Yitik Hazinenin Kâşifi FUAT SEZGİN

  • Konuyu Başlatan Konuyu Başlatan yadois
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi

yadois

Kullanıcı
Katılım
20 Şub 2010
Puanları
0
Ekşi sözlükten bir alıntı ile başlamak istiyorum hocayı tanıtmaya:
“ben profesörüm diye caka satmayan insan. hakiki bilim adami. nice verimli meslektasi gibi o da ülkesini terketmek zorunda birakilmis. söz Fuat sezgin'de:

"Evimden çıktım. Baktım bir çocuk diyor ki; 'yazıyor yazıyor, 147 profesörün üniversiteden çıkarıldığını yazıyor. Gazeteyi aldım elime. Baktım benim de ismim var. Enstitü yerine Süleymaniye kütüphanesi"ne gittim. o gün artık Türkiye”de yaşayamayacağıma inandım. Birkaç  Amerikan ve alman üniversitesine yazdım. İki ay sonra bana iki Amerikan üniversitesinden ve Frankfurt’tan davet geldi. Daha kitabın malzemelerini tamamlayamamıştım. Türkiye”den uzaklaşmayayım, sık sık Türkiye”ye gelmek zorunda kalırım diye Frankfurt”u tercih ettim".
(kaynak: aksiyon, 19.04.2004, sayi 489)

FUAT SEZGİN
Fuat Sezgin, 24 Ekim 1924 Bitlis doğumlu. 1943 yılında İstanbul Üniversitesi Şarkiyat Enstitüsü'nde ünlü Alman Oryantalist Hellmut Ritter'den (1892 �1971) dersler alır. Onun yanında Mecâz al-Qur'ân adlı doktora tezini yapar. Aynı yıllarda "İslam Bilim Tarihi" adlı eşsiz eseri üzerine çalışmaya ve araştırmalarına başlar. 1960'ta gerçekleşen darbe sonrasında istenmeyen 147 akademisyenden biri olur. Türkiye'den 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra, İstanbul Üniversitesindeki görevine son verilmesi üzerine Almanya'ya giderek bilimsel çalışmalarını Frankfurt'ta sürdürdüğünü hatırlatan Sezgin, Türkiye'de son yıllarda üniversite sayısının çoğalmasına rağmen eğitim seviyesinin düşük olduğunu kaydederek, şunları söyledi:

''Türkiye'den gitmeseydim bu çalışmaları yapamazdım. Orada 1400 cilt kitap çıkardık. Bunların içinde aşağı yukarı 10 bin titr vardır. Bu 10 bin titri birkaç 100 bin cilt mecmuanın içinden çıkardık. Türkiye'de bunların hiçbiri yok. Türkiye'den ayrılmasaydım bunları tanıyamazdım. Tanıyamadığım için bunları okuyamazdım. Okuyamadığım için bunların önemini bilemezdim. Bu Fransa'da bile mümkün olamazdı. Almanya bunun için uygundu. Orada büyük bir atmosfer var. Türkiye'de çok yüksek standartta çalışan bir bilim atmosferi kurmak lazım. Bu, bilim için çok büyük bir fırsattır.''Prof. Dr. Sezgin, 27 dil bildiğini, ancak bunun az olduğunu, hocasının 32 dil bildiğini ifade etti.(milli gazete)

Bunun üzerine kendisini davet eden Frankfurt Üniversitesi'ne gider, çalışmalarını orda sürdürür. Bilimsel çalışmalarının ağırlık noktası, Arap-İslam kültürünün tabii bilimler tarihidir. 1966 yılında profesör olur. Yaptığı çalışmalar sebebiyle 1978 yılında Kral Faysal Ödülü'nü kazanır. 1982 yılında Goethe Üniversitesi'ne bağlı Arap-İslam Bilimler Tarihi Enstitüsü'nü kurar. Bu enstitünün halen direktörlüğünü yapan Hoca, bugün bilim tarihçilerinin müracaat kaynağı eserlerden biri olan "İslami İlimler Tarihi'nin" en son 15. cildini yayınladı. Ne yazık ki birçok dile çevrilen eser hâlâ Türkçeye çevrilmemiştir! Fuat Sezgin hocanın 20'den fazla dil bildiğini de belirtmeden geçmeyelim. Hocanın bir özelliği de yazma kitaplarda bulunan çizimleri hayata geçirmiş, cihazları aslına uygun olarak yapmış, çalıştırmayı da başarmış olması. Bunlar içinde çok değişik saatler, teraziler, cerrahi aletler, buhar makineleri, usturlaplar, makineli tüfek gibi ok atan yaylar, mancınıklar ve iz bırakan mimari eserlerin maketleri var ki sayıları 800'ü buluyor. Bu alet ve cihazların bir kopyaları da İstanbu'da, Gülhane Parkı'nda kurulan İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi'nde sergileniyor. Fuat Sezgin'in en önemli eserlerinden kabul edilen "İslam'da Bilim ve Teknik" adlı 5 ciltlik eser, İBB Kültür AŞ tarafından yayınlanmıştı..(zaman)

Bilimler Tarihçisi adıyla yayınlanan kitabı Sefer Turan hazırladı. Sefer Turan'ın sorduğu sorulara verilen cevaplardan oluşan kitap "genç nesilleri önemli bir bilge insanla buluşturmak" gayesini taşıyor. Timaş Yayınları arasında çıkan kitabı okuyup bitirdiğinizde Fuat Sezgin'in yaşayan en büyük bilim tarihçisi unvanını nasıl hak ettiğini görüyorsunuz.
KİTAPTAN SATIR BAŞLARI

Öğle yemeğim 10 dakikayı geçmez
Bundan 20-25 sene evvel Kuveyt Üniversitesi'nde bir konferans vermiştim. Bir genç kalktı bana dedi ki: "Siz bu zor kitapları yazıyorsunuz, bize ne¬ler tavsiye ediyorsunuz?" Ben de ona Arapça dedim ki: "Gerçek bir züht. Yani dünyanın nimetlerinden feragat edebilmek! Ben belki daha iyi şartlarda yaşayabilirdim, ama otuz yıldan beri ev¬den çıkarken çantama sadece küçük bir ekmek parçası koyarak gidiyorum enstitüme. Enstitüye geldiğimde dolabımdan ufak bir peynir parçası veya bir yağsız reçel çıkarır, onunla öğle yemeği¬ni hallederim. Yani 10 dakikayı geçmiyor benim öğle yemeğim. İkincisi ise 'sabrun cemil...' Tatlı sabır..." Bunu hatırlarım daima.

Masanın başında oturun ve okuyun
Riyad'a gittim. Televizyoncular gel¬di, benimle konuşurken "Bize ne tavsiye edersiniz?" diye sordu¬lar. Onlara Arapça dedim ki: "Allah korkusu"nu, "Allah'ın bütün hareketlerimizi kontrol altında tuttuğunu bilme şuurunu tavsi¬ye ederim." dedim. Bir de, "masa başında oturmanızı ve okuma¬nızı tavsiye ediyorum. Ancak masa başında otururken de aklınız Oxford Caddesi'nde, Champs-Elysées veyahut da Kahire'nin Sü¬leyman Paşa Caddesi'nde dolaşmakta olmasın! Aklınızla, bedeni¬nizle masanın başında oturup okumanızı tavsiye ediyorum." dedim.
Vakit geçiyor, vakit!
Ben bu kitap¬ları yazarken bazen yorulduğum oluyor masa başında. Ara sıra bi¬raz dinlenmek istiyorum. Sonra hemen aklıma şu geliyor: Vakit geçiyor vakit! Zaman geçiyor! "Kendine nasıl zaman tanıyabilir¬sin!" diye kendime kızarım. Sonra hemen dinlenmeyi bırakır, ken¬dimi yazmaya zorlarım. Yani okuyan, yazan, düşünen bir millet ol¬malıyız.
6 ayda Arapça öğrendim
6 ay kendimi Arapça öğrenmeye verdim. Evimizde babamdan kalma 30 ciltlik bir Taberî Tefsiri var¬dı. Onu okumaya başladım. Başlangıçta anlamıyordum. Türkçe tefsirlerle karşılaştırarak, yavaş yavaş tefsirin içine girmeye çalış¬tım. Günde aşağı yukarı 17 saat çalışıyordum. Erken kalkıyordum, gece geç yatıyordum, evden hemen hemen hiç çıkmıyordum. 6 ay sonra Taberî Tefsiri'nin 30 cildini bitirmiş oldum. Başlangıçta he¬men hemen hiç anlayamadığım bu tefsiri 6 ayın sonunda gaze¬te gibi okuyordum. O hızla, yani 17 saatlik bir tempoyla çalışır¬sanız bunu siz de başarırsınız, bundan eminim.

İnsanın kendine sorması gereken soru
Ben 55 yıldan beri İslami bilimler tarihiyle uğraşıyorum. Ve sürekli bir şeyler öğreniyorum ve insan hayatında sürekli öğrenmek çok mü¬himdir. Mesela bir işe başladıktan bir hafta sonra, insanın kendi kendisine sorması lazım "Bu hafta ben bir şey öğrendim mi?" diye. Şimdi düşününüz; siz bir dinin mensubusunuz ve o dinin peygamberi ne diyor: "İki günü birbirine eşit olan insan zarardadır." Bunu Müs¬lümanlar kâfi derecede göz önüne almadılar.

Hafta sonu bile 07.30'da enstitüdeyim

Benim çalışma yılım 365 gündür. Haftam 7 gündür. Ben cumartesi, pa¬zar günü bile sabah saat 07.30'da enstitüdeyim. Bilim adamlarından buna yakın çalışma isterim. Eğer böyle yapamazsak modern cumhuriyetimizi, modern ülkemizi kalkındıramayız.
Türkler okumuyorlar maalesef
Almanya'dan Lufthansa ile gelirken bakıyorum herkes okuyor ama Türkler varsa okumuyor. Uçakta kimin Alman, kimin Türk olduğu kolayca anlaşılıyor: Elinde kitap olan Alman, olmayan Türk. Türk Hava Yolları'yla Almanya'ya gittiğimde bakıyorum kitap okuyan hemen hemen yalnızca benim. Böyle şey olur mu hiç? Türkler okumuyorlar maalesef!
 
Geri
Üst