inci'nin hikayesi

  • Konbuyu başlatan aydan korkut
  • Başlangıç tarihi

Konu hakkında bilgilendirme

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Kişisel Gelişim Yazıları kategorisinde aydan korkut tarafından oluşturulan inci'nin hikayesi başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 12,662 kez görüntülenmiş, 14 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Kişisel Gelişim Yazıları
Konu Başlığı inci'nin hikayesi
Konbuyu başlatan aydan korkut
Başlangıç tarihi
Cevaplar
Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan elccy
A

aydan korkut

Kullanıcı
17 Ocak 2008
En iyi cevaplar
0
0
manisa
Okyanusun dibinde yatan bir istiridye, su üzerinden akıp geçsin diye,
kabuğunu açmış. Su içinden geçerken, solungaçları yiyecek toplayıp
midesine gönderiyormuş. Aniden, yakınındaki bir balık, bir kuyruk darbesiyle kum ve çamur fırtınası yaratmış. İstiridye de kumdan nefret edermiş;
zira kum öylesine pürüzlüymüş ki kabuğunun içine kaçarsa son derece
rahatsız olurmuş. İstiridye derhal kabuğunu kapamış ama çok geç kalmış;
Sert ve pürüzlü bir kum taneciği içeri girip, iç derisi ile kabuğun arasına
yerleşmiş.
Kum tanesi istiridyeyi ne çok rahatsız ediyormuş.
Ama, kabuğunun içini kaplaması için kendine verilmiş olan salgı hücresini hemen çalıştırarak, minik kum tanesinin üstünü kaplamaya başlamış;
ta ki, nefis, parlak ve düzgün bir örtü oluşana kadar...

İstiridye, yıllar yılı, minik kum taneciğinin üstüne katlar eklemeye devam etmiş ve sonunda müthiş güzel, parlak ve son derece değerli
bir inci oluşmuş. Karşı karşıya olduğumuz problemler bu kum taneciğine benzer, bizi rahatsız ederler ve niye bize bu derece eziyet çektirip
asabileştirdiklerine şaşarız;
fakat ; ... azmin getirdiği cesaret ve kuvvetle, sorunlarımızın ve zayıflıklarımızın üstesinden geliriz. ...daha alçakgönüllü,
isteklerimizde daha ısrarlı, çevremizdekilere daha yakın, daha akıllı ve sorunlarımıza karsı daha dayanıklı hale geliriz. ...gizli gücümüzle, yaşamımızdaki pürüzlü kum taneciklerini, bize kuvvet veren ümit ve ilham kaynağı olan değerli incilere dönüştürürüz....(alıntı)
 
H

Harun

Kullanıcı
29 Şub 2008
En iyi cevaplar
0
36
İstanbul
leftinthedark.wordpress.com
Akşam dönerken trende tcdd tarafından yayımlanan bir dergi var onu buldum. Karıştırırken bir sayfa hoşuma gitti kopardım cebime koydum sizlerle bazı yerlerini paylaşayım.


Güzel bir başarı öyküsüdür aslında incinin oluşumu...
Denizin dibinde bir kum tanesiyken kulaklarımızı, boynumuzu, ellerimizi, hatta başımızı süsleyen incinin oluşumu gerçekten hayret verici. Bir parça saf sedef veya bir kum taneciği bir istiridyenin kalbinde buluştuğunda,yıllarca güzel bir inci oluşumuna yol açan, sedef tabakalarını oluşturacak hücrelerin aktivitesini başlatır.
...

Denizin dibinde yaşayan istiridyeler içlerine kum, çakıl veya zarar verecek parazit organizmalar girdiğinde bunlardan rahatsız olurlar. Bu gibi durumlarda bir korunma yöntemi olarak bu davetsiz misafiri izole ederler ve üzerini vücutlarından salgılanan sedefle kaplamaya başlarlar.
...
Bir inci elde etmek genellikle bir kaç yıl sürer. Midyelerin üç yıla kadar süren olgun bir yaşa gelmesi gerekir. İncinin tam olarak büyüklüğüne ulaşması bir üç yıl daha sürebilir. Beş ile on yıllık bir dönemin sonuna kadar istiridyelerin yüzde 50 si canlı kalır. Üretilen incilerden ise yalnızca yüzde 5 i yeterli kaliteye ulaşır.

İncinin Efsanesi

Okyanusun dibinde yatan bir istiridye, su üzerinden akıp geçsin diye kabuğunu açmış. Su içinden geçerken, solungaçları yiyecek toplayıp midesine gönderiyormuş. Aniden yakınındaki bir balık, bir kuyruk darbesiyle kum ve çamur fırtınası oluşturmuş. İstiridye de kumdan nefret edermiş; zira kum öylesine pürüzlüymüş ki kabuğunun içine kaçarsa son derece rahatsız olurmuş. İstiridye derhal kabuğunu kapamış ama çok geç kalmış. Sert ve pürüzlü bir kum taneciği içeri girip, iç derisi ile kabuğun arasına yerleşmiş.

Kum tanesi istiridyeyi ne çok rahatsız ediyormuş. Kabuğunun içini kaplaması için kendine verilmiş olan salgı hücresini hemen çalıştırarak minik kum tanesinin üstünü kaplamaya başlamış; ta ki ,olağanüstü, parlak ve düzgün bir örtü oluşana kadar.

İstiridye, yıllar yılı, minik kum taneciğinin üstüne katlar ekmeye devam etmiş ve sonunda müthiş güzel, parlak ve son derece değerli bir inci oluşmuş.

Yazı: Hilal Küçük Özdamar
------------------------------

Neyse gel gelelim hikayenin beni ilgilendiren yönüne. Bu yazıyı okuyunca bir de kendimi ve etrafımdaki insanları düşündüm. Biz acaba bu kadar sabırlımıyız ? Yani bizi rahatsız eden birisine karşı nasıl bir savunma mekanizması geliştiririz ve ondan en az derecede zarar görürüz.

Ben söyleyeyim hemen. Gücümüz yetiyorsa onu yokeder ya da kendimizden uzaklaştırırız. Yetmediği yerde kendimiz kaçarız. Örneğin bir iş yerinde rahatsızlık veren kişiyi düzeltmek yerine ondan kurtulmak çok daha basit ve kolaycı bir çözüm yoludur. Ya da o kişiye ceza vermek. Yaptığı şeyi yüzüne vurarak, utanmasını sağlamak. Rahatsızlık veriyorsa yoket ! İstiridye gibi beyni bile olmayan bir hayvanın böylesine mükemmel bir savunma sistemi geliştirdiği bir yerde insanoğlunun yüzyıllardır üretebildiği tek çözüm yolu bu. Sana rahatsızlık verenden kurtul.

Kendi adıma ben bu istiridye kadar sabırlı değilim. Birisi beni rahatsız ediyorsa onun bana verdiği rahatsızlığı gidermek yerine kendimi ondan uzaklaştırırım. Hep çözüm yolum bu olmuştur. Uzaklaşmak, kaçmak. Oysa yapmam gereken bana rahatsızlık veren kişiye bunu belirtmek ya da onun o huyunu değiştirmek için bu istiridye gibi yıllarca uğraşarak düzeltmeye çalışmak. Çok zor bir iş. Kimse katlanamaz. Eğer her insan kötülüklere şu yaratık kadar katlanabilseydi dünyanın nerden baksan yarısı inci kadar insanla dolu olurdu. Sanırım en büyük yanlış burada. İyi geceler.
 
D

dideM

Kullanıcı
5 Eyl 2007
En iyi cevaplar
0
0
İstanbul
Kendi adıma ben bu istiridye kadar sabırlı değilim. Birisi beni rahatsız ediyorsa onun bana verdiği rahatsızlığı gidermek yerine kendimi ondan uzaklaştırırım. Hep çözüm yolum bu olmuştur. Uzaklaşmak, kaçmak.
Bence her insana öyle davranmıyorsundur. Karşındaki insandan değişmesi anlamda bir beklentin yoksa bu şekilde davranıyorsundur diye düşünüyorum. Zaten gerçek arkadaşlıklarda bunu yapıyorsak arkadaşı değiliz demektir. Ama değişmeyeceğini, anlamayacağını düşündüğüm bir insana emek vermek istemem.

Güzel yorumlar gelecek galiba :)
Teşekkürler Harun.
 
K

korsan

Kullanıcı
18 Kas 2007
En iyi cevaplar
0
36
Gaziantep
Sabır, sabır ya sabır bekide akıllanırrrrrrrrrrrr belkide akıllanır.
Bende çok sabırlıyımda ne değişio :d

En büyük yanlış tezi fena değil.
Teşekkürler.
 
K

korsan

Kullanıcı
18 Kas 2007
En iyi cevaplar
0
36
Gaziantep
maxMESA' Alıntı:
Eğer her insan kötülüklere şu yaratık kadar katlanabilseydi dünyanın nerden baksan yarısı inci kadar insanla dolu olurdu. Sanırım en büyük yanlış burada. İyi geceler.
Buradan çıktı. Kaynagı burası.
Katlanmaktan ziyade "mücadele etseydi" kelimeleri daha uygun bana göre. Ondan fena değşil dedim dediğim gibi olsa harika derdim :d
Yanlışa parmak basılmışta, mücadeleye dem vurulmamış.
Teşekkür ederim.
 
D

dideM

Kullanıcı
5 Eyl 2007
En iyi cevaplar
0
0
İstanbul
Katlanabilmek de bir anlamda mücadele etmek değil mi? Yani bir alt seviyesi, önce katlanırsın sonra mücadele edersin.
Üff ne diyom ben yaa, üzüm üzüme baka baka kararıyo işte.
 
K

korsan

Kullanıcı
18 Kas 2007
En iyi cevaplar
0
36
Gaziantep
dideM' Alıntı:
Katlanabilmek de bir anlamda mücadele etmek değil mi? Yani bir alt seviyesi, önce katlanırsın sonra mücadele edersin.
Üff ne diyom ben yaa, üzüm üzüme baka baka kararıyo işte.
Katlanmak, başka bişe yav mücadele başka, mücadele katlanmanın gereksiz oldugu durumlarda alınılan hal sergilenen tavır ve eylemdir.
Bana göre katlanıosam neden mücadele edeyim değilmi ama :d
Neyse yav.
Ben mücadele edenlerdenim, katlanmayı bünyem kaldırmıo benim.
 
D

dideM

Kullanıcı
5 Eyl 2007
En iyi cevaplar
0
0
İstanbul
Hımm evet haklısın. Katlanmak, mücadele etmenin bir sonraki adımı, bir önceki değil.
 
E

elccy

Kullanıcı
11 Kas 2008
En iyi cevaplar
0
0
Sabır e büyük erdemdir...doğduğumuz zaman bu bizde zaten var olan birşey,ama zaman içinde,yaşananlardan ,yaşattıklarımızdan,sorumluluklarımızdan dolayı sabrı yitirmeye başlarız,takii gerçekten sabrın gerektiği anlar gelene dek: mesela bir bebek dünyaya getirmek ve onun sorumluluğunu almak gibi...tekrar başlar hoş görü,gülümseyerek ve sabırla karşılamak herşeyi.. deriz ki,ne de olsa küçük ,bilmiyor,anlatmam lazım... işte sabrın püf noktası: anlayış.. tam sabrınızı taşıran bir şey olduğunda ,anlayışı devreye sokarsak ve karşımızdakinin yerine kendimizi koyup onu gibi düşünürsek(empati) o zaman daha çok anlam verebiliriz. ama ne yazık ki dinlemek ve anlamaya çalışmak gibi bir çabamız yok.. hep acelemeiz var,nereye yetişeceksek??

Sabır=anlayış=empati=KAZANMAK

SEVGİ VE IŞIKLA KALIN...
 
Üst