1992 yılı...
Gerze'ye bir misafir var. Bir Beyaz Balina...
Yaşar Ergir'in Kaleminden...
Aralarında, “Bana Ishmael deyin...” diye başlayan Moby Dick’in de olduğu pek çok yaşanmamış, başkalarının masallarını anlatırız çocuklarımıza. Ama nedense kendi yaşanmış masallarımızı unutmakla kalmayıp, kalan izlerini de yok ederiz kendi ellerimizle.
Bu mavi – beyaz belgeselde sizlere, avuçlarımızdan kayıp gitmiş, “bizim masalımız”ı;
Beyaz Balina Aydın’ımızın her kelimesi gerçek masalını anlatacağım.
Bu dünyaya sadece nefes almak, ya da nefsimi köreltmek için gelmediysem;
atlayıp, Hemingway’in Santiago’sunun değil, ama bizim ihtiyar balıkçı Nuri Batmaz Reis’in,
bizim Moby Dick’imizin memleketi - Gerze’ye gelmeliydim
ve yazmalıydım miras kalması, ders alınması gereken satırları.
Bu “yerinde yazılması gereken” satırları;
Aydın’ın, çoluk - çocuk tüm Gerzelilerin kendisine verdiği tirsi balıklarını- önce havada taklalar attırıp, sonra kuyruğuna kadar yuttuğu - gerisini de püskürtüp attığı,
sırtüstü keyifle yüzüp, burnunda top sektirdiği kıyıda,
heykeli artık sökülmüş, mermere kazılı tanıtıcı bilgisi silinip atılmış eski Beyaz Balina Parkı’nın az ötesinde,
balıkçı ağlarına oturmuş, tahta bir hamsi sandığının üzerinde, pat pat motor ve martı sesleri arasında, bomboş bir denize bakarak yazıyorum.
25 Ocak 1992 günü, Gerze’nin Gürzüvet (Yenikent) mevkiinde, ilk Mehmet İzmirli görmüştü onu ve - yunus dese, yunus değil – kocaman, sırtında yüzgeci olmayan beyaz bir balıkla burun buruna gelince çok korkmuştu. Ağlarını bırakıp kaçarak kıyıya varmış, balıkçılara gördüğü canavarı anlatmıştı.
Belediye Başkanı Doktor Durmuş Çetin’e de haber verilmiş; Balıkçı Rıza Eyice, yanına balıkçı “Yat Kemal’i (Kemal Özdemir) ve Yılmaz Akçaoğlu’nu da alarak motorla bu koca beyaz balığın yanına gitmişlerdi. İdemli’de (Kuruçay’da) yanına varınca, yemesi için tirsi balığı ata ata kıyıya kadar takip ettirmişler ve Gerze Limanı’na sokmuşlardı.
Yat Kemal, balıkçı barınağının vazgeçilmez siması, zeka engelli şişman Aydın’a benzetmişti onu
ve balığa adını koymuştu: AYDIN.
Aydın artık limandan çıkmaz olmuştu. Çoluk - çocuk herkesin sevgilisiydi. Sünger yumuşaklığındaki beyaz başını sevdiriyor, pullu balık yemiyor ama kendisine ikram edilen tirsi, uskumru, kolyoz gibi pulsuz balıkları önce havada takla attırıp başından yarısına kadar yutuyor, gerisini de üflüyordu. Gerzeliler işlerini güçlerini bırakmışlardı; herkes Aydın’la oynayıp, onu besliyordu. Sabah gün doğar doğmaz herkes soluğu limanda alıyordu.
Aydın artık limandan çıkmaz olmuştu. Çoluk - çocuk herkesin sevgilisiydi. Sünger yumuşaklığındaki beyaz başını sevdiriyor, pullu balık yemiyor ama kendisine ikram edilen tirsi, uskumru, kolyoz gibi pulsuz balıkları önce havada takla attırıp başından yarısına kadar yutuyor, gerisini de üflüyordu. Gerzeliler işlerini güçlerini bırakmışlardı; herkes Aydın’la oynayıp, onu besliyordu. Sabah gün doğar doğmaz herkes soluğu limanda alıyordu.
Günde kırk kilo balık yediği için, balıkçılar kendi balıkları bitince gidip Balık Hali’nden ceplerindeki üç kuruş parayla balık alarak onu besliyorlardı. Hatta ona zarar gelmesin diye kıyıya ağ bile kurmuyorlardı. İlçede bir seferberlik havası vardı; Aydın’ın beslenebilmesi için banka şubelerinde hesaplar açılıyor, para toplanıyordu.
Bu arada Aydın’ın bilgileri de oluşmaya başlamıştı. Aydın; Ukrayna’nın Sivastopol Limanı’ndan gelmiş Beluga türü (Delphinapterus leucas) bir beyaz balinaydı. Zaten Beluga, Rusça’da beyaz anlamına gelen “Bielo”dan geliyordu. Rus Büyükelçiliği’nin açıklamasına göre, Rusya Bilimler Akademisi’ne bağlı “Hayvanlar Evolüsyon ve Morfolojisi Enstitüsü”nün araştırma havuzundan kaçmıştı. Asıl adı Tishka’ydi ve sekiz yaşındaydı. İngilizlere göre de, canlı “mayın taşıyıcısı” olarak yetiştirildiği Kazachi Koyu’ndaki askeri tesisten firar etmişti; oradaki rütbesi de “Çavuş”tu.
Sivastopol’e, Rusya ile Japonya arasından, Kuzey Buz Denizi’ndeki Bering Boğazı’ndan getirilmişti. 19 Eylül 1991’de; muazzam bir yağış ve sel sonrasında dolfinaryumun (yunusevinin) parçalanmış kafesinden kurtularak, yine Beluga türü başka bir balina Karadeniz’de özgür kalmıştı. Arkadaşı büyük ihtimalle yolda ölmüş, ondan hiç haber alınamamıştı. Büyük firar sonucunda yalnız kalan Aydın ise neler yaptığı belirsiz aylardan sonra, 275 Mil güneydeki Gerze kıyılarına ulaşmış; yoksul ama sımsıcak bir halk ile karşılaşmıştı.
Sinop Su Ürünleri Yüksek Okulu öğretim üyesi dalgıç Yaşar Tarakçı ve ekibinin incelemesi sonucu Aydın’ın boyunun 4,5 metre, gövde genişliğinin 2 metre olduğu, ağzında da 12’si üst, 12’si alt çenede, toplam 24 dişinin olduğu tespit edilmişti.
O kadar benimsemişti ki Gerze kıyılarını ve halkını, kıyıdan “Aydın” denince bakıyor, birisinin elinde naylon poşetin içinde bile olsa, balık gördüğü zaman hemen yüzerek yanına geliyordu. Kendisine balık verildiğinde taklalar attırıp balığı ağzına aldığında yükseldiği suya hemen gömülmüyor, balık hala ağzında dururken önce başının ya da gerdanının okşanmasını bekliyor, ancak ondan sonra balığı yutuyordu.
Balıkçı teknelerine eşlik ediyor, beline kadar suyun üstüne çıkıp ambarlarında balık olup olmadığına bakıyordu. Teknelere eşlik ederken bazen sırtüstü bazen de yan yan yüzüyor, özellikle Vehbi Uslu teknedeyse gözünü ondan hiç ayırmıyordu.
Artık kanıksandığında; Gerzeliler günlük hayatlarına devam ederken, o limanda ya sırtüstü yüzüyor ya da topla oynuyor – bu normal bir durum olduğundan kimse dönüp de bakmıyordu.
Kendisine bir yer bellemişti, gece olunca kıyıdaki o sığ sulara gelip sırtüstü yatıyordu. Aslında kara kökenli bir memeli olduğu için on dakikada bir uyanıyor, su üstüne çıkıp nefes alıyor, sonra yeniden sırtüstü on dakikalık uykusuna yatıyordu.
Küçük bir ilçede yaşananlar, anlatılsa inanılmayacak bir masal değildi de neydi;
bir ilçenin, bir ülkenin başına kaç defa böyle bir hadise gelebilirdi ki?
Aydın’ın şöhreti önce tüm yurda, ardından da dünyaya yayılmıştı. Gerze’de yaşananlar tüm ülkenin gündemine oturmuştu. Zenginiyle, yoksuluyla, çocuğuyla, büyüğüyle tüm ülke Aydın’la yatıyor, Aydın’la kalkıyordu. Aydın’a turlar düzenleniyor, Urfa’ya askerliğe gidene: “Balina Aydın’ın memleketinden misin?” diye soruluyordu.
Gerze; televizyoncusundan gazetecisine İngiliz, İspanyol, Amerikan, Kanadalı, Fransız, Japon gibi pek çok yabancı basın mensubuyla, memeli hayvan uzmanları, Greenpeace gibi çevre örgütü üyeleri, balık sesinde frekans vererek Aydın’ı kilometrelerce öteden çağıran bilim adamlarıyla dolmuş, oteller adam almıyordu. İnsan kulağının da duyabildiği frekansta çıkarttığı seslerden dolayı beyaz balinalara “denizin kanaryaları” da deniyordu. Bu arada çektiği görüntüleri göndereceğine söz verip izin alarak günlerce çekim yapanlardan daha sonra ne bir ses, ne de seda duyulacaktı.
Dönemin başbakanı Süleyman Demirel ve bakanlar kurulu; kabine toplantısında Aydın’ın korunması ve Türkiye’de yaşaması için üniversiteler ve uluslararası kuruluşlarla temas kararı alınıyordu.
Gerze'ye bir misafir var. Bir Beyaz Balina...

Yaşar Ergir'in Kaleminden...
Aralarında, “Bana Ishmael deyin...” diye başlayan Moby Dick’in de olduğu pek çok yaşanmamış, başkalarının masallarını anlatırız çocuklarımıza. Ama nedense kendi yaşanmış masallarımızı unutmakla kalmayıp, kalan izlerini de yok ederiz kendi ellerimizle.
Bu mavi – beyaz belgeselde sizlere, avuçlarımızdan kayıp gitmiş, “bizim masalımız”ı;
Beyaz Balina Aydın’ımızın her kelimesi gerçek masalını anlatacağım.
Bu dünyaya sadece nefes almak, ya da nefsimi köreltmek için gelmediysem;
atlayıp, Hemingway’in Santiago’sunun değil, ama bizim ihtiyar balıkçı Nuri Batmaz Reis’in,
bizim Moby Dick’imizin memleketi - Gerze’ye gelmeliydim
ve yazmalıydım miras kalması, ders alınması gereken satırları.
Bu “yerinde yazılması gereken” satırları;
Aydın’ın, çoluk - çocuk tüm Gerzelilerin kendisine verdiği tirsi balıklarını- önce havada taklalar attırıp, sonra kuyruğuna kadar yuttuğu - gerisini de püskürtüp attığı,
sırtüstü keyifle yüzüp, burnunda top sektirdiği kıyıda,
heykeli artık sökülmüş, mermere kazılı tanıtıcı bilgisi silinip atılmış eski Beyaz Balina Parkı’nın az ötesinde,
balıkçı ağlarına oturmuş, tahta bir hamsi sandığının üzerinde, pat pat motor ve martı sesleri arasında, bomboş bir denize bakarak yazıyorum.
25 Ocak 1992 günü, Gerze’nin Gürzüvet (Yenikent) mevkiinde, ilk Mehmet İzmirli görmüştü onu ve - yunus dese, yunus değil – kocaman, sırtında yüzgeci olmayan beyaz bir balıkla burun buruna gelince çok korkmuştu. Ağlarını bırakıp kaçarak kıyıya varmış, balıkçılara gördüğü canavarı anlatmıştı.
Belediye Başkanı Doktor Durmuş Çetin’e de haber verilmiş; Balıkçı Rıza Eyice, yanına balıkçı “Yat Kemal’i (Kemal Özdemir) ve Yılmaz Akçaoğlu’nu da alarak motorla bu koca beyaz balığın yanına gitmişlerdi. İdemli’de (Kuruçay’da) yanına varınca, yemesi için tirsi balığı ata ata kıyıya kadar takip ettirmişler ve Gerze Limanı’na sokmuşlardı.
Yat Kemal, balıkçı barınağının vazgeçilmez siması, zeka engelli şişman Aydın’a benzetmişti onu
ve balığa adını koymuştu: AYDIN.
Aydın artık limandan çıkmaz olmuştu. Çoluk - çocuk herkesin sevgilisiydi. Sünger yumuşaklığındaki beyaz başını sevdiriyor, pullu balık yemiyor ama kendisine ikram edilen tirsi, uskumru, kolyoz gibi pulsuz balıkları önce havada takla attırıp başından yarısına kadar yutuyor, gerisini de üflüyordu. Gerzeliler işlerini güçlerini bırakmışlardı; herkes Aydın’la oynayıp, onu besliyordu. Sabah gün doğar doğmaz herkes soluğu limanda alıyordu.
Aydın artık limandan çıkmaz olmuştu. Çoluk - çocuk herkesin sevgilisiydi. Sünger yumuşaklığındaki beyaz başını sevdiriyor, pullu balık yemiyor ama kendisine ikram edilen tirsi, uskumru, kolyoz gibi pulsuz balıkları önce havada takla attırıp başından yarısına kadar yutuyor, gerisini de üflüyordu. Gerzeliler işlerini güçlerini bırakmışlardı; herkes Aydın’la oynayıp, onu besliyordu. Sabah gün doğar doğmaz herkes soluğu limanda alıyordu.

Günde kırk kilo balık yediği için, balıkçılar kendi balıkları bitince gidip Balık Hali’nden ceplerindeki üç kuruş parayla balık alarak onu besliyorlardı. Hatta ona zarar gelmesin diye kıyıya ağ bile kurmuyorlardı. İlçede bir seferberlik havası vardı; Aydın’ın beslenebilmesi için banka şubelerinde hesaplar açılıyor, para toplanıyordu.
Bu arada Aydın’ın bilgileri de oluşmaya başlamıştı. Aydın; Ukrayna’nın Sivastopol Limanı’ndan gelmiş Beluga türü (Delphinapterus leucas) bir beyaz balinaydı. Zaten Beluga, Rusça’da beyaz anlamına gelen “Bielo”dan geliyordu. Rus Büyükelçiliği’nin açıklamasına göre, Rusya Bilimler Akademisi’ne bağlı “Hayvanlar Evolüsyon ve Morfolojisi Enstitüsü”nün araştırma havuzundan kaçmıştı. Asıl adı Tishka’ydi ve sekiz yaşındaydı. İngilizlere göre de, canlı “mayın taşıyıcısı” olarak yetiştirildiği Kazachi Koyu’ndaki askeri tesisten firar etmişti; oradaki rütbesi de “Çavuş”tu.
Sivastopol’e, Rusya ile Japonya arasından, Kuzey Buz Denizi’ndeki Bering Boğazı’ndan getirilmişti. 19 Eylül 1991’de; muazzam bir yağış ve sel sonrasında dolfinaryumun (yunusevinin) parçalanmış kafesinden kurtularak, yine Beluga türü başka bir balina Karadeniz’de özgür kalmıştı. Arkadaşı büyük ihtimalle yolda ölmüş, ondan hiç haber alınamamıştı. Büyük firar sonucunda yalnız kalan Aydın ise neler yaptığı belirsiz aylardan sonra, 275 Mil güneydeki Gerze kıyılarına ulaşmış; yoksul ama sımsıcak bir halk ile karşılaşmıştı.
Sinop Su Ürünleri Yüksek Okulu öğretim üyesi dalgıç Yaşar Tarakçı ve ekibinin incelemesi sonucu Aydın’ın boyunun 4,5 metre, gövde genişliğinin 2 metre olduğu, ağzında da 12’si üst, 12’si alt çenede, toplam 24 dişinin olduğu tespit edilmişti.

O kadar benimsemişti ki Gerze kıyılarını ve halkını, kıyıdan “Aydın” denince bakıyor, birisinin elinde naylon poşetin içinde bile olsa, balık gördüğü zaman hemen yüzerek yanına geliyordu. Kendisine balık verildiğinde taklalar attırıp balığı ağzına aldığında yükseldiği suya hemen gömülmüyor, balık hala ağzında dururken önce başının ya da gerdanının okşanmasını bekliyor, ancak ondan sonra balığı yutuyordu.
Balıkçı teknelerine eşlik ediyor, beline kadar suyun üstüne çıkıp ambarlarında balık olup olmadığına bakıyordu. Teknelere eşlik ederken bazen sırtüstü bazen de yan yan yüzüyor, özellikle Vehbi Uslu teknedeyse gözünü ondan hiç ayırmıyordu.
Artık kanıksandığında; Gerzeliler günlük hayatlarına devam ederken, o limanda ya sırtüstü yüzüyor ya da topla oynuyor – bu normal bir durum olduğundan kimse dönüp de bakmıyordu.
Kendisine bir yer bellemişti, gece olunca kıyıdaki o sığ sulara gelip sırtüstü yatıyordu. Aslında kara kökenli bir memeli olduğu için on dakikada bir uyanıyor, su üstüne çıkıp nefes alıyor, sonra yeniden sırtüstü on dakikalık uykusuna yatıyordu.
Küçük bir ilçede yaşananlar, anlatılsa inanılmayacak bir masal değildi de neydi;
bir ilçenin, bir ülkenin başına kaç defa böyle bir hadise gelebilirdi ki?
Aydın’ın şöhreti önce tüm yurda, ardından da dünyaya yayılmıştı. Gerze’de yaşananlar tüm ülkenin gündemine oturmuştu. Zenginiyle, yoksuluyla, çocuğuyla, büyüğüyle tüm ülke Aydın’la yatıyor, Aydın’la kalkıyordu. Aydın’a turlar düzenleniyor, Urfa’ya askerliğe gidene: “Balina Aydın’ın memleketinden misin?” diye soruluyordu.
Gerze; televizyoncusundan gazetecisine İngiliz, İspanyol, Amerikan, Kanadalı, Fransız, Japon gibi pek çok yabancı basın mensubuyla, memeli hayvan uzmanları, Greenpeace gibi çevre örgütü üyeleri, balık sesinde frekans vererek Aydın’ı kilometrelerce öteden çağıran bilim adamlarıyla dolmuş, oteller adam almıyordu. İnsan kulağının da duyabildiği frekansta çıkarttığı seslerden dolayı beyaz balinalara “denizin kanaryaları” da deniyordu. Bu arada çektiği görüntüleri göndereceğine söz verip izin alarak günlerce çekim yapanlardan daha sonra ne bir ses, ne de seda duyulacaktı.
Dönemin başbakanı Süleyman Demirel ve bakanlar kurulu; kabine toplantısında Aydın’ın korunması ve Türkiye’de yaşaması için üniversiteler ve uluslararası kuruluşlarla temas kararı alınıyordu.
