P
payro
Kullanıcı
’’Hiç iğnenin deliğinden hayata bakmayı denediniz mi? Ben mi? Denemiştim. Ne mi gördüm ?Koskocaman bir hiç.’’ Elindeki makaleyi okurken aklına takıldı , acaba o denemiş miydi ? Ruhu ve bedeni amansız bir tartışmaya girmişti adeta , bu tartışmanın sonucunda ne galip ne de mağlup taraf vardı , sadece tek bir sonuç var elinde . Evet , o bunu hep yapıyordu. Esasında ne kadar da zordur değil mi iğnenin küçücük deliğinden tüm kainatı görmeyi ve onun güzelliklerini tek bir odak noktasıyla farkedebilmeyi beklemek . Bu öyle bir imkansızlıkdır ki tıpkı dünü geri getirebilmek , yarın ne olacağı tahmin edebilmek gibi.
Tüm bu düşünceler zihninden hızla akıyordu . Gözlerini açıp kapatmasıyla kendisini birden ağlayarak yerine oturduğu , ailesinden ayrıldığı için suçlu bulduğu otobüs koltuklarından birinde buldu . O otobüsün koltukları nelere şahit olmuşlardı kim bilir ? Kimileri uzun süredir görmediklerine kavuşmak için kimileri sevdiklerinden ayrılmak için ve belki de terk ettiği şehri bir daha görmemek üzere. O koltukların bir dili olsaydı , neler anlatırdı kimbilir ? Şimdi o da hiç bilmediği bir şehre gitmenin korkusuyla , ardında sevdiklerini bırakmanın hüznünü yaşıyordu . Yol kenarındaki o beyaz çizgiler hızla geçtikçe, sanki onun da hayatı bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçip gidiyordu. Liseye ilk başladığı günü , annesinin binbir zahmetle yaptığı yemekleri yememek için yaptığı kaprisi, manevi kardeşleriyle yaptığı haylazlıkları , okuldan ilk firarı ve çektiği ilk kopyayı…. Nasıl unutabilirdi ki? Sanki o şehre doğru giden her bir kilometrede onun bu anıları çalıyordu. Ya ayağım acıdı kim bıraktı bunu ortalığa diye kızıp sinirlendiği televizyon kumandası bile gözünde tütüyordu. Hayat hala onunla savaşmak istiyordu . Ne zaman usanacaktı hayat ? O daha kimilerine göre yolun başında bıkıp usanmıştı ama o …. Hayat , işte o idi onu iğne deliğinden bakmaya zorlayan . Hani vardır ya her şey üstüstüne gelir . Radyoda çalan anne şarkısı . İçinde birşeyler eriyordu , sanki o şarkın sözleri hiç bitmeyecek gibiydi ve adeta suratına tokatlar indiriyordu. ’’Ne vardı ki dün o televizyonu o kadar çok izledim , annemle zaman geçirseydim ya!!Ne güzel annem dün bu saatler …..’’ İşte bu cümlenin arkası bir türlü gelmez.Kelimeler usulca yerini önce boğazda bir acıya ardından göz yaşları bırakır . Yok ağlamayacaktı , ne demişti kahramanı ona ? ’’Sakın ağlama…! ’’
Önce sağa sonra sola ufak bir sallanma ile kendisine geldi. Otobüsün tekeri kocaman bir çukura isabet etti , belkide şoförde ardında bıraktığı evlatları düşünüyordu ki dalıp gitmişti.Cılız bir ses onu kendisine getirdi. Başı ses doğru çevirdi. Keşke bakmasaydım diye içinden geçirdi . Rüyasında devler , cadı kazanları gören bir çocuk başı babasın dizlerine koymuş, bir taraftanda babasın baş parmağı sıkıca tutmuş uyuyordu. Babası da çocuğunun rüyasında birşeylerin mücadelesini verdiğini anlamış olmalıydı ki , diğer eliyle çocuğun cılızca çıkan ’’baba’’ sözünden sonra başı okşamaya başladı. Çocuk gözlerini hafifçe araladı , gülümsedi ve….Aldığı güvenle devin karşısına çıkmaya hazır cesur asker , meydan okumaya geri döndü. Gözlerin birbirine kenetlendiği o saniyeden sonra , uzun şapkalı cadı ya da yeşil yaratık gelse kaç yazar? İşittiği azarı kendisine yediremeyen cezalı bir afacan edasıyla gözlerini havaya kaldırdı.Peki onun kahramanı neredeydi? Y a o siyah şapkalı cadı ya da yeşil dev gelse onu kaçırsa , kör kuyuya atsa … Kahramanı çok uzaklarda nasıl yetişecekti , o odun ateşinde pişmeden önce?
-Su alır mısız?
-Evet, teşekkür ederim
-Sanırım kötü bir rüya görüyordunuz efendim?
- Sanırım….
Muavindi onu bu korkulu rüyasından uyandıran. En son onu kabustan uyandıran kahramanı olmuştu ve o su vermişti hemde geçen hafta tam bugün bu saatte.Ahhh… bu yolculuklar yok mu? Nasıl bir şeytandır insanın acıları bir tokat gibi suratına vurur.
Boğazında bir yanma hissetti, etrafta kimse var mı diye bakındı . Kendi kendine söylenerek ranzasından indi . Tam düşmekten korkarken , ayağı masaya çarptı . Saate baktı saat 5 civarıydı . Dışarısı pembe bulutların ardındaki gizli bahçe gibi bembeyazdı.
-Vay be, zaman ne çabuk geçmiş? Geçen hafta bu saatlerde rüyamda cadılara meydan okurken , mavi pelerinli yan karakter su vermişti de uyanmıştım. Şimdi ise su verecek ne kahramanım ne de yan karakter var..Derin derin nefes aldı seri bir hareketle koskoca şehirde yalnız başına kalabildiği ; evi , yurdu, hayalevi, dünyası kısacası yatağına yattı. Yeni bir günün neler getireceği , hayatından neleri götüreceği düşünceleriyle yatağına biraz daha yüklendi . Acaba değer miydi ki ,bir saat sonrasında yaşama garantisi olmamasına rağmen .Yine zorluyordu, o iğnenin küçücük deliğinden hayata bakmaya ve her şeyi görmeye.
Kendisini birden bir insan çığın içinde buldu , sürekli gülümsüyordu. Üzerinde mavi , kırmızı ve beyazın oluşturduğu bir pelerin ve mavi bir kep vardı. Herkes ona bu muhteşem üçlünün çok yakıştığı söylüyordu. Başı çevirdi , ne kadarda korkardı başı çevirmeye. Birisi sırtı dönmüş , sağ elinin yüzüne götürüyordu . Merak etti , yanına gitti.
-’’Hayatımda sahip olabileceğim en güzel hediye sendin , bugün sen de bana bir hediye ettin prensesim’’
- Babacığımm!!!!
-’’Seninle gurur duyuyorum’’
Ölüme çare bulunsa bu kadar mutlu olunabilinirdi ancak ve ancak…
Gülümsüyordu uyandığında, bu bir ilk ,yeni güne gülümseyerek başlaması. Ya dipsiz mağarada devlerin onu odun ateşinde pişirmelerine izin verecek ya da iğneyi o devlerin ellerine batırıp onlardan kurtulacaktı……
Saygılarımla;
Tüm bu düşünceler zihninden hızla akıyordu . Gözlerini açıp kapatmasıyla kendisini birden ağlayarak yerine oturduğu , ailesinden ayrıldığı için suçlu bulduğu otobüs koltuklarından birinde buldu . O otobüsün koltukları nelere şahit olmuşlardı kim bilir ? Kimileri uzun süredir görmediklerine kavuşmak için kimileri sevdiklerinden ayrılmak için ve belki de terk ettiği şehri bir daha görmemek üzere. O koltukların bir dili olsaydı , neler anlatırdı kimbilir ? Şimdi o da hiç bilmediği bir şehre gitmenin korkusuyla , ardında sevdiklerini bırakmanın hüznünü yaşıyordu . Yol kenarındaki o beyaz çizgiler hızla geçtikçe, sanki onun da hayatı bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçip gidiyordu. Liseye ilk başladığı günü , annesinin binbir zahmetle yaptığı yemekleri yememek için yaptığı kaprisi, manevi kardeşleriyle yaptığı haylazlıkları , okuldan ilk firarı ve çektiği ilk kopyayı…. Nasıl unutabilirdi ki? Sanki o şehre doğru giden her bir kilometrede onun bu anıları çalıyordu. Ya ayağım acıdı kim bıraktı bunu ortalığa diye kızıp sinirlendiği televizyon kumandası bile gözünde tütüyordu. Hayat hala onunla savaşmak istiyordu . Ne zaman usanacaktı hayat ? O daha kimilerine göre yolun başında bıkıp usanmıştı ama o …. Hayat , işte o idi onu iğne deliğinden bakmaya zorlayan . Hani vardır ya her şey üstüstüne gelir . Radyoda çalan anne şarkısı . İçinde birşeyler eriyordu , sanki o şarkın sözleri hiç bitmeyecek gibiydi ve adeta suratına tokatlar indiriyordu. ’’Ne vardı ki dün o televizyonu o kadar çok izledim , annemle zaman geçirseydim ya!!Ne güzel annem dün bu saatler …..’’ İşte bu cümlenin arkası bir türlü gelmez.Kelimeler usulca yerini önce boğazda bir acıya ardından göz yaşları bırakır . Yok ağlamayacaktı , ne demişti kahramanı ona ? ’’Sakın ağlama…! ’’
Önce sağa sonra sola ufak bir sallanma ile kendisine geldi. Otobüsün tekeri kocaman bir çukura isabet etti , belkide şoförde ardında bıraktığı evlatları düşünüyordu ki dalıp gitmişti.Cılız bir ses onu kendisine getirdi. Başı ses doğru çevirdi. Keşke bakmasaydım diye içinden geçirdi . Rüyasında devler , cadı kazanları gören bir çocuk başı babasın dizlerine koymuş, bir taraftanda babasın baş parmağı sıkıca tutmuş uyuyordu. Babası da çocuğunun rüyasında birşeylerin mücadelesini verdiğini anlamış olmalıydı ki , diğer eliyle çocuğun cılızca çıkan ’’baba’’ sözünden sonra başı okşamaya başladı. Çocuk gözlerini hafifçe araladı , gülümsedi ve….Aldığı güvenle devin karşısına çıkmaya hazır cesur asker , meydan okumaya geri döndü. Gözlerin birbirine kenetlendiği o saniyeden sonra , uzun şapkalı cadı ya da yeşil yaratık gelse kaç yazar? İşittiği azarı kendisine yediremeyen cezalı bir afacan edasıyla gözlerini havaya kaldırdı.Peki onun kahramanı neredeydi? Y a o siyah şapkalı cadı ya da yeşil dev gelse onu kaçırsa , kör kuyuya atsa … Kahramanı çok uzaklarda nasıl yetişecekti , o odun ateşinde pişmeden önce?
-Su alır mısız?
-Evet, teşekkür ederim
-Sanırım kötü bir rüya görüyordunuz efendim?
- Sanırım….
Muavindi onu bu korkulu rüyasından uyandıran. En son onu kabustan uyandıran kahramanı olmuştu ve o su vermişti hemde geçen hafta tam bugün bu saatte.Ahhh… bu yolculuklar yok mu? Nasıl bir şeytandır insanın acıları bir tokat gibi suratına vurur.
Boğazında bir yanma hissetti, etrafta kimse var mı diye bakındı . Kendi kendine söylenerek ranzasından indi . Tam düşmekten korkarken , ayağı masaya çarptı . Saate baktı saat 5 civarıydı . Dışarısı pembe bulutların ardındaki gizli bahçe gibi bembeyazdı.
-Vay be, zaman ne çabuk geçmiş? Geçen hafta bu saatlerde rüyamda cadılara meydan okurken , mavi pelerinli yan karakter su vermişti de uyanmıştım. Şimdi ise su verecek ne kahramanım ne de yan karakter var..Derin derin nefes aldı seri bir hareketle koskoca şehirde yalnız başına kalabildiği ; evi , yurdu, hayalevi, dünyası kısacası yatağına yattı. Yeni bir günün neler getireceği , hayatından neleri götüreceği düşünceleriyle yatağına biraz daha yüklendi . Acaba değer miydi ki ,bir saat sonrasında yaşama garantisi olmamasına rağmen .Yine zorluyordu, o iğnenin küçücük deliğinden hayata bakmaya ve her şeyi görmeye.
Kendisini birden bir insan çığın içinde buldu , sürekli gülümsüyordu. Üzerinde mavi , kırmızı ve beyazın oluşturduğu bir pelerin ve mavi bir kep vardı. Herkes ona bu muhteşem üçlünün çok yakıştığı söylüyordu. Başı çevirdi , ne kadarda korkardı başı çevirmeye. Birisi sırtı dönmüş , sağ elinin yüzüne götürüyordu . Merak etti , yanına gitti.
-’’Hayatımda sahip olabileceğim en güzel hediye sendin , bugün sen de bana bir hediye ettin prensesim’’
- Babacığımm!!!!
-’’Seninle gurur duyuyorum’’
Ölüme çare bulunsa bu kadar mutlu olunabilinirdi ancak ve ancak…
Gülümsüyordu uyandığında, bu bir ilk ,yeni güne gülümseyerek başlaması. Ya dipsiz mağarada devlerin onu odun ateşinde pişirmelerine izin verecek ya da iğneyi o devlerin ellerine batırıp onlardan kurtulacaktı……
Saygılarımla;