Son kullanma tarihine bakıyoruz ama...

  • Konbuyu başlatan su perisi
  • Başlangıç tarihi

Konu hakkında bilgilendirme

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Serbest Kürsü kategorisinde su perisi tarafından oluşturulan Son kullanma tarihine bakıyoruz ama... başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 1,652 kez görüntülenmiş, 1 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Serbest Kürsü
Konu Başlığı Son kullanma tarihine bakıyoruz ama...
Konbuyu başlatan su perisi
Başlangıç tarihi
Cevaplar
Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan dideM
S

su perisi

Kullanıcı
4 Ocak 2007
En iyi cevaplar
0
0
Son kullanma tarihine bakıyoruz ama...





Markete gittiniz.

Yeşil sapları, şık karton kutuları, minik-yeşil etiketleri; Tek renk,
tek ses, tek yürek halleri; Yüksek fiyatlarıyla tezgahların yıldızı,
kan kırmızı domatesler.

Yediniz mi?

Yiyeceksiniz!

Zira onlar, modern dünyanın gurur kaynakları.

"Tatmin olma" duygusu köreltilmiş, "yeter" sözünü defterinden çoktan
silmiş insan evladının zeka ürünleri onlar.

Onlara şimdi domates diyorlar.

Devasa seralarda, tümüyle bilgisayar kontrolünde, topraksız koşullarda
(su kültürü) yetişiyorlar.

Her birinin köküne birer serum hortumu bağlı, damla damla dökülüyor
azotlar, fosforlar, kalsiyumlar...

Hava mı lazım?

Pompalar var, suyun içine gerektiği kadar hava basıyor.

Güneş mi lazım?

Cıvalı ampuller var, fotosentezi artıran yüksek basınçlı ışık basıyor.

Kuş mu lazım?

Aşk olsun!

Zamanı gelince, salınıyor bambus arıları içeri; Dölleniversinler,
kurda-kuşa muhtaç olmadan..

Çünkü onlar doğanın güvensiz derbederliğine terk edilemeyecek kadar değerliler.

Onlar, öbür dünyaya giderken yanımızda götüreceğimiz yatlar, katlar,
plazmalar, plazalar...



Hala markettesiniz.

Süt içip kemikleri geliştirmek gibi bir inancın peşinde,
dolaşıyorsunuz raflarda.

O, beyaz sıvının içinde protein, vitamin, bir sürü bakteri, mineral
filan olduğunu düşünüyorsunuz.

Nasıl söylemeli, bilmem ki?

Aramızda kalsın ama, onun içinde artık bir şey yok!

İyisi mi bunu size, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nden Prof. Dr. Ahmet
Aydın söylesin "Süt sağlıklı bir içecekken, raf ömrünü uzatmak için
pastörizasyon, yüksek ısı uygulaması (UHT) ve homojenizasyonla çok
zararlı bir ürün haline getiriliyor. Bu işlemlerle sütün içindeki tüm
bakteriler öldürülüyor. Pastörizasyon, sütün vitamin ve mineralle
zenginleşmesini engelliyor, sindirim enzimlerini tahrip ediyor, tahrip
olan ve sindirilmeyen protein parçacıkları, bağırsaktan kanımıza
geçiyor, vücut da bunları düşman olarak algılıyor ve bağışıklık
sistemini tahrip ediyor. İnsan vücudu tahrip oluyor ve alerjik
hastalıklara, bağışıklık sistemi hastalıklarına, romatizmal
hastalıklara neden oluyor. Çocuklarda görülen kronik orta kulak
iltihabının altında da süt kullanımı vardır...".

Hadi bunları geçtik bir kalem. Siz o sütü veren ineğin başına
gelenlerden haberdar mısınız?

İnek inek olmaktan çıkalı çok oldu.

Önüne konan her şeyi yiyen. Bol hormon ve antibiyotikle ayakta
durabilen, deri kaplı et parçaları onlar.

Günde 100 kilo süt(!) veren inek yaptılar.

Ne demek biliyor musunuz bu?



Market arabasını sürmeye devam.

Üzümleri gördünüz mü?

Sanki bağdan yeni gelmişler. Dip diri, ip iriler.

Nereden geliyor bunlar?

Şili'den.

Şili mi?

Evet!

Kaç gündür buradalar?

3-5 gün oldu.

Düşünün, Şili'nin bir köyünde topluyorlar bunları.

Uzun yolculuklar sonunda bize geliyor. Bir süre bizim manavda
bekliyor.. Alıyorsun eve getiriyorsun, evde de 3-5 gün daha, bana
mısın demiyor.

İyi ama, nasıl?

Şahane şeyler var, adına ilaç diyorlar. Üzümlere verilen bu ilaçlardan
birinin etiketindeki faydaları sayalım mesela:

·       Dane büyüklüğünü artırır,

·       Dane ağrılığını artırır,

·       Dane şeklini daha düzgün olarak değiştirir,

·       Tam olgunlaşmada bile daneye parlak sarı yeşil rengini verir,

·       Güçlü üzüm çöpüne rağmen dane sıkıca sapa bağlı kalır. Bu
yüzden yükleme taşıma esnasında danelenme nedeniyle olabilecek
kayıplar azalır,


·       Dayanıklı ve dirençli kabuk sayesinde hasat ve hasat sonrası
olabilecek yaralanmalar en aza iner, hastalıklara direnç katar,

·       Kullanım dozu yükseldiğinde sofralık üzümlerde hasadı geciktirir,


·       Yüksek kalite ve standart sağlar,


·       Raf ömrü uzar


Daha durun!

Petunya ve karnabahar geni konmuş mısırlardan yapılma cipsleri de yiyeceksiniz.

Geceleri de bahçenizi denizanası geniyle donatılmış buğdaylarla
aydınlatacaksınız.


Diyebilirsiniz ki, "hep olumsuz tarafından bakma, bu gelişmeler olmasa
açlığın önüne geçilemez".
İyi ama açlığın nedeni gıda üretimindeki
yetersizlik değil ki!

Tam tersine, bu gün dünyada gıda üretiminde fazlalık var. Öyle ki, tüm
üretilen besinleri toplayıp, dünyadaki insan sayısına bölseniz, kişi
başına günlük 2 kilo gıda düşüyor.

Bu hepimizi besler de, yus yuvarlak bile yapar.

Sorun gıda üretiminin yetersizliği değil, aç olanların gıda alacak
paralarının olmaması.


Ama, daha da vahimi, biz de o süt, domates, üzüm gibi oluyoruz.

Neye ağlayıp, neye güleceğimizi birileri bize anlatıyor.

Kimi sevip, kimden nefret edeceğimizi de.

İnsan ilişkilerini artık klavye ve monitor üzerinden kuruyoruz.

Gün geliyor, öldürüyoruz.

Adına "bilgi" dedikleri rafine verilerle zihnimizi doldurup,
enselerinde bar kod yapıştırılmış mamül ürünler oluyoruz.


Ne diyelim?


Raf ömrümüz uzun olsun!


 
D

dideM

Kullanıcı
5 Eyl 2007
En iyi cevaplar
0
0
İstanbul
Valla tek bir cümlesini es geçmeden okudum peri. Eskiden kanser diye bir hastalık yoktu, şimdi önüne geçilemez -gerçi önüne geçilemez olduğunu pek düşünmüyorum ben, bunun altında da bişeyler arıyorum ama neyse -  bir şekilde büyük çoğunlukta. Bu kadar zararlı gıdadan, besinden sonra vücudun iflas etmesi çok normal. E tabii stresi de ekleyince işin içine vücut tamamen çöküyor.
Yukarıdaki gibi neye üzülüp, neye sevindiğimizi bile farkedemeyecek kadar boş yaşıyoruz, dolu yaşadığımızı zannediyoruz.

Teşekkürler.
 
Üst