G
GulsahToptas
Kullanıcı
Uzm. Süleyman HECEBİL
Eğitimde beden dilinin önemi nedir?
Eğitimde beden dilinin önemi, iletişimde beden dilinin önemi kadardır. İletişimlerimizde, söylediğimiz şeyler kadar söylemediğimiz şeyler de çok önemlidir. Hatta belki de biraz daha fazla önemlidir. Konuşurken duygu ve düşüncelerimizden farklı konuşabiliriz, ancak konuşmadığımız (sustuğumuz) zamanlarda beden dilimiz konuşmaya devam eder. Gözlerimiz, beden duruşumuz, mimik ve jestlerimiz, kol ve bacak hareketlerimiz, oturma biçimimizle bir çok mesaj veririz.
Sözlü mesajlar daha çok düşüncelerimizi yansıtırken, sözsüz mesajlarımız ise dünyamızla ilgilidir ve duygu ve düşüncelerimizi daha gerçekçi yansıtır.
Öğretmenlerin beden dili aracılığı ile farkında olmaksızın ilettiği mesajlar nelerdir?
Öğretmen sınıf ortamında ya da yüz yüze iletişimlerinde öğrencilere şu tür mesajlar verebilir:
Siz benim için önemli ve değerlisiniz
Başaracağınıza inanıyorum ve size güveniyorum.
Bu süreçte sizinle birlikteyim ve yanınızdayım.
İster öğrenin, ister öğrenmeyin beni ilgilendirmiyor.
Sizden ne köy olur, ne kasaba.
Ne talihsiz bir öğretmenim k, bu sınıftayım.
Zil çalsa da sizden kurtulsam.
Sınavda ben size gösteririm.
Özetle “İnsanın fikri neyse zikri odur.” Atasözündeki gibi, kişinin duygu ve düşünceleri beden diline yansır.
Öğretmenlerin ders anlatırken yaptıkları hatalar nelerdir? Bu hatalar öğrenme sürecini nasıl etkiler?
Aslında ders ortamı, karşılıklı mesaj alışverişi ortamıdır. Yüzünü tahtaya, sırtını öğrencilere çeviren öğretmenin başarılı olma şansı çok düşüktür. Bu durumdaki bir öğretmen belki çok yorulur, belki de çok şey anlatır. Öğrencilerin anlatılanlara ilgi gösterip göstermediklerini, dersi anlayıp anlamadıklarını, sınıfın motivasyonunu, dersten sıkılıp sıkılmadıklarını anlamak, sınıfa dikkatlice bakan bir öğretmen için zor değildir.
Bazen bir şeyin önemini, önce onun zorluğundan ve nasıl yapılamayacağından yola çıkarak anlatmaya çalışıyor, “Yapabileceğini sanmıyorum ama istersen bir dene” diyoruz. Bunu karşıdaki kişiyi motive etmek için yaptığımızı düşünsek de korku ve kaygıya dayalı motivasyonun kalıcı olması çok güç. Ayrıca bu tür motivasyon, öğrencide “kaçınma” davranışını körükler. Öğretmenlerin öğrencilere onlardan beklentilerini (neler yapmaları gerektiğini) iletirken, nasıl yapmaları gerektiği konusunda da yardımcı olmaları gerekir.
Yaş gruplarına göre baktığımızda, ilköğretimde, ortaöğretimde ve üniversitede öğrencilerin derse olan ilgisini ayakta tutmak için neler yapmak gerekir?
Öğrencinin hangi yaş grubunda olursa olsun derse ilgi gösterebilmesi için, öğrenebileceğine ve yapabileceğine inanması gerekir. Öyleyse sınıfta ilgiyi ayakta tutmanın önemli koşullarından biri öğrenciyi inandırmak. Bir diğer koşul da öğrencilerin beden dili aracılığı ile verdikleri mesajları iyi okumak gerekiyor. “Anlıyorlar mı? Motivasyonları ne düzeyde? Vb…”
Öğrencilerin derse olan ilgisini ayakta tutmanın belki de en önemli koşulu sınıftaki öğrencilerin öğrenme özelliklerini (stillerini) tanımak, dersi, birden fazla duyuya hitap edecek biçimde planlamaktır. Derslerin çok çeşitli araç-gereçten yararlanılarak işlenmesi hem öğrenmeyi kolaylaştıracak, hem de derslerin keyifli olmasını sağlayacaktır.
Ders süresinin uzunluğuyla ilgili standartlar nelerdir? Dikkati ayakta tutabilmek için ders süreleriyle ilgili düzenlemelere gerek var mıdır?
Keyifsiz, monoton ve çeşitli araç-gerecin kullanılmadığı dersler, süresi isterse 10 dakika olsun, öğrencilerin dikkatini toplamakta güçlük yaşadığı dersler olmaktan öteye gitmez. Biz yetişkinler için de durum böyledir. Televizyon haberlerinde, bir politikacı konuşurken uyuklayan insanları sıkça görürüz. Öyleyse dikkati ayakta tutabilmenin ilk koşulu dersi keyifli, hareketli ve çok çeşitli araç-gerecin kullanılacağı biçimde tasarlamaktır. Dikkat süresini belirleyen bir başka önemli etken de öğrencilerin yaşıdır. Anaokulu ve ilköğretim 1-3. sınıflarda maksimum dikkat süresinin 20 dakika olduğu bilinmektedir. Bu yaş gruplarında 40 dakikalık ders süresi oldukça uzundur. Bu nedenle 20 dakikalık süreden sonar öğrencilerin dikkatini toplamaya yönelik 2-3 dakikalık yeni ve başka bir etkinlik yapılarak tekrar derse dönülebilir. İlköğretim 4-5. sınıf düzeyindeki öğrencilerin dikkat süresi ise 30 dakikaya kadar yükselebilmektedir.
Anne babaların, çocuklarıyla düzgün iletişim sağlama yolunda beden dilinin önemi nedir? Bu konuda onları hangi noktada uyarmak gerekir?
Anne babalık gerçekten çok zor ve çok özveri isteyen bir uğraş. Anne babalar, bu uğraşlarında zaman zaman "iyi niyetli" hatalar yapabiliyorlar. Ancak yapılan iletişim hataları süreklilik göstermediği sürece çocukları fazlaca olumsuz etkilemiyor. Anne, baba, çocuk arasında yaşanan iletişim hataları genellikle şu tür bir döngü izliyor:
İstenmeyen bir davranışı ortaya çıktığında çocuk, önce uygun bir biçimde uyarılıyor.
Davranış devam ederse ses tonu biraz yükseltiliyor.
Ses tonunu yükseltmek bir işe yaramazsa, yüksek sesle uyarmanın yanı sıra el kol hareketleri başlıyor, yüzler kızarıyor, gözler kısılıyor.
Yukarıda anlatılanların hiçbirinin işe yaramadığı düşünüldüğünde de bu kez tutma, çekiştirme vb. davranışlar ekleniyor. Bu durum tipik bir anne-baba-çocuk çekişmesi anlamına geliyor. Özellikle problem durumlarında beden dilinin fazlaca kullanıldığı ailelerden gelen çocuklar, arkadaşlarına karşı saldırgan davranışlar sergileyebiliyorlar.
Unutmayalım ki çocuklar dünyayı anne babanın gözünden bakarak tanıyorlar, anne babayı model alıyor ve davranışlarını taklit ediyorlar
Eğitimde beden dilinin önemi nedir?
Eğitimde beden dilinin önemi, iletişimde beden dilinin önemi kadardır. İletişimlerimizde, söylediğimiz şeyler kadar söylemediğimiz şeyler de çok önemlidir. Hatta belki de biraz daha fazla önemlidir. Konuşurken duygu ve düşüncelerimizden farklı konuşabiliriz, ancak konuşmadığımız (sustuğumuz) zamanlarda beden dilimiz konuşmaya devam eder. Gözlerimiz, beden duruşumuz, mimik ve jestlerimiz, kol ve bacak hareketlerimiz, oturma biçimimizle bir çok mesaj veririz.
Sözlü mesajlar daha çok düşüncelerimizi yansıtırken, sözsüz mesajlarımız ise dünyamızla ilgilidir ve duygu ve düşüncelerimizi daha gerçekçi yansıtır.
Öğretmenlerin beden dili aracılığı ile farkında olmaksızın ilettiği mesajlar nelerdir?
Öğretmen sınıf ortamında ya da yüz yüze iletişimlerinde öğrencilere şu tür mesajlar verebilir:
Siz benim için önemli ve değerlisiniz
Başaracağınıza inanıyorum ve size güveniyorum.
Bu süreçte sizinle birlikteyim ve yanınızdayım.
İster öğrenin, ister öğrenmeyin beni ilgilendirmiyor.
Sizden ne köy olur, ne kasaba.
Ne talihsiz bir öğretmenim k, bu sınıftayım.
Zil çalsa da sizden kurtulsam.
Sınavda ben size gösteririm.
Özetle “İnsanın fikri neyse zikri odur.” Atasözündeki gibi, kişinin duygu ve düşünceleri beden diline yansır.
Öğretmenlerin ders anlatırken yaptıkları hatalar nelerdir? Bu hatalar öğrenme sürecini nasıl etkiler?
Aslında ders ortamı, karşılıklı mesaj alışverişi ortamıdır. Yüzünü tahtaya, sırtını öğrencilere çeviren öğretmenin başarılı olma şansı çok düşüktür. Bu durumdaki bir öğretmen belki çok yorulur, belki de çok şey anlatır. Öğrencilerin anlatılanlara ilgi gösterip göstermediklerini, dersi anlayıp anlamadıklarını, sınıfın motivasyonunu, dersten sıkılıp sıkılmadıklarını anlamak, sınıfa dikkatlice bakan bir öğretmen için zor değildir.
Bazen bir şeyin önemini, önce onun zorluğundan ve nasıl yapılamayacağından yola çıkarak anlatmaya çalışıyor, “Yapabileceğini sanmıyorum ama istersen bir dene” diyoruz. Bunu karşıdaki kişiyi motive etmek için yaptığımızı düşünsek de korku ve kaygıya dayalı motivasyonun kalıcı olması çok güç. Ayrıca bu tür motivasyon, öğrencide “kaçınma” davranışını körükler. Öğretmenlerin öğrencilere onlardan beklentilerini (neler yapmaları gerektiğini) iletirken, nasıl yapmaları gerektiği konusunda da yardımcı olmaları gerekir.
Yaş gruplarına göre baktığımızda, ilköğretimde, ortaöğretimde ve üniversitede öğrencilerin derse olan ilgisini ayakta tutmak için neler yapmak gerekir?
Öğrencinin hangi yaş grubunda olursa olsun derse ilgi gösterebilmesi için, öğrenebileceğine ve yapabileceğine inanması gerekir. Öyleyse sınıfta ilgiyi ayakta tutmanın önemli koşullarından biri öğrenciyi inandırmak. Bir diğer koşul da öğrencilerin beden dili aracılığı ile verdikleri mesajları iyi okumak gerekiyor. “Anlıyorlar mı? Motivasyonları ne düzeyde? Vb…”
Öğrencilerin derse olan ilgisini ayakta tutmanın belki de en önemli koşulu sınıftaki öğrencilerin öğrenme özelliklerini (stillerini) tanımak, dersi, birden fazla duyuya hitap edecek biçimde planlamaktır. Derslerin çok çeşitli araç-gereçten yararlanılarak işlenmesi hem öğrenmeyi kolaylaştıracak, hem de derslerin keyifli olmasını sağlayacaktır.
Ders süresinin uzunluğuyla ilgili standartlar nelerdir? Dikkati ayakta tutabilmek için ders süreleriyle ilgili düzenlemelere gerek var mıdır?
Keyifsiz, monoton ve çeşitli araç-gerecin kullanılmadığı dersler, süresi isterse 10 dakika olsun, öğrencilerin dikkatini toplamakta güçlük yaşadığı dersler olmaktan öteye gitmez. Biz yetişkinler için de durum böyledir. Televizyon haberlerinde, bir politikacı konuşurken uyuklayan insanları sıkça görürüz. Öyleyse dikkati ayakta tutabilmenin ilk koşulu dersi keyifli, hareketli ve çok çeşitli araç-gerecin kullanılacağı biçimde tasarlamaktır. Dikkat süresini belirleyen bir başka önemli etken de öğrencilerin yaşıdır. Anaokulu ve ilköğretim 1-3. sınıflarda maksimum dikkat süresinin 20 dakika olduğu bilinmektedir. Bu yaş gruplarında 40 dakikalık ders süresi oldukça uzundur. Bu nedenle 20 dakikalık süreden sonar öğrencilerin dikkatini toplamaya yönelik 2-3 dakikalık yeni ve başka bir etkinlik yapılarak tekrar derse dönülebilir. İlköğretim 4-5. sınıf düzeyindeki öğrencilerin dikkat süresi ise 30 dakikaya kadar yükselebilmektedir.
Anne babaların, çocuklarıyla düzgün iletişim sağlama yolunda beden dilinin önemi nedir? Bu konuda onları hangi noktada uyarmak gerekir?
Anne babalık gerçekten çok zor ve çok özveri isteyen bir uğraş. Anne babalar, bu uğraşlarında zaman zaman "iyi niyetli" hatalar yapabiliyorlar. Ancak yapılan iletişim hataları süreklilik göstermediği sürece çocukları fazlaca olumsuz etkilemiyor. Anne, baba, çocuk arasında yaşanan iletişim hataları genellikle şu tür bir döngü izliyor:
İstenmeyen bir davranışı ortaya çıktığında çocuk, önce uygun bir biçimde uyarılıyor.
Davranış devam ederse ses tonu biraz yükseltiliyor.
Ses tonunu yükseltmek bir işe yaramazsa, yüksek sesle uyarmanın yanı sıra el kol hareketleri başlıyor, yüzler kızarıyor, gözler kısılıyor.
Yukarıda anlatılanların hiçbirinin işe yaramadığı düşünüldüğünde de bu kez tutma, çekiştirme vb. davranışlar ekleniyor. Bu durum tipik bir anne-baba-çocuk çekişmesi anlamına geliyor. Özellikle problem durumlarında beden dilinin fazlaca kullanıldığı ailelerden gelen çocuklar, arkadaşlarına karşı saldırgan davranışlar sergileyebiliyorlar.
Unutmayalım ki çocuklar dünyayı anne babanın gözünden bakarak tanıyorlar, anne babayı model alıyor ve davranışlarını taklit ediyorlar