Beyaz Balina Aydın...Bizim Masalımız

  • Konbuyu başlatan Zynep
  • Başlangıç tarihi

Konu hakkında bilgilendirme

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Serbest Kürsü kategorisinde Zynep tarafından oluşturulan Beyaz Balina Aydın...Bizim Masalımız başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 6,318 kez görüntülenmiş, 14 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Serbest Kürsü
Konu Başlığı Beyaz Balina Aydın...Bizim Masalımız
Konbuyu başlatan Zynep
Başlangıç tarihi
Cevaplar
Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan Bülent
Z

Zynep

Kullanıcı
17 May 2006
En iyi cevaplar
0
0
İstanbul
1992 yılı...
Gerze'ye bir misafir var. Bir Beyaz Balina...




Yaşar Ergir'in Kaleminden...


Aralarında, “Bana Ishmael deyin...” diye başlayan Moby Dick’in de olduğu pek çok yaşanmamış, başkalarının masallarını anlatırız çocuklarımıza. Ama nedense kendi yaşanmış masallarımızı unutmakla kalmayıp, kalan izlerini de yok ederiz kendi ellerimizle.



Bu mavi – beyaz belgeselde sizlere, avuçlarımızdan kayıp gitmiş, “bizim masalımız”ı;

Beyaz Balina Aydın’ımızın her kelimesi gerçek masalını anlatacağım.



Bu dünyaya sadece nefes almak, ya da nefsimi köreltmek için gelmediysem;

atlayıp, Hemingway’in Santiago’sunun değil, ama bizim ihtiyar balıkçı Nuri Batmaz Reis’in,

bizim Moby Dick’imizin memleketi - Gerze’ye gelmeliydim
ve yazmalıydım miras kalması, ders alınması gereken satırları.



Bu “yerinde yazılması gereken” satırları;

Aydın’ın, çoluk - çocuk tüm Gerzelilerin kendisine verdiği tirsi balıklarını- önce havada taklalar attırıp, sonra kuyruğuna kadar yuttuğu - gerisini de püskürtüp attığı,

sırtüstü keyifle yüzüp, burnunda top sektirdiği kıyıda,

heykeli artık sökülmüş, mermere kazılı tanıtıcı bilgisi silinip atılmış eski Beyaz Balina Parkı’nın az ötesinde,
balıkçı ağlarına oturmuş, tahta bir hamsi sandığının üzerinde, pat pat motor ve martı sesleri arasında, bomboş bir denize bakarak yazıyorum.


25 Ocak 1992 günü, Gerze’nin Gürzüvet (Yenikent) mevkiinde, ilk Mehmet İzmirli görmüştü onu ve - yunus dese, yunus değil – kocaman, sırtında yüzgeci olmayan beyaz bir balıkla burun buruna gelince çok korkmuştu. Ağlarını bırakıp kaçarak kıyıya varmış, balıkçılara gördüğü canavarı anlatmıştı.



Belediye Başkanı Doktor Durmuş Çetin’e de haber verilmiş; Balıkçı Rıza Eyice, yanına balıkçı “Yat Kemal’i (Kemal Özdemir) ve Yılmaz Akçaoğlu’nu da alarak motorla bu koca beyaz balığın yanına gitmişlerdi. İdemli’de (Kuruçay’da) yanına varınca, yemesi için tirsi balığı ata ata kıyıya kadar takip ettirmişler ve Gerze Limanı’na sokmuşlardı.



Yat Kemal, balıkçı barınağının vazgeçilmez siması, zeka engelli şişman Aydın’a benzetmişti onu



ve balığa adını koymuştu: AYDIN.

Aydın artık limandan çıkmaz olmuştu. Çoluk - çocuk herkesin sevgilisiydi. Sünger yumuşaklığındaki beyaz başını sevdiriyor, pullu balık yemiyor ama kendisine ikram edilen tirsi, uskumru, kolyoz gibi pulsuz balıkları önce havada takla attırıp başından yarısına kadar yutuyor, gerisini de üflüyordu. Gerzeliler işlerini güçlerini bırakmışlardı; herkes Aydın’la oynayıp, onu besliyordu. Sabah gün doğar doğmaz herkes soluğu limanda alıyordu.

Aydın artık limandan çıkmaz olmuştu. Çoluk - çocuk herkesin sevgilisiydi. Sünger yumuşaklığındaki beyaz başını sevdiriyor, pullu balık yemiyor ama kendisine ikram edilen tirsi, uskumru, kolyoz gibi pulsuz balıkları önce havada takla attırıp başından yarısına kadar yutuyor, gerisini de üflüyordu. Gerzeliler işlerini güçlerini bırakmışlardı; herkes Aydın’la oynayıp, onu besliyordu. Sabah gün doğar doğmaz herkes soluğu limanda alıyordu.


Günde kırk kilo balık yediği için, balıkçılar kendi balıkları bitince gidip Balık Hali’nden ceplerindeki üç kuruş parayla balık alarak onu besliyorlardı. Hatta ona zarar gelmesin diye kıyıya ağ bile kurmuyorlardı. İlçede bir seferberlik havası vardı; Aydın’ın beslenebilmesi için banka şubelerinde hesaplar açılıyor, para toplanıyordu.

Bu arada Aydın’ın bilgileri de oluşmaya başlamıştı. Aydın; Ukrayna’nın Sivastopol Limanı’ndan gelmiş Beluga türü (Delphinapterus leucas) bir beyaz balinaydı. Zaten Beluga, Rusça’da beyaz anlamına gelen “Bielo”dan geliyordu. Rus Büyükelçiliği’nin açıklamasına göre, Rusya Bilimler Akademisi’ne bağlı “Hayvanlar Evolüsyon ve Morfolojisi Enstitüsü”nün araştırma havuzundan kaçmıştı. Asıl adı Tishka’ydi ve sekiz yaşındaydı. İngilizlere göre de, canlı “mayın taşıyıcısı” olarak yetiştirildiği Kazachi Koyu’ndaki askeri tesisten firar etmişti; oradaki rütbesi de “Çavuş”tu.



Sivastopol’e, Rusya ile Japonya arasından, Kuzey Buz Denizi’ndeki Bering Boğazı’ndan getirilmişti. 19 Eylül 1991’de; muazzam bir yağış ve sel sonrasında dolfinaryumun (yunusevinin) parçalanmış kafesinden kurtularak, yine Beluga türü başka bir balina Karadeniz’de özgür kalmıştı. Arkadaşı büyük ihtimalle yolda ölmüş, ondan hiç haber alınamamıştı. Büyük firar sonucunda yalnız kalan Aydın ise neler yaptığı belirsiz aylardan sonra, 275 Mil güneydeki Gerze kıyılarına ulaşmış; yoksul ama sımsıcak bir halk ile karşılaşmıştı.



Sinop Su Ürünleri Yüksek Okulu öğretim üyesi dalgıç Yaşar Tarakçı ve ekibinin incelemesi sonucu Aydın’ın boyunun 4,5 metre, gövde genişliğinin 2 metre olduğu, ağzında da 12’si üst, 12’si alt çenede, toplam 24 dişinin olduğu tespit edilmişti.



O kadar benimsemişti ki Gerze kıyılarını ve halkını, kıyıdan “Aydın” denince bakıyor, birisinin elinde naylon poşetin içinde bile olsa, balık gördüğü zaman hemen yüzerek yanına geliyordu. Kendisine balık verildiğinde taklalar attırıp balığı ağzına aldığında yükseldiği suya hemen gömülmüyor, balık hala ağzında dururken önce başının ya da gerdanının okşanmasını bekliyor, ancak ondan sonra balığı yutuyordu.

Balıkçı teknelerine eşlik ediyor, beline kadar suyun üstüne çıkıp ambarlarında balık olup olmadığına bakıyordu. Teknelere eşlik ederken bazen sırtüstü bazen de yan yan yüzüyor, özellikle Vehbi Uslu teknedeyse gözünü ondan hiç ayırmıyordu.



Artık kanıksandığında; Gerzeliler günlük hayatlarına devam ederken, o limanda ya sırtüstü yüzüyor ya da topla oynuyor – bu normal bir durum olduğundan kimse dönüp de bakmıyordu.



Kendisine bir yer bellemişti, gece olunca kıyıdaki o sığ sulara gelip sırtüstü yatıyordu. Aslında kara kökenli bir memeli olduğu için on dakikada bir uyanıyor, su üstüne çıkıp nefes alıyor, sonra yeniden sırtüstü on dakikalık uykusuna yatıyordu.

Küçük bir ilçede yaşananlar, anlatılsa inanılmayacak bir masal değildi de neydi;

bir ilçenin, bir ülkenin başına kaç defa böyle bir hadise gelebilirdi ki?



Aydın’ın şöhreti önce tüm yurda, ardından da dünyaya yayılmıştı. Gerze’de yaşananlar tüm ülkenin gündemine oturmuştu. Zenginiyle, yoksuluyla, çocuğuyla, büyüğüyle tüm ülke Aydın’la yatıyor, Aydın’la kalkıyordu. Aydın’a turlar düzenleniyor, Urfa’ya askerliğe gidene: “Balina Aydın’ın memleketinden misin?” diye soruluyordu.



Gerze; televizyoncusundan gazetecisine İngiliz, İspanyol, Amerikan, Kanadalı, Fransız, Japon gibi pek çok yabancı basın mensubuyla, memeli hayvan uzmanları, Greenpeace gibi çevre örgütü üyeleri, balık sesinde frekans vererek Aydın’ı kilometrelerce öteden çağıran bilim adamlarıyla dolmuş, oteller adam almıyordu. İnsan kulağının da duyabildiği frekansta çıkarttığı seslerden dolayı beyaz balinalara “denizin kanaryaları” da deniyordu. Bu arada çektiği görüntüleri göndereceğine söz verip izin alarak günlerce çekim yapanlardan daha sonra ne bir ses, ne de seda duyulacaktı.



Dönemin başbakanı Süleyman Demirel ve bakanlar kurulu; kabine toplantısında Aydın’ın korunması ve Türkiye’de yaşaması için üniversiteler ve uluslararası kuruluşlarla temas kararı alınıyordu.


 
Z

Zynep

Kullanıcı
17 May 2006
En iyi cevaplar
0
0
İstanbul

Ve Aydın paylaşılamıyordu; İngilizler Aydın’ı almak için yirmi beş bin pound vermiş ve belediye başkanı Dr. Durmuş da parayı aynen geri göndermişti. İngilizler deniz suyu 16 derece santigratı geçerse Aydın ölür diyorlar, bir yandan da Rusları kolluyorlardı.



Aydın kim balık verirse onun peşinden gittiği için, bir keresinde balık verile verile Sinop’a kadar götürülmüş; Dr. Durmuş da hemen onu yıkayan belediye görevlileri Ali ve Saadettin’i görevlendirip tekneyle gizlice Sinop’a göndermişti. Aydın çağrılıp teknenin yanına geldiğinde, durumdan şüphelenen Sinop’taki Sahil Güvenlik gemisi yanlarına gelmiş; Aydın da teknenin altına saklanmış, daha sonra onlarla birlikte Gerze’ye dönmüştü.

Aydın’ı beslemek ve korumakla görevli olan Vehbi Uslu ve Rasim Kaya, muntazam olarak her sabah 08:00 – 09:00 arası ismiyle Aydın’ı çağırıyor, başını sevip yirmi kilo balık veriyordu. Gerisini balıkçılar ve halk verse de Vehbi Bey, Aydın’a olur olmaz yiyecek verenlere engel oluyordu; zaten Aydın, kötü niyetle verilmiş yiyeceği verenin suratına tükürüyordu. Bazı geceler kendisine rakı veren bile olmuştu. Bir keresinde de başında bir darbe izi görülmüştü. Kimbilir; belki de barbun ağı parçalanan, avı dağılan bir balıkçının öfkesinin kurbanı olmuştu. Bu arada Aydın’ı istemeyenler, ülkenin ekonomik durumunun kötülüğüne işaret ederek “zıkkımın kökünü yesin” başlığıyla köşe yazısı yazan gazeteciler de vardı.



Bazı açıkgözler de önce Aydın’ın karnını doyurup, sonra da ağzına muhtelif markaların deterjan kutularını koyarak “beyazlığımı falanca deterjana borçluyum” sloganıyla çekim yapıyor; ilgileneceklerini sandıkları deterjan üreticilerinin kapılarını çalıyorlardı.



Kimisi de balık veriyor gibi yapıp, vermiyor; Aydın’ı küstürüyordu. Böyle durumlarda Gerzeliler dayanamayıp: “Darıltma Aydın’ı; çabuk ver şunu” diye bağırıyorlardı.



Gerze’yi dünya tanımıştı. Gerze dünyaya adını daha önce de 13 Şubat 1956’daki “Büyük Gerze Yangını”yla duyurmuştu. O tarihte şiddetli lodos eserken, doğudaki Lodos Limanı tarafında bir hanımın yaktığı sobayla başlayan yangın bütün Gerze’ye, tümü ahşap olan evlerine sıçramıştı. Bu yangını gören o zamanın çocukları balıkçı Nuri ve Recep Batmaz kardeşler, bana tutuşan güvercinlerin, bir damdan ötekine yangını nasıl sıçrattığını anlatmıştı. Daha sonra Gerze sil baştan yeniden yapılmış; otuz altı sene sakin bir hayat yaşamıştı.

Aydın’ın ünü öyle dallanıp budaklanmıştı ki; kafasına elini sürenin çocuğu olacağına inanan hanımlar bile Gerze’ye akın etmeye başlamıştı.



Bu arada Kanada’daki Dünya Hayvanları Koruma Derneği yetkilisi Michael O’Sullivan, Aydın’ı kuzey denizlerine taşımak için havuzlu bir uçak göndermeyi teklif ediyordu.



Derken kara haber geldi. Ukraynalılar balinalarını ülkelerarası hukuk maddelerine dayanarak geri istiyorlardı. Yer yerinden oynadı – Aydın ganimet statüsüne dahi sokulmak istendi; ama olmadı, olamadı, karşı konamadı.



Dünyanın çeşitli ülkelerinden gelmiş balina uzmanları, uluslararası deniz hukukçuları, medya ve çevre örgütleri mensupları, turistler, otellerde yer kalmadığı için evlerde konuk edilirken, yunuslara takılmış Aydın belki çiftleşme içgüdüsüyle, belki de Ruslardan kaçtığı için Fatsa kıyılarındaydı.



O sıralarda Paul Mc Cartney; Aydın’ın geri verilmemesi, yeniden 20X40 metre ebadında bir havuza hapsedilmemesi için Gerze’de konser vermeyi planlıyor, Prens Charles İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi’nden Aydın’ın Ruslara verilmemesi için girişimlerde bulunmasını istiyor, yedi bin Gerzeli Aydın’ın gitmemesi için pankart açıp yürüyor, imza kampanyaları düzenleniyordu.

Bir yanda Türkler, bir yanda Aydın’ın kendilerine verilmesini isteyen, alamazlarsa hiç olmazsa Türklerde kalmasını isteyen İngilizler ve öteki yanda Ruslar; nerdeyse Gerze’de üçüncü dünya savaşı çıkacaktı.



Bu arada Gemlik’te de bir beyaz balina bulunduğu; bunun Aydın’la birlikte havuzdan kaçan diğer balina olduğu, adının da Ahu konduğu haberleri ortalığı kasıp kavurdu; İngilizler onun da peşine düştüler. Sonra balinanın erkek olduğu anlaşılınca adı Ali oldu ama daha sonra Ali’den ses seda duyulmadı.



Şu iki buçuk aya neler sığmıştı ve korkulan gün gelmişti. Mümtaz Soysal “Açı” köşesinden bas bas: “Dolfinaryum yapılsın” diye bağırırken ve Aydın, Ramazan Bayramı’nın kartpostallarında yer alırken, 6 Nisan 1992 Pazartesi yani bayramın ikinci günü, havuzlu, CYC-1031 borda numaralı İrbis gemisi Giresun’un Espiye İlçesi açıklarına geldi.



Aydın’ı alacaklardı; güya “o kendi başına dönemezdi”, onu Sivastopol’deki sevgilisi Laspida Marşa’nın yanına götüreceklerdi. Bir yandan Greenpeace üyeleri Aydın’ı vermemek için karşı koyarken, Aydın da var gücüyle direniyordu.



Bu gemidekiler Ali ve Saadettin değildi.



Ruslara 1,5 saat direndikten sonra, bilimsellikle hiç ilgisi olmayan vahşi bir şekilde başından kement geçirilip kuyruğundan sıkıştırılıyor; sonra da brandayla gemiye alınmaya çalışılırken kuyruğu geminin bordasına çarpıp yaralanıyordu. Manzaraya yürek dayanacak gibi değildi.
Sonunda karga tulumba geminin havuzuna kondu



ve Aydın, Rus ekip başı Lev Mukametov’a teslim edilmiş olarak, çocukların kanmayacağı gerekçeler arasında, gerisinde bomboş bir deniz, sahilinde gözü yaşlı bir halk, Karadeniz’in kuzeylerine, kaçtığı havuzuna doğru gözden kayboldu.



** **



Derken Aydın yeniden kaçtı.



14 Nisan 1993’te, “Sivastopol’e kendi başına dönemeyeceği için almaya geldiklerini” söyleyenlere inat;

yeniden yuvasına, sevdiklerine, sevildiklerine, Gerze kıyılarına vardı.



Zaten değil Sivastopol’e; Kuzey Buz Denizi’ne de götürülseydi;

belki gökteki yıldızlara, belki de deniz yıldızlarına bakarak okyanusları aşacak,

perişan ama mutlu, yine Gerze’ye varacaktı.



Müthiş bir mutluluk yeniden yaşandı. Ama bu uzun sürmedi. Balık avlama yeteneği olmayan Aydın, bir buçuk tonluk gövdesini yeterince doyuramayınca balıkçı ağlarına ve içindeki balıklara dadandı. Yiyecek bulabilmek için ortadan kayboluyor – uzun süre kendisinden haber alınamıyordu.



18 Temmuz 1993’te Gerze’de, Gerze Festivali başlayacaktı.



Orkestra yerini almış, halk limana toplanmıştı.



Saat tam 17:00’de birden bir çalkalanma oldu; Aydın festivale gelmişti.

Hani; “Aydın, ancak 0 – 16 derece santigrat ısısındaki sularda yaşabilir, bu yüzden yaz gelince Gerze’de ölür” gerekçesiyle Ruslara geri verilmişti ya;

bunun aksini ispat ediyor,

Temmuz’un tam ortasında, yani suyun en sıcak zamanında,

Gerze’nin en kalabalık günü - limanın en kalabalık anında geliyor;

adeta “beni göndermeyin, ben sizinle bu deniz suyu sıcaklığında da yaşayabilirim” diyordu.



Aslında bunun bir “elveda” olduğunu kimse bilmiyordu.



** ** **



Gece olunca Aydın ortadan kayboldu.

Aydın gitti

ve bir daha hiç gelmedi;



masal bitmişti...



** ** **

Düş Hekimi Yaşar Ergir
 
Z

Zynep

Kullanıcı
17 May 2006
En iyi cevaplar
0
0
İstanbul
Bu öykü, o yıl tüm Türkiye'nin merakla izlediği gerçek bir öyküdür.
Sonu hepimizi ağlatmıştı... :'(

Uzun bir öykü biliyorum, zamanınız olunca okumanızı öneririm.
Teşekkürler.
 
Ö

ölüdeniz

Uzun ama güzeldi sabah sabah bu neydi yav üzüldüm.Paylaşımın için teşekkürler ZEYNEP
 
C

crnkcclr

Kullanıcı
25 Ara 2007
En iyi cevaplar
0
0
geçmişte kalmış ve yankısı çok fazla sürmeyen bir gerçek hatırlattığın için teşekkürler Zynep...
zevkle ve hüzünle okudum...
 
B

Bülent

Bir balık için üzüleceğimi hiç düşünmemiştim ama üzüldüm.  :-[
 
C

crnkcclr

Kullanıcı
25 Ara 2007
En iyi cevaplar
0
0
Bülent' Alıntı:
Bir balık için üzüleceğimi hiç düşünmemiştim ama üzüldüm.  :-[
can....
insandan farkı ne ki...
can işte....
 
K

Kristal

Basından takip etmiştim o yıllarda.
Detaylarını yeni öğrendim,teşekkürler. :( :'(
 
K

Kristal

Özellikle balinalar duygusal anlamda insana en yakın deniz canlısı.
 
C

crnkcclr

Kullanıcı
25 Ara 2007
En iyi cevaplar
0
0
Bülent' Alıntı:
crnkcclr' Alıntı:
can....
insandan farkı ne ki...
can işte....
Ceren, duygusallaştırma insanı şimdi...  :'(
yokk yapma , ağlama lütfen...
böyle olsun diye söylemedim ben...
yani hüzünleniyor insan ne olursa olsun
hadi gülümse...
 
Üst