliğini anlatsalar) denizler kurur, ağaçlar kırılır. Bir o kadar getirsen yine kurur ve yine kırılır.”

Sâmiha Ayverdi, Hocamın manevî haşmetini ve azametini tam manasıyla aksettiren bir ayna olduğu için o aynada görülen nakış, İnsân-ı Kâmil nakşıdır.

İşte O'nu, âyetin yorumunda buyrulduğu gibi, anlatmaya lîsan kâfi gelmez, portresini çizmeğe kalkınca da kalem âciz kalır. Ne söylesek, ne anlatsak, hakkında hiçbir şey izah etmiş olamayız. Çünkü O ifadeye sığmaz.

1950 yılında Hocam Kenan Rifai Cemâl'e yürüdüğü zaman, eski Erzurum milletvekili Salih Yeşil Bey bana: “ Kızım senin Sâmiha Ayverdi dediğin o büyük kadın ne koca sultanmış ki onu bu gece mânâda gördüm; hocasının manevi mirası ona verildi ve bu hadiseye melekler şahit oldular...” dedi. Aslında bu gerçeğe biz de yaşayarak şahit oluyorduk. Çünkü hakikaten, dünya ve âhiret yollarını hiç şaşırmadan ve birbirinin hakkına tecavüz etmeden, aynı paralel çizgide yürüyen ve yürüten hem de bir nefesini boş geçirmeyen büyük Sâmiha Ayverdi'nin peşini izliyorduk. Hocasına, Pîrine, Üstadına tam teslimiyete sahip; Hak ile Hak olmuş bir şahane güzelliği seyrediyorduk. Sâmiha Ayverdi, kendi yokluğunu o derece arz etmiştir ki, onda Hakk'ın tam tecellisi görülüyor. Kendisini ziyarete gelen ve eserlerinin hayranı olan bir zat ona; “Sizi Mark Orel'e benzettim. Şu antik eşyaya süslü, saltanatlı evde, sizi tevazu içinde, yoklukta buldum. Mark Orel de o muazzam sarayında olduğu halde gece post üstünde yatarmış, yatağına dahi girmezmiş..” demişti.
Samiha Ayverdi Belgeseli

Dünya hayatının geçici, fâni, sigara dumanı gibi dağılıp hayal olan zevklerine asla kıymet vermeyen Sâmiha Ayverdi, Hak zenginliği ile dolu yüreğinde Saltanat-ı İlahiye'yi taşıyor ve onu manevi gıdaya çok muhtaç cemiyete aşılıyor. Her zaman bize şunu söyler: “Bizim soframızda yiyecek olarak sadece ekmek, zeytin bulunsa yine de biz çok zenginiz..herkesten daha çok zenginiz. Çünkü gönlümüzde Hak aşkı var, servet-i aşkımız var.. işte hakiki zenginlik budur...”

Sâmiha Ayverdi, ilahî rahmet olarak yaşamaktadır. Etrafına daima iyilik, hayırseverlik, yardımlaşmayı öğretir. Umumun hayrına olan her türlü işleri yılmadan yerine getirmek ve cemiyeti tekamüle sevk etmek hususunda hiçbir aksama göstermeden gayret kuşağını beline kuşanmış olan hâlis bir insandır, İnsân-ı Kâmil'dir. Hocasının emeklerinin ve nefeslerinin bir tekini dahi zâyi etmemiştir. Dağarcığında bulunan ilim, irfan, edep, hikmet, feyz ve muhabbeti, sebil halinde cemiyete dağıtmaktadır. Etrafını ve elinin değdiği her yeri, her şeyi ihyâ etmektedir.

Hocasının elinde bir kalemdir ki; Hak ve hakikatin müdafii kesilmiştir. Hocasının elinde bir neydir ki; Hakk'ın sesini her yerde ve her zaman muhteşem nağmelerle duyurmuş, kulaklarındaki beşeri patırtıyı izâle etmiştir.

Nefs ham iken hırs doludur. Ancak ruh makamına gelince hırslarından arınabilir. Bu olgunlaşma, hakiki insanı bulmadan asla ele gelmez. İnsân-ı Kâmil'i bulup onun önünde yok olmadıkça; benliğin başını onun önünde vurmadıkça insan kalıbında olan bizlerin, iç yüzümüzden de insan olmamıza imkan yoktur. İç âlemimizdeki hayvanlıkla kalmaktan kurtaran kurtarıcılara muhtacız biz. İşte hâlis bir kurtarıcısı olan Sâmiha Ayverdi, gerek tarihi bilgisi, gerek tasavvufi anlayışı, gerekse şahane sanatı ile cemiyeti dalâletten ve zulmetten, hidayete ve aydınlığa çağırmaktadır. Onun sesine kulak vermek bahtlılığına erenlere ne mutlu.. ve o ayna karşısında kendini süsleyebilenlere ne mutlu...

02.03.1984
 
Geri
Üst