Korku ve saygı.

Konu hakkında bilgilendirme

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Serbest Kürsü kategorisinde Harun tarafından oluşturulan Korku ve saygı. başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 5,671 kez görüntülenmiş, 8 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Serbest Kürsü
Konu Başlığı Korku ve saygı.
Konbuyu başlatan Harun
Başlangıç tarihi
Cevaplar
Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan salihahmed
H

Harun

Kullanıcı
29 Şub 2008
En iyi cevaplar
0
36
İstanbul
leftinthedark.wordpress.com
Önce Doğan Cüceloğlu' nun "Korku Kültürü" adlı kitabından bir alıntı yazayım.


İyi haberim balık hasta değil. Kötü haberim suyun hasta.

- Su hasta olur mu ya?

- Evet olur, iyi oksijen almıyor bu su. Bundan dolayı bir bakteri girmiş.. Ve bu bakteri balığın sinir sistemini böyle etkilemiş.

- Ne yapmam lazım?

- Balığın suyunu değiştireceksin , bir de pompanı değiştireceksin.

Su değişince, pompa sistemi değişince gerçekten de balık iyileşmiş bir süre sonra. Yine şahane biçimde dalga dalga gitmeye devam etmiş!

Bizim suyun hastalığı ne peki?

Korku kültürü.

Korku kültürü kavramını biraz açabilir misiniz?

Korku kültürü yaşamda gücü temel olarak kabul eder. Hayatta en önemli şey
güçtür. Bu nedenle yaşam sürecinin kendisini sıfırlar. Mutluymuşsun,
coşkuluymuşsun, zevk alıyormuşsun hiçbir önemi yok. Seni güçlü kılıyor mu
kılmıyor mu ona bakacaksın. Bu da sonuçlarla belli olur. Mevki edindin mi,
para kazanıyor musun, şöhretli misin, göster bana! Böylelikle yaşamın bir
süreç olarak değeri yok, güç temel değerdir. Güçlü olan haklıdır, çünkü o
güçlüdür. Güçlü olanın denetleme hakkı vardır, çünkü o güçlüdür.
Yönlendirir. Böylelikle tüm ilişkiler ve yaşam onun üzerine oluşmaya
başlar. O nedenle böyle bir toplumda insan insana ilişki yoktur, güçlü
güçsüz ilişkisi vardır. Kadın erkek ilişkisi yoktur, güçlü güçsüz ilişkisi
vardır. Patron işveren ilişkisi yoktur, güçlü güçsüz ilişkisi vardır. Bir
toplumda ‘Sen benim kim olduğumu biliyor musun?’ diye soruluyorsa o
toplumda güçlü güçsüz ilişkisi vardır!

Korku kültüründe insanların ilk karşılaştıklarında akıllarından geçen
şudur: Şimdi burada kimin borusu ötecek. O yüzden kolay kolay
gülümsemezler, başka tarafa bakarak el sıkarlar. Yani diyor ki: Yersen,
burada baba benim. Böyle durumlarda ben kendimi nasıl tanıtacağım. Profesör
Doktor Doğan Cüceloğlu. Mutlaka mevkimi söyleyeceğim. Yani işte 15 kitap
yazdım, tv programı yapıyorum, filan, filan…Bir kıdem listesi yapacağım
sana güçlü olduğumu göstermek için. Çingeneler kavga ettiğinde bende bu var
diye sende ne var diye atışırlarmış ya… Bizdekinin aynı. Adam kitap
yazıyor, üzerine Prof bilmemkim diye titrini yazdırıyor, ne gerek var?

Korku kültüründe eşit ilişki yoktur, kim daha güçlü, kim daha üstün
ilişkisi var. Daha evlenirken bu karı koca ilişkisinde kendini belli eder,
ilk gece gözünü korkutuyor, ilk gece. Anne baba çocuk ilişkisinde de öyle.

Anne baba ilişkisinde nasıl?

Çocuk bir kere 0 - 7 yaş arasında müthiş bir mücadele veriyor.

Ne mücadelesi veriyor?

Varolma mücadelesi veriyor. ‘Yemiyeceğim’ diyor, ‘Doydum’ diyor.
‘Yiyeceksin’ diye ağzına tıkıyoruz kaşığı. ‘Aç değilim’ diyor. ‘Hayır
açsın’ diyoruz. Düşünebiliyor musun ya? Şu işkenceyi düşünebiliyor musun?

Geçen gün üniversite öğrencilerinden oluşan 70 kişilik bir gruba konuştum.
Bir kız öğrencinin önüne gittim. ‘Merhaba’ dedim ama görüyorum nasıl
korkuyor. İnşallah doğru cevap veririm kaygısı var yüzünde. ‘Sabahleyin
karşılaşsak ben sana sorsam ‘Uykunu alabildin mi?’ diye. Uykunu alıp
almadığını bilebilir misin?’ dedim. ‘Bilmem, belki’ dedi. Bu çok acı
birşey. ‘Peki’ dedim ‘Senin uykunu alıp almadığını senden daha iyi bilecek
kim var?’ Ona da cevap veremedi. Üniversite öğrencisi bu! Yandaki arkadaşa
döndüm. ‘Aç mısın tok musun bilir misin?’ dedim. Cevap veremedi, ııığğğ
filan yapıyor. ‘Senin aç ya da tok olduğunu senden daha iyi bilebilecek
biri var mı?’ dedim. ‘Lokantacı ‘dedi. Bunlar üniversite öğrencisi! Bunlar
bu kadar sınavdan sonra üniversiteye girebilmiş seçilmiş insanlar! Ama
düşünün öyle bir yaşamı boşaltma durumu var ki çocuk aç mı uykusuz mu
bilmiyor.

Ve ben psikolog olarak şunu söylüyorum. Bir insanın yaşamının temeli 0 - 7
yaş arasında atılıyor. Bir vatandaşın vatandaşlığının temeli de 0 ile 7 yaş
arasında atılıyor. Neye benziyor bu biliyor musun, eğer siz bir çocuğa 0 -
7 yaş arasında Türkçe öğretemezseniz, ondan sonra da düzgün Türkçe
konuşamaz, ona benziyor. Eğer çocuklarınıza 0 ile 7 yaş arasında vatandaş
olma bilinci veremezseniz ondan sonra ikinci dil öğrenirmiş gibi zorlukla
aksak öğreneceklerdir..

O zaman o üniversitelinin aç olup olmadığını bilmemesinin nedeni de
annesinin çocukken aç olmadığı halde zorla yedirmesi mi? Onun adına
kararlar vermesi mi?

Bu ufak bir örnek. Genel olarak çocuğa verilen mesaj önemli. ‘Sen küçüksün
bilmezsin büyükler bilir. Sen kimsin ki…’ Bu genel mesaj yerleşince ‘ Ben
kimim ki, otorite daha iyi bilir’ inancına dönüşüyor. Korku kültürünün özü
bu!

Öyle olunca yaşam tamamıyla gerçeğin araştırılması değil, özgürce bir
yolculuk değil, bireylerin, grupların, cemaatlerin birinden daha güçlü olma
mücadelesine dönüyor.


Mesela sınıfa girin öğretmen olarak. Korku kültürüyle yetişmiş çocuğa güler
yüzlü davranın, ‘Günaydın çocuklar nasılsınız?’ filan deyin. Üç dört ders
sonra size parmak atmaya kalkarlar. Siz üzülürsünüz ben bunlara insan
muamelesi yapıyorum, yaptıklarına bak diye. Size süratle öğretirler nasıl
öğretmen olunması gerektiğini. Demek ki korku kültüründe korkutulma
ihtiyacının giderilmesi için korkutan birisinin olması lazım.. El ve eldiven
gibi. Ve bu bir yaşam felsefesi. Mesela korku kültüründe yetişmiş kadınlar
da korkutan erkek ister. Onları korkutmayana ‘Ne biçim erkek’ derler.

ürkiye’de yüzde kaç korku kültürü hakim?

Şimdi belirli bir azınlık grup var. İnsan hakları, çocuk hakları diyen,
insanca bir yaşam isteyen, birbirlerine ‘Günaydın’ demek isteyen, trafik
kurallarına uyan…Benim gördüğüm kadarıyla çok az…Ve bu insanlar çok yalnız.
Eğer Türkiye’de uygar insan gibi yaşamaya çalışırsanız süratle kendinizi
keriz olarak görürsünüz. O sınıfa girip de ‘Günaydın’ diyen öğretmenin
durumuna düşersiniz.

Başınıza gelmedik kalmaz yani?

Kendinizi korursunuz ama o zaman da kendinize yabancılaşırsınız. Bir
mutsuzluk yaşamaya başlarsınız. Ve altını çizmek lazım. Kimsenin kabahati
yok. Kimse kötü niyetle yapmıyor bunu. Bildiği başka bir şey yok. 0 - 7 yaş
aralığında bunu öğreniyor. Bildiğini de gelecek nesle bağırta çağırta
aktarıyor. Bu böyle gidiyor.

Türk politika tarihinde korku kültürü ne kadar hakim? Hep korkutularak mı
yönetilmiş Türkiye?

Korku kültürünün dışında başka bir akım olmamış. Avrupa’nın yaşadığı
aydınlanma, birey olma hakkı mücadelesi olmamış. İşte Atatürk devrimleriyle
bunu yapmaya çalışmış. Fakat korku kültüründe yetişmiş insanlar onu da
hemen bir canavar haline getirip iki kampa ayrılmış, hangisi güçlü olacak
mücadelesi yapıyor. İki tarafında anlaştığı temel değerler nedir konusunda
bir araştırma içerisine girmiş değiliz. Ben şimdi olanların hepsini korku
kültürü içinde bir mücadele savaşı olarak görüyorum, Bu da bana acı
veriyor.

Bizim de suyumuz mu hasta?

Aynen öyle, akvaryumun suyu aynı olduğu sürece yeni balıklar koysan bile
bir süre sonra onlar da hastalanır. Şimdi biz ne yapıyoruz,
milletvekillerini suçluyoruz. Sanki onlar gökten zembille indi. Onlar da
bizim balığımız!

Peki suyu iyi etmek için ne yapmak lazım? Suyun ilacı ne?

Değerler! İlk değer gerçeğe saygı. Anne baba olarak çocuğunun gerçeğine
saygı duyacaksın.

İkinci değer, gerçeğe sevgi. Anne baba olarak çocuğunu seveceksin.

En önemlisi de yaşama saygı. Çocuğun kendi yaşamında kendisi olarak var
olabilmesine saygı duyacaksın!

-------------------------------------------------------------


Geçenlerde bizde misafirler falan var babamlar sohbet ediyor ben de dinliyorum. Artık diyorlar kimsenin saygısı kalmamış. Öğretmenlere saygı kalmamış. Biz öğretmeni 100 metreden görünce ceketimizi iliklerdik başımızı öne eğerdik diyor. Öğretmen bir gün sınıfa geliyor, herkes kaçışıyor sağa sola sus pus oturuyor.  Öğretmen bunlara diyor, " Çocuklar benden neden korkuyorsunuz. Ben adam yemem korkmayın". Ondan sonra hepsi öğretmene hayran kalıp saygı duyuyolar 30 sene olmuş hala adı akıllarında unutmamışlar.


Sizce bazı kişilerden , şeylerden korktuğumuz için mi saygı duyuyoruz yoksa içimizden saygı duymak mı geliyor. Mesela patrona neden saygı duyarız da aynı saygıyı sekretere duymayız. Sekreterin bizim için pek bir önemi yoktur di mi. Maaşımı o ödemiyor sonuçta, patrondan korktuğum için saygı duymalıyım. Hayır böyle olmamalı, insan hayatında anlamı olan herkese belli bir saygı duymalıdır. Ama gel gelelim gerçek hayatta böyle birşey pek olası değil. En azından bu topraklarda şu güne kadar gördüğüm kadarıyla böyle. Size aşağıda geçmişten günümüze çok saygı duyulan şeyleri yazıyorum dikkat edin bunların hepsinin arkasında hiç olmasa bile bir korku var .

Padişah
Polis
Asker
Komutan
Dini Duygular
Patron
Herhangi bir yerdeki yönetici
Okul Müdürü
Sert Mizaçlı Öğretmenler
... vs vs aklıma gelenler şimdi


Böyle gider bu liste. Bence kurumlara ve nesnelere saygı duyacaksak gerçekten içimizden geldiği için yapalım. Korktuğumuz için değil. Yoksa göstermelik bir saygı hiç kimsenin bir işine yaramıyor. O adamla işimiz bittiğinde saygımız da bitiyor.


 
D

dideM

Kullanıcı
5 Eyl 2007
En iyi cevaplar
0
0
İstanbul
Mesela sınıfa girin öğretmen olarak. Korku kültürüyle yetişmiş çocuğa güler
yüzlü davranın, ‘Günaydın çocuklar nasılsınız?’ filan deyin. Üç dört ders
sonra size parmak atmaya kalkarlar.
Ne kadar doğru bir örnek..

İnşallah doğru cevap veririm kaygısı var yüzünde. ‘Sabahleyin
karşılaşsak ben sana sorsam ‘Uykunu alabildin mi?’ diye. Uykunu alıp
almadığını bilebilir misin?’ dedim. ‘Bilmem, belki’ dedi.
Ve;
Bu genel mesaj yerleşince ‘ Ben
kimim ki, otorite daha iyi bilir’ inancına dönüşüyor
Ve hayatımızın hiç bir bölümünde özgüvenimiz oluşmuyor. Sürekli "farketmez" içeren cümleler kuruyoruz. Aslında farkediyor fakat bunu söylemeye bile korkuyoruz çoğumuz.

Teşekkürler Harun, çok güzel bir yazıydı.
 
E

ebruliyn

Kullanıcı
29 Nis 2008
En iyi cevaplar
0
0
Korkmak yada korkutmak ile saygı duyulacağına,kazanılacağına inanmıyorum,temelde insanın kendine ve insanlığa saygısı olmalı.insanlar haddini bilmek adına belli mesafeler içinde iletişim sağladıktan sonra saygısızlığı haketmezler.

Doğan Cüceloğlu çok güzel bir benzetme yapmış,balık hasta değil,suyu hasta
suyumuzu değiştirebilmek için temelden başlamak gerekir ,çocuktan
Çocuğu eğiten kim anne,baba
O zaman anne ve baba devlet tarafından   açılacak kurslara gitmeli
Bu kurslar da anne ve baba aile ve çocuk bakımı,eğitimi konusunda eğitilmeli,biyerden başlanmalı

 
H

Harun

Kullanıcı
29 Şub 2008
En iyi cevaplar
0
36
İstanbul
leftinthedark.wordpress.com
Yine trafikten bir örnek verecem sürekli içindeyim çunki;

Yolda durmadan şerit değiştiren, emniyet şeridine dalan, hız yapan bir sürücü, trafik polisini görünce sanki ehliyet sınavındaymış gibi araba sürmeye başlar. Kemerini takmamışsa onu takar. Bu adamın ne kendisine saygısı kalmıştır ne de diğer insanlara. Polisi görünce tırstı ama neden çunki o kendisine ceza kesebilir o yüzden saygı duymalı. Diğer insanların onun için bir önemi yok.

Örneğin bir yere trafik ışığı koyun, başka bir yere de ışıkla birlikte görülebilecek şekilde kamera yerleştirin. Sonra da kırmızı ışık ihlallerini bir sayın.

Korku kültürüyle yetişmiş bir toplum, korkutulmadan saygı duymayı bilmiyor. Ben de dahil.
 
K

korsan

Kullanıcı
18 Kas 2007
En iyi cevaplar
0
36
Gaziantep
Valla korktuğum için bir şeye yada birine saygı duymadım.
Saygı duyulması gerekenlere duyarım o kadar.

Güzel konu vesselam.
Teşekkürler.
 
G

GulsahToptas

Kullanıcı
17 May 2006
En iyi cevaplar
0
0
İstanbul
gulsaht.blogcu.com
Bazen bu terimler o kadar birbirine karışıyor ki,
gerçekten korktuğumuz için mi saygı duyuyoruz? yada korku karşısında gösterilen saygı mı?

Örneğin;

Teyzemin eski eşi, çocuklarına ve eşine(teyzeme) şiddet uygulayan, maaşlarını elinden alan bir kişiydi. Ve oğlu 23 yaşında olmasına rağmen karşısında hep elleri önünde, başı eğik onu dinler ama bildiğini yapardı. Bize ve burdaki yorumlarımıza göre gösterdiği davranış şekli "saygı"  olarak değerlendirilir.
Ama gerçekte yaptığı saygılı bir davranış mıydı? tartışılır .....
 
S

spiritualsigns

0-7 yaş çok riskli bir dönem çocuk gelişimi açısından.. zeka kişilik ve karakter oluşumunun temellerinin atıldığı bir aralık bu yaş aralığı... İlerki zamanlarda hayata tutunması açısından bu yaş dönemindeki aile ve çevre iletişimi ve ilişkisi çok önemli.. biz çocuklara bir birey gibi davranmıyoruz.. göz hizamız onlarla boy farkımızla orantılı... halbu ki onlarla göz hizasına inebilsek onlarında bir yetişkin kadar fikir düşüncelerinin olabildiği duygularını en açık şekilde yaşayabildiğini görücez..

Bunları sağladığımızda sağlam temelli bir gelişim sürecini tamamlamış bireyleri kazandırdığımızı görücez yaşadığımız hayata... Biz bunu yapmıyoruz... Birilerine hayat boyu bağımlı destekli bireyler yetiştiriyoruz...

Aklıma gelmişken trafikle ilgili örnek verilmiş bende ufak bir açıklama yapıcam.. Bazı ülkelerde trafik ışığı yoktur sadece önemli kavşak ve noktalarda vardır... şehiriçinde trafik ışığı göremezsiniz... insanların korkudan ziyade saygı kültürü ve toplum bilinci gelişmiştir... Kendine duyulmasını istediği saygıyı gösterir karşısındakine... Yaya ayağını kaldırımdan aşağı indirdiği anda arabalar durur yaya geçer ve trafik akar... malesef ve ne yazık ki insanlık eksiğimiz var bizim bu anlamda... :(
 
crt

crt

Kullanıcı
11 Eyl 2009
En iyi cevaplar
0
38
İstanbul
Harun' Alıntı:
 
Padişah
Polis
Asker
Komutan
Dini Duygular
Patron
Herhangi bir yerdeki yönetici
Okul Müdürü
Sert Mizaçlı Öğretmenler
... vs vs aklıma gelenler şimdi
    Bilgi insanı kuşkudan,iyilik acı çekmekten, kararlı olmak da korkudan kurtarır.
Oteriteler sadece gelip geçici  gücün simgesidir ..
En korkuncu olanıysa yaşam özgürlüğümüze kısıtlanma  konulmasıdırki  ..Diğerleri gereksiz teferruat diye düşünüyorum.. 
 
 
 
S

salihahmed

HIKMETIN BAŞI ALLAH KORKUSUDUR.                    HADIS-İ ŞERİF
 
Üst