A
aykut03
Kullanıcı
Yaşlı ve çirkin bir tüccar; karşılığını parayla ödeyeceği zevk gecesi için
olağanüstü güzel, ama taş kalpli bir fahişeye gitmiş...
Sabaha karşı, yaşıl adamın uykuya dalmasını fırsat bilen genç kadın,
soyguncu dostlarını çağırmış.
Ne var ki tüccar, tilki uykusundan fırladığı gibi olanca gücüyle karşı
koymaya, dövüşmeye başlamış. Haydutlar hem kalabalık, hem de işinin
ehliymiş.Onu kolayca köşeye sıkıştırmışlar. Ancak ne kadar vururlarsa,
bu zayıf ve çirkin bedende yara açılmadığını, can alıcı darbelerin hiç iz
bırakmadığını görmüşler...Bıçaklarını, kılıçlarını çekmişler...Ancak en
keskin bıçak, en acımasız kılıç bile tüccara hiç bir şey yapamıyormuş....
Sonunda korkup kaçmışlar....
Dövüşü izleyen kadın, yaşlı adamın mucizevi gücünden etkilenmiş,
bir kez daha -ama bu kez aşk adına- tüccarla sevişmek istemiş.
Onu hayranlıkla, arzuyla, şefkatle okşamaya başlamış...
Gelgelelim güzel kadının her dokunuşunda tüccarın bedeninde yeni bir yara
beliriyormuş. Dövüşün, darbelerin, bıçakların, kılıçların açtığı yaralarmış
bunlar... İçten bir ilgi ve şefkat görene dek gizli kalmışlar.
Sonunda tüccar kanlar içinde kadının kollarına yığılmış, ölmüş....
Tam bu türden hayatlar yaşamıyor muyuz ?
Aşktan bunca korkmamız bu yüzden değil mi ?
Kimsenin kollarında yığılıp can vermek istemiyoruz.
Çünkü zaten, her yanımız “kılıç yaralarıyla” dolu.
Ama bir şekilde kapanmış,kabuk bağlanmış yaralar onlar....
Nasıl yapmışsak yapmışız üstesinden gelmişiz...
Ama biri, kabuk tutmuş yaraları okşamaya başladığında, cırt diye
açılıveriyor ve oluk oluk kanama başlıyor yeniden....
Birine teslim olduğumuzda, anlatmaya başladığımızda, içimizi döktüğümüzde
bedenimiz ve ruhumuz kan içinde kalıveriyor....
O yüzden değil mi içimizi tutmamız?
Birisine teslim olmaktan korkmamız? Ortalıkta tedirgin ve gergin dolanmamız?
"Anlatsam mı, anlatmasam mı?" kararsızlığımız
"Bu sevgi beni acıtır mı?" kuşkularımız....
olağanüstü güzel, ama taş kalpli bir fahişeye gitmiş...
Sabaha karşı, yaşıl adamın uykuya dalmasını fırsat bilen genç kadın,
soyguncu dostlarını çağırmış.
Ne var ki tüccar, tilki uykusundan fırladığı gibi olanca gücüyle karşı
koymaya, dövüşmeye başlamış. Haydutlar hem kalabalık, hem de işinin
ehliymiş.Onu kolayca köşeye sıkıştırmışlar. Ancak ne kadar vururlarsa,
bu zayıf ve çirkin bedende yara açılmadığını, can alıcı darbelerin hiç iz
bırakmadığını görmüşler...Bıçaklarını, kılıçlarını çekmişler...Ancak en
keskin bıçak, en acımasız kılıç bile tüccara hiç bir şey yapamıyormuş....
Sonunda korkup kaçmışlar....
Dövüşü izleyen kadın, yaşlı adamın mucizevi gücünden etkilenmiş,
bir kez daha -ama bu kez aşk adına- tüccarla sevişmek istemiş.
Onu hayranlıkla, arzuyla, şefkatle okşamaya başlamış...
Gelgelelim güzel kadının her dokunuşunda tüccarın bedeninde yeni bir yara
beliriyormuş. Dövüşün, darbelerin, bıçakların, kılıçların açtığı yaralarmış
bunlar... İçten bir ilgi ve şefkat görene dek gizli kalmışlar.
Sonunda tüccar kanlar içinde kadının kollarına yığılmış, ölmüş....
Tam bu türden hayatlar yaşamıyor muyuz ?
Aşktan bunca korkmamız bu yüzden değil mi ?
Kimsenin kollarında yığılıp can vermek istemiyoruz.
Çünkü zaten, her yanımız “kılıç yaralarıyla” dolu.
Ama bir şekilde kapanmış,kabuk bağlanmış yaralar onlar....
Nasıl yapmışsak yapmışız üstesinden gelmişiz...
Ama biri, kabuk tutmuş yaraları okşamaya başladığında, cırt diye
açılıveriyor ve oluk oluk kanama başlıyor yeniden....
Birine teslim olduğumuzda, anlatmaya başladığımızda, içimizi döktüğümüzde
bedenimiz ve ruhumuz kan içinde kalıveriyor....
O yüzden değil mi içimizi tutmamız?
Birisine teslim olmaktan korkmamız? Ortalıkta tedirgin ve gergin dolanmamız?
"Anlatsam mı, anlatmasam mı?" kararsızlığımız
"Bu sevgi beni acıtır mı?" kuşkularımız....