T
Tülay
Kullanıcı
Sevme sanatı...
Arenada, bütün şovalyelerin aşık olduğu ve evlenmek istediği harikulade güzel prenses kral babasıyla birlikte oturuyor, çevreleri genç ve yakışıklı şovalyelerle dolu, hepsi bir küçük tebessüm için bekliyorlar...
Borazanlar çalınıyor ve aslanlar çıkıyorlar arenaya, kocaman yeleleri, gergin belleri, iri penceleriyle kükreyerek dolaşıyorlar...
Prenses zarif ellerini saklayan uzun eldivenlerden birini çıkarıp aslanların arasına atıyor...
“-Kim eldivenimi alıp bana getirirse onunla evleneceğim...”
...
Müthiş bir sessizlik oluyor, bir anda herkes susuyor... Bir şovalye diğerlerinden ayrılıyor, taş merdivenlerden ağır ağır inmeye başlıyor, parlak çizmelerinin çıkardığı sesler tek tek duyuluyor...
Arenaya giriyor; aslanlar hareketsiz ve şaşkın, bu cesur şovalyeye bakıyorlar, o hiçbirine aldırmadan eldiveni alıyor, gene adım sesleriyle taş merdivenleri çınlatarak çıkıyor...
Eldiveni prensesin kucağına bıraktıktan sonra, kendisine hayranlıkla dönen prensese bir kez bile bakmadan yürüyüp gidiyor...
...
Biz herkesi her zaman deniyoruz, emin olmak, güvenmek istiyoruz, sevgisini ve bağlılığını her an kanıtlasın, hayatını ve her şeyini tehlikeye atsın ve bunu binlerce kez yapsın istiyoruz...
Kendimizle ve korkularımızla öylesine doluyuz ki; hiçbir duyguyu, hiçbir insanı, hiçbir nesneyi olduğu gibi bütün gerçekliğiyle göremiyoruz, her şey kendimizle ve korkularımızla oluşturduğumuz prizmalardan kırılarak ulaşıyor bize...
Her şeyi olduğundan başka bir biçimde ve olduğundan başka bir yerde görüyoruz, belki de bu yüzden aradığımız şeyleri aramamız gereken yerlerden başka yerlerde arıyoruz...
Mutlulukla aramıza, korkularımızı ve kendimizi sokuyoruz...
alıntıdır
Arenada, bütün şovalyelerin aşık olduğu ve evlenmek istediği harikulade güzel prenses kral babasıyla birlikte oturuyor, çevreleri genç ve yakışıklı şovalyelerle dolu, hepsi bir küçük tebessüm için bekliyorlar...
Borazanlar çalınıyor ve aslanlar çıkıyorlar arenaya, kocaman yeleleri, gergin belleri, iri penceleriyle kükreyerek dolaşıyorlar...
Prenses zarif ellerini saklayan uzun eldivenlerden birini çıkarıp aslanların arasına atıyor...
“-Kim eldivenimi alıp bana getirirse onunla evleneceğim...”
...
Müthiş bir sessizlik oluyor, bir anda herkes susuyor... Bir şovalye diğerlerinden ayrılıyor, taş merdivenlerden ağır ağır inmeye başlıyor, parlak çizmelerinin çıkardığı sesler tek tek duyuluyor...
Arenaya giriyor; aslanlar hareketsiz ve şaşkın, bu cesur şovalyeye bakıyorlar, o hiçbirine aldırmadan eldiveni alıyor, gene adım sesleriyle taş merdivenleri çınlatarak çıkıyor...
Eldiveni prensesin kucağına bıraktıktan sonra, kendisine hayranlıkla dönen prensese bir kez bile bakmadan yürüyüp gidiyor...
...
Biz herkesi her zaman deniyoruz, emin olmak, güvenmek istiyoruz, sevgisini ve bağlılığını her an kanıtlasın, hayatını ve her şeyini tehlikeye atsın ve bunu binlerce kez yapsın istiyoruz...
Kendimizle ve korkularımızla öylesine doluyuz ki; hiçbir duyguyu, hiçbir insanı, hiçbir nesneyi olduğu gibi bütün gerçekliğiyle göremiyoruz, her şey kendimizle ve korkularımızla oluşturduğumuz prizmalardan kırılarak ulaşıyor bize...
Her şeyi olduğundan başka bir biçimde ve olduğundan başka bir yerde görüyoruz, belki de bu yüzden aradığımız şeyleri aramamız gereken yerlerden başka yerlerde arıyoruz...
Mutlulukla aramıza, korkularımızı ve kendimizi sokuyoruz...
alıntıdır