S
su perisi
Kullanıcı
- 4 Ocak 2007
- En iyi cevaplar
- 0
- 0
--------------------------------------------------------------------------------
Kaliteli olmak… Herkesin dilindedir bu laf, dilindedir de nedir bu kaliteli olmak? Ya da ben ne anlıyorum bundan? Ama katılırsınız ama katılmazsınız; ben size ne anladığımı aktarayım.Gerisi sizin bileceğiniz iş…
Kaliteli olmak… sabah evinizden çıkarken ailenizin arkanızdan hayır duası etmesidir. Evet dostlar, hayat dediğimiz şey o kadar kısa ki; sevdiklerimiz elimizden yitip gittiğinde “ah keşke onu bu kadar üzmeseydim, bir hayır duasını alsaydım” demek birçok şey için geç kaldığımızı vurur suratımıza. O yüzden bizi seven insanların kıymetini onların sağlıklarında bilmek lazım. Bunu yaparsak zaten onların hayır duasını da almış oluruz.
Kaliteli olmak… komşularınıza hasta olduklarında bir çorba ısıtacak kadar yakın; evlerine kaçta girip kaçta çıktıklarıyla, evlerine kimin geldiğiyle ilgilenmeyecek kadar da mesafeli olmaktır. Birçoğumuz komşularımıza iyilik yapmanın, onların özel hayatlarının en kuytu yerlerine kadar bilmemize ve yine onların özel hayatlarına müdahale etmemize hak sağladığını düşünür. En azından benim komşularım böyle. Hani deriz ya, “şu ecnebilerde çok soğuk” diye. Biz de “sıcak” olmakla “saygısız” olmayı birbirine karıştırır dururuz.
Kaliteli olmak… bir dostunuzla iyi iken sizinle paylaştığı şeyleri, günün birinde dargın düştüğünüzde saklamayı bilmektir. Maalesef her gün televizyonlarda görüyoruz, gazetelerde okuyoruz. Çok uzaklara gitmeyelim; komşularımız, akrabalarımız arasında da tanıklık ettiklerimiz oluyordur. Bir zamanlar canciğer arkadaş, dost olan kişiler; olası dargınlıklarında bildikleri bütün şeyleri yaymaktan hiç çekinmiyorlar. Bu ne kadar iğrenç bir davranıştır böyle?
Kaliteli olmak… ırk, din, dil, cinsiyet, cinsel tercih, renk (daha o kadar kavram eklenebilir ki buraya) ayrımı yapmaksızın insanlara önyargısız bakabilmektir. Çevremizde gördüğümüz bizden farklı durumdaki insanları, o halleriyle kabul etmeyi öğrendiğimizde birçok sorunun da üstesinden gelebileceğimiz gün gibi aşikârdır. İnsanları sınıflandıran bizler değil miyiz? Onlara bir fırsat vermeden, kalıplara sokan da biz değil miyiz? O zaman sorun kabul ettiğimiz şeyleri yaratan da bizleriz.
Kaliteli olmak… üstünüz başınızın “marka” giysilerle kuşanmış olması değildir. Kıçınızdaki kotun “dizel” ya da “kurşunsuz” olması sizin kalitenize bir şey katmaz. Ya da ceketinizin “pierre cardin” yerine “ömer usta-mardin” olması değerinizi düşürmez. Mesele yüreğinizin çapı ile alakalıdır aslında. Oraya kaç kişi sığdırabildiğinizle ilişkilidir. İç dünyanız kötü ise, bu durumu bir yere kadar giysilerle, süslerle örtebilirsiniz. Bir yerden sonra ise hiç biri gizleyemez sizin değerinizi ya da değersizliğinizi.
Kaliteli olmak… her yeni öğrendiği bilgi yüzünden (daha 1 gün önce kendisinin de bilmediğini unutarak) o bilgiyi bilmeyenlere karşı yukardan bakmamaktır. Hepimizin bildiği üzere bilginin sonu yok. Her gün yeni bir şey öğreniyoruz. Ama bu bilgilerden önce öğreneceğimiz ilk şey alçakgönüllülük olmalıdır. Mütevazılıği kavrayamamış bir kişi “ayaklı ansiklopedi” olsa bile toplumda pek de sevilen bir kişi olmaz. Bunun yanında alçakgönüllü olacağım diye de, “cahil”in karşısında susmak da olmaz. Kaliteli insan bu dengeyi de ayarlayabilen insandır zaten.
Kaliteli olmak… yüreğinde nefret tohumları yerine, sevgi çiçekleri barındırabilmek ve bunu yaparken de bir karşılık beklememektir. İnsanlar için sevmek, nefret etmekten daha zor olabilir. Hele ki sevgiyi ifade ettiğinizde “light”, nefreti ifade ettiğinizde “reis” olarak nitelendirildiğiniz bir toplumda yaşıyorsanız bu durum hakikaten zordur. Ama zor olan her şey güzeldir de. O yüzden zor olanı seçip sevmeliyiz birbirimizi. Futbolu çok seven birisi olarak benim taraftarlık tanımımda bu doğrultudadır: “kaliteli taraftarlık diğer takımlardan nefret etmek değil; kendi takımına sevgi beslemektir…”
Kaliteli olmak… bir yarışı, bir mücadeleyi kaybettiğinde, kazananı alkışlamayı bilmektir. Bu hayatın her alanında geçerlidir, sadece sporla sınırlamamak lazım. Yani hayatın kendisi zaten bir yarıştır, bu yarışta gerisinde kaldığımız kişileri tebrik etmeyi bilmeliyiz. Ve önüne geçtiğimiz kişileri de hor görmemeyi tabi ki.
Kaliteli olmak… insanların arasını düzeltmek için uğraşmaktır. Dünya ahalisi olarak giderek birbirimizin kuyusunu kazmaya merak saldığımız, insanların kavgalarını izlemekten zevk aldığımız şu günlerde asıl yapılacak işin insanların küskün oldukları kişilerle arasını düzeltmek olduğunu nasıl da gözden kaçırıyoruz? Biz; hakaret işitmekten, kavga seyretmekten haz alan bir toplum değildik, neden bu hale geldik bilmiyorum. Sadece çocuklar için çok üzülüyorum.
Kaliteli olmak… karşındaki insana güvenmektir. Son zamanlarda canımı sıkan şeylerden birisi de insanlarda güven duygusunun kalmaması. Bu duygunun olmadığı yerde yaşamak çok acı veriyor bana. Dostlarıma her zaman söylediğim bir şey var: “Karşınızdaki kişilere güvenin. Belki bu koşulsuz güveniniz sizin çoğu kişiden kazık yemenize sebep olabilir. Ama aslında kaybeden siz olmuyorsunuzdur. Çünkü birbirine güvenmekten bu kadar korkan bir toplumda, sizin gibi herkese güvenen birisinin güvenini boşa çıkarmak, o kişinin kaybı olur. Neticede güveninizi esirgemediğiniz kişiler içerisinden bir tane “düzgün” insan çıktı mı, (diğerlerinin hepsi “menfaatçi” olsa bile) bütün hepsine bedeldir, unutmayın.”
Kaliteli olmak… hoşgörülü olmaktır. Herkesin bir insan olduğunu, herkesin hatalar yapabileceğini aklımızdan çıkarmamak gerekir. Bir kimsenin karşısındakini affetmemesi için (kaldı ki affetmek kavramı bile insana has bir kavram değildir bence), kendisinin insanüstü bir yaratık olması gereklidir bence. Çünkü eğer o da insansa onun da hataları, kusurları olmuştur ve her an yenilerinin olması da muhtemeldir.
Kaliteli olmak… gördüğümüz bir haksızlık karşısında, haksızlığın bize yapılıp yapılmadığına bakmaksızın ortada bir haksızlık olduğunu söyleyebilmektir. Maalesef artık sadece ucu bize dokunan yanlışlıklarda sesimizi çıkarır olduk Böyle olunca da, haklının sesi hep “cılız” kalıyor ve hep haksızlar kazanıyor
Onur İMAMOĞLU
Kaliteli olmak… Herkesin dilindedir bu laf, dilindedir de nedir bu kaliteli olmak? Ya da ben ne anlıyorum bundan? Ama katılırsınız ama katılmazsınız; ben size ne anladığımı aktarayım.Gerisi sizin bileceğiniz iş…
Kaliteli olmak… sabah evinizden çıkarken ailenizin arkanızdan hayır duası etmesidir. Evet dostlar, hayat dediğimiz şey o kadar kısa ki; sevdiklerimiz elimizden yitip gittiğinde “ah keşke onu bu kadar üzmeseydim, bir hayır duasını alsaydım” demek birçok şey için geç kaldığımızı vurur suratımıza. O yüzden bizi seven insanların kıymetini onların sağlıklarında bilmek lazım. Bunu yaparsak zaten onların hayır duasını da almış oluruz.
Kaliteli olmak… komşularınıza hasta olduklarında bir çorba ısıtacak kadar yakın; evlerine kaçta girip kaçta çıktıklarıyla, evlerine kimin geldiğiyle ilgilenmeyecek kadar da mesafeli olmaktır. Birçoğumuz komşularımıza iyilik yapmanın, onların özel hayatlarının en kuytu yerlerine kadar bilmemize ve yine onların özel hayatlarına müdahale etmemize hak sağladığını düşünür. En azından benim komşularım böyle. Hani deriz ya, “şu ecnebilerde çok soğuk” diye. Biz de “sıcak” olmakla “saygısız” olmayı birbirine karıştırır dururuz.
Kaliteli olmak… bir dostunuzla iyi iken sizinle paylaştığı şeyleri, günün birinde dargın düştüğünüzde saklamayı bilmektir. Maalesef her gün televizyonlarda görüyoruz, gazetelerde okuyoruz. Çok uzaklara gitmeyelim; komşularımız, akrabalarımız arasında da tanıklık ettiklerimiz oluyordur. Bir zamanlar canciğer arkadaş, dost olan kişiler; olası dargınlıklarında bildikleri bütün şeyleri yaymaktan hiç çekinmiyorlar. Bu ne kadar iğrenç bir davranıştır böyle?
Kaliteli olmak… ırk, din, dil, cinsiyet, cinsel tercih, renk (daha o kadar kavram eklenebilir ki buraya) ayrımı yapmaksızın insanlara önyargısız bakabilmektir. Çevremizde gördüğümüz bizden farklı durumdaki insanları, o halleriyle kabul etmeyi öğrendiğimizde birçok sorunun da üstesinden gelebileceğimiz gün gibi aşikârdır. İnsanları sınıflandıran bizler değil miyiz? Onlara bir fırsat vermeden, kalıplara sokan da biz değil miyiz? O zaman sorun kabul ettiğimiz şeyleri yaratan da bizleriz.
Kaliteli olmak… üstünüz başınızın “marka” giysilerle kuşanmış olması değildir. Kıçınızdaki kotun “dizel” ya da “kurşunsuz” olması sizin kalitenize bir şey katmaz. Ya da ceketinizin “pierre cardin” yerine “ömer usta-mardin” olması değerinizi düşürmez. Mesele yüreğinizin çapı ile alakalıdır aslında. Oraya kaç kişi sığdırabildiğinizle ilişkilidir. İç dünyanız kötü ise, bu durumu bir yere kadar giysilerle, süslerle örtebilirsiniz. Bir yerden sonra ise hiç biri gizleyemez sizin değerinizi ya da değersizliğinizi.
Kaliteli olmak… her yeni öğrendiği bilgi yüzünden (daha 1 gün önce kendisinin de bilmediğini unutarak) o bilgiyi bilmeyenlere karşı yukardan bakmamaktır. Hepimizin bildiği üzere bilginin sonu yok. Her gün yeni bir şey öğreniyoruz. Ama bu bilgilerden önce öğreneceğimiz ilk şey alçakgönüllülük olmalıdır. Mütevazılıği kavrayamamış bir kişi “ayaklı ansiklopedi” olsa bile toplumda pek de sevilen bir kişi olmaz. Bunun yanında alçakgönüllü olacağım diye de, “cahil”in karşısında susmak da olmaz. Kaliteli insan bu dengeyi de ayarlayabilen insandır zaten.
Kaliteli olmak… yüreğinde nefret tohumları yerine, sevgi çiçekleri barındırabilmek ve bunu yaparken de bir karşılık beklememektir. İnsanlar için sevmek, nefret etmekten daha zor olabilir. Hele ki sevgiyi ifade ettiğinizde “light”, nefreti ifade ettiğinizde “reis” olarak nitelendirildiğiniz bir toplumda yaşıyorsanız bu durum hakikaten zordur. Ama zor olan her şey güzeldir de. O yüzden zor olanı seçip sevmeliyiz birbirimizi. Futbolu çok seven birisi olarak benim taraftarlık tanımımda bu doğrultudadır: “kaliteli taraftarlık diğer takımlardan nefret etmek değil; kendi takımına sevgi beslemektir…”
Kaliteli olmak… bir yarışı, bir mücadeleyi kaybettiğinde, kazananı alkışlamayı bilmektir. Bu hayatın her alanında geçerlidir, sadece sporla sınırlamamak lazım. Yani hayatın kendisi zaten bir yarıştır, bu yarışta gerisinde kaldığımız kişileri tebrik etmeyi bilmeliyiz. Ve önüne geçtiğimiz kişileri de hor görmemeyi tabi ki.
Kaliteli olmak… insanların arasını düzeltmek için uğraşmaktır. Dünya ahalisi olarak giderek birbirimizin kuyusunu kazmaya merak saldığımız, insanların kavgalarını izlemekten zevk aldığımız şu günlerde asıl yapılacak işin insanların küskün oldukları kişilerle arasını düzeltmek olduğunu nasıl da gözden kaçırıyoruz? Biz; hakaret işitmekten, kavga seyretmekten haz alan bir toplum değildik, neden bu hale geldik bilmiyorum. Sadece çocuklar için çok üzülüyorum.
Kaliteli olmak… karşındaki insana güvenmektir. Son zamanlarda canımı sıkan şeylerden birisi de insanlarda güven duygusunun kalmaması. Bu duygunun olmadığı yerde yaşamak çok acı veriyor bana. Dostlarıma her zaman söylediğim bir şey var: “Karşınızdaki kişilere güvenin. Belki bu koşulsuz güveniniz sizin çoğu kişiden kazık yemenize sebep olabilir. Ama aslında kaybeden siz olmuyorsunuzdur. Çünkü birbirine güvenmekten bu kadar korkan bir toplumda, sizin gibi herkese güvenen birisinin güvenini boşa çıkarmak, o kişinin kaybı olur. Neticede güveninizi esirgemediğiniz kişiler içerisinden bir tane “düzgün” insan çıktı mı, (diğerlerinin hepsi “menfaatçi” olsa bile) bütün hepsine bedeldir, unutmayın.”
Kaliteli olmak… hoşgörülü olmaktır. Herkesin bir insan olduğunu, herkesin hatalar yapabileceğini aklımızdan çıkarmamak gerekir. Bir kimsenin karşısındakini affetmemesi için (kaldı ki affetmek kavramı bile insana has bir kavram değildir bence), kendisinin insanüstü bir yaratık olması gereklidir bence. Çünkü eğer o da insansa onun da hataları, kusurları olmuştur ve her an yenilerinin olması da muhtemeldir.
Kaliteli olmak… gördüğümüz bir haksızlık karşısında, haksızlığın bize yapılıp yapılmadığına bakmaksızın ortada bir haksızlık olduğunu söyleyebilmektir. Maalesef artık sadece ucu bize dokunan yanlışlıklarda sesimizi çıkarır olduk Böyle olunca da, haklının sesi hep “cılız” kalıyor ve hep haksızlar kazanıyor
Onur İMAMOĞLU