A
ayben
Türk filmi” Türkiye’de yapılmış tüm filmleri ifade etmek için kullanılmaz; herkesin bildiği bir anlam yüklenir ona. “Türk filmi” deyince belli bir kategoriye giren filmler kastedilir. Çoğu zaman biri zengin, biri yoksul iki sevgilinin acı dolu, fakat sonunda (bir daha hiç bozulmayacağı izlenimi yaratan) mutluluğa ulaşılan temiz bir aşk hikayesidir anlatılan. Toplumun önemli bir bölümünü oluşturan meraklıları büyük bir keyifle izler onu. Bir çokları da meraklısı olduğunu itiraf edemez kendisine, ama daha çok da başkalarına. Bu, tam da görünmeyen / görülmek istenmeyen gerçekliğin yakalandığının işaretidir aslına bakılırsa. Bu nedenle Türk filmi değil, Türk’ün filmi demek daha doğru olabilir onlara. Çok dikkatli olmayan bir gözle bile bakıldığında Türkiye insanının bir çok yönünü başarılı bir biçimde yakaladıkları görülür çoğu zaman. Biraz gerçekdışı, ama daha çok da gerçeküstüdür. Masaldır aslına bakılırsa. Toplumumuzun çocuk yanına seslenir. O kolayca etkin ve etkili olabilen; neredeyse kimliğine/kişiliğine bütünüyle damgasını vuran yanıdır insanımızın.
Açık ya da gizli meraklıları bir çocuğun masala inanmaya hazır olduğu gibi/kadar inanmaya hazırdır gördüklerine. Böylece neden-sonuç ilişkisinin erişkin dünyasındaki gibi olmasına gerek kalmaz. Erişkin yaşamındaki gerçeklikler bir tarafa bırakılır ve çocuksu bir masal dünyasına dalınır. Her türlü tesadüfe, hiçbir kötülüğe “bilerek” bulaşmayan “saf iyi” bir kahramana, kötülüklerin bütünüyle ötekine mal edilmesine olanak tanınır. Mantıklı değerlendirmeden uzaklaşarak çocuksu bir değerlendirme içine girilmesi sonucunda gerçeği değerlendirme yetisi filmde sunulan gerçeklik için askıya alınır ve yaratılan gerçekliğe çıplak teslim oluş ortaya çıkar.
Bu filmlerde bir tarafta seyircisinin özdeşleştiği tümüyle iyi bir kahraman ve ona her türlü desteği her an hiçbir karşılık beklemeden (haset, kıskançlık duymadan) vermeye hazır bir yakın çevre; diğer tarafta ise dünyanın tüm kötülüklerinin yüklendiği düşman(lar) vardır. Çoğu zaman da genel geçer değerlere göndermelerde bulunulur: “kötü ahlaki değerler” batı müziği ve dansıyla birlikte verilerek, kötülüklerin bizim kendi içimizden kaynaklanmadığı, dışardan geldiği vurgulanır.
Rastlantılar çok önemli belirleyicilerdir bu filmlerde. Rastlantılar sonucunda kahramanların yaşamında köklü değişiklikler olması kadere inancı pekiştirir. Çoğu zaman bunlar kahramanın yaşamında olumlu yönde değişiklik yapan rastlantılardır. Bu rastlantılar iyilerin her zaman ödüllendirileceği, kaderin ağını iyiden yana öreceği yarı mistik inanışını etkinleştirir.
Seyircisi en az onun kadar “saf iyi” olduğu duyguları içinde kendisini bulur kahramanda. Ezilmişlikler onarılır, kadere iman tazelenir, kusursuz iyilik kutsanır, iyilerin eninde sonunda kazanacağı duygusu pekiştirilir, kötü ahlaki değerleri temsil eden ulaşılamayan maddi varlıklara sahip olamamanın acısı sahip olduklarına şükretmeye dönüşür. Toplumumuzun kendi kendisine atfettiği ve günlük gerçek yaşamda yaralanmış kimlik onarılır. “Türk filmi” değil de “Türk’ün filmi” denmesi tam da bu nedenle uygun düşüyor gibi görünmektedir.
Her kesimden bir çok insan “Türk filmleri”ni duygulanarak seyreder, fakat bazıları utanç ve suçluluk duyduğu için bunu itiraf edemez. Meraklıları toplumun çoğunluğu olmakla birlikte, bu filmlerin keskin muhalifleri de vardır. Bu kişiler için aşağılayıcı bir şeydir bu filmlerin meraklısı olmak. Nerede bir aşırılık varsa, orada bir şeyleri (kendinden ve başkalarından) saklama çabası vardır görüşü burada da geçerli gibi görünüyor. Kendi içindekine yaklaşamama, yoksayıcı-red edici bir yaklaşıma yol açar. Fakat bu, çoğu zaman ‘kendine ve halkına hiçbir şekilde yakıştıramama’ ya da ‘onlara bir uyutma aracı gibi bakma’ kılığına bürünür.
Oysa başka bir gözle okunduğunda çok farklı şeyler bulunabilir onlarda: ezilmişlikler, saflık, dürüstlük, iyi niyet, hoşgörü, sevgi, şefkat, özveri, değerlerini korumaya çalışma, dostu için canını verme...
Artık bize ait bir çok şey gibi “Türk filmleri”nin de çarpıtılmadan, abartılı olumlu ya da olumsuz duygulardan sıyrılarak değerlendirmenin zamanı geldiğine inanıyorum.
Açık ya da gizli meraklıları bir çocuğun masala inanmaya hazır olduğu gibi/kadar inanmaya hazırdır gördüklerine. Böylece neden-sonuç ilişkisinin erişkin dünyasındaki gibi olmasına gerek kalmaz. Erişkin yaşamındaki gerçeklikler bir tarafa bırakılır ve çocuksu bir masal dünyasına dalınır. Her türlü tesadüfe, hiçbir kötülüğe “bilerek” bulaşmayan “saf iyi” bir kahramana, kötülüklerin bütünüyle ötekine mal edilmesine olanak tanınır. Mantıklı değerlendirmeden uzaklaşarak çocuksu bir değerlendirme içine girilmesi sonucunda gerçeği değerlendirme yetisi filmde sunulan gerçeklik için askıya alınır ve yaratılan gerçekliğe çıplak teslim oluş ortaya çıkar.
Bu filmlerde bir tarafta seyircisinin özdeşleştiği tümüyle iyi bir kahraman ve ona her türlü desteği her an hiçbir karşılık beklemeden (haset, kıskançlık duymadan) vermeye hazır bir yakın çevre; diğer tarafta ise dünyanın tüm kötülüklerinin yüklendiği düşman(lar) vardır. Çoğu zaman da genel geçer değerlere göndermelerde bulunulur: “kötü ahlaki değerler” batı müziği ve dansıyla birlikte verilerek, kötülüklerin bizim kendi içimizden kaynaklanmadığı, dışardan geldiği vurgulanır.
Rastlantılar çok önemli belirleyicilerdir bu filmlerde. Rastlantılar sonucunda kahramanların yaşamında köklü değişiklikler olması kadere inancı pekiştirir. Çoğu zaman bunlar kahramanın yaşamında olumlu yönde değişiklik yapan rastlantılardır. Bu rastlantılar iyilerin her zaman ödüllendirileceği, kaderin ağını iyiden yana öreceği yarı mistik inanışını etkinleştirir.
Seyircisi en az onun kadar “saf iyi” olduğu duyguları içinde kendisini bulur kahramanda. Ezilmişlikler onarılır, kadere iman tazelenir, kusursuz iyilik kutsanır, iyilerin eninde sonunda kazanacağı duygusu pekiştirilir, kötü ahlaki değerleri temsil eden ulaşılamayan maddi varlıklara sahip olamamanın acısı sahip olduklarına şükretmeye dönüşür. Toplumumuzun kendi kendisine atfettiği ve günlük gerçek yaşamda yaralanmış kimlik onarılır. “Türk filmi” değil de “Türk’ün filmi” denmesi tam da bu nedenle uygun düşüyor gibi görünmektedir.
Her kesimden bir çok insan “Türk filmleri”ni duygulanarak seyreder, fakat bazıları utanç ve suçluluk duyduğu için bunu itiraf edemez. Meraklıları toplumun çoğunluğu olmakla birlikte, bu filmlerin keskin muhalifleri de vardır. Bu kişiler için aşağılayıcı bir şeydir bu filmlerin meraklısı olmak. Nerede bir aşırılık varsa, orada bir şeyleri (kendinden ve başkalarından) saklama çabası vardır görüşü burada da geçerli gibi görünüyor. Kendi içindekine yaklaşamama, yoksayıcı-red edici bir yaklaşıma yol açar. Fakat bu, çoğu zaman ‘kendine ve halkına hiçbir şekilde yakıştıramama’ ya da ‘onlara bir uyutma aracı gibi bakma’ kılığına bürünür.
Oysa başka bir gözle okunduğunda çok farklı şeyler bulunabilir onlarda: ezilmişlikler, saflık, dürüstlük, iyi niyet, hoşgörü, sevgi, şefkat, özveri, değerlerini korumaya çalışma, dostu için canını verme...
Artık bize ait bir çok şey gibi “Türk filmleri”nin de çarpıtılmadan, abartılı olumlu ya da olumsuz duygulardan sıyrılarak değerlendirmenin zamanı geldiğine inanıyorum.
Erol Özmen
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi
Psikiyatri AD Öğretim Üyesi
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi
Psikiyatri AD Öğretim Üyesi