G
GulsahToptas
Kullanıcı
Pozitif Düşünce Pollyannacılık Oynamak Değil
Kendini kandırmaya çalışmak marifet değil. Hayatı olduğu gibi görüp kabul etmek ve ona adapte olabilmek önemli.
Türkiye'de pozitif düşüncenin yanlış aktarıldığının ya da yanlış algılandığının farkındayım. Burada geçtiğimiz yaz bir televizyon programı çekimi sırasında, tanınmış bir televizyon sanatçısından aldığım tepkiyi yazmak istiyorum. Kürşat Başar'ın Kanaltürk'teki akşam yemeği programını çekiyorduk. Programda altı konuk vardı. Bu konuklar arasında benimle beraber Uzman diyetisyen Ender Saraç ve sanatçı Gülben Ergen de vardı. Yemekte konu doğal olarak stresle başa çıkabilme, pozitif düşünceye geldi. Ender Saraç'ın zaten bu konuya ilgisi malum, Gülben Ergen de gerçekten beni şaşırtan ve de memnun eden bir içtenlikle insanın kendini tanıması ile ilgili çok hoş bir konuşma yaptı. Ancak tiyatrocu/oyuncu hanım uzun bir sessizlikten sonra Kürşat Bey'e bu konu hakkında kendisinin ne düşündüğünü sordu ve birden bire atağa kalktı "Sizin bu yaptığınız boş konuşma. Bu dünyada açlık, sefalet, terör alıp yürümüşken etrafı huzur içinde, hiçbir problem yokmuş gibi görmek bana göre değil!" dedi... Ben de yanlış anlaşılmayı istemediğimden "Kitabımı okumaya fırsatı olanlar vermek istediğimin Pollyannacılık olmadığını anlayabilirler" dedim uygun bir dille. (Sonra seyrederken farkettim, bu ufak gerginlik anı programdan çıkartılmış) Çekim sonrası, ben kendisine televizyonda çok tutulan rolü için iltifat etmeyi seçerken, negatifliğini devam ettirmesi üzerine o ortamda bulunmaktan vazgeçip, bu gerginlikten haberi olmayan diğer konuklarla çabucak vedalaşıp kanaldan ayrıldım. Bugüne kadar benimle yapılan röportajlarda, benim yoga ögretmenliğimin "pozitif düşünce ve huzur yaymak" damgası olarak görülmesinden ben de rahatsız oluyorum. Çünkü çok kişi (televizyon sanatçısı hanım gibi) ön yargılı hareket ederek maalesef bu hatayı yapıyor. Benim böyle bir şeyi vaad etmem mümkün değil. (Vaad edenlerden de kaçın!) Ancak saçma olan pozitif düşünce değil, bizlerin kendimizi pozitif düşünmeye zorluyor olmamız. Türkiye'deki okur ve izleyicilerimden bugüne kadar binlerce mail aldım ve çoğunda benzer soruyu buldum... "Hayata karşı tavrımı değiştirmem gerektiğini biliyorum, ancak kendimi pozitif düşünmeye telkin edemiyorum..." Amaç, gerçekleri olduğundan farklı gösterip kendini olayları pozitif görmeye kandırmak değil. Hayatın gerçeklerini olduğu gibi görüp kabul etmek ve adapte olabilmeyi öğrenmek. Mevsim değişiyor, ağaçların yaprakları soluyor, dökülüyor, gökyüzü kapkara bulutlarla kaplanıyor, sonra her şey yine değişiyor.
Problem negatif tepkide
Hayatımıza şöyle bir dışarıdan bakarsak sürekli değişim ve iniş çıkışlarla dolu olduğunu görüyoruz ve biz ne kadar kontrol etmeye çalışsak da değişim kendiliğinden oluşuyor. Bu değişime karşı koyamayacağımızı kabul edip adapte olabilmek önemli. Stres faktörünü değiştirmemize imkan yok. Stresi yenmek diye de bir şey yok. Karşı koyup, savaş verdiğiniz anda yine kendinize baskı yapıyorsunuz, yine gerginleşiyorsunuz. Hem ruhsal hem fiziksel açıdan. Bunu kabul ettiğiniz anda bir kere problemlerin yüzde 50'si ortadan kalkıyor. Bizi rahatsız eden bir duruma karşı sinirlenmekte veya endişelenmekte bir sorun yok. Problem olan negatif düşüncemize gösterdiğimiz, hem kendimize hem de çevremize zarar veren tepkilerimiz. Ya da aldığımız tehditten daha yoğun tepki göstermemiz. Evet! Terör, doğal felaketler, dünyanın çok yerindeki açlık, maalesef bu dünyanın acı gerçekleri ama çoğumuzun duygusal açıdan kontrolden çıkmamızın sebebi değiller. Saldırganlığımızın, negatifligimizin ve de toleranssız oluşumuzun nedeni ön yargılarımız ve negatif iç diyaloğumuzla kendi kendimize yaptığımız baskıların sonucu. Çoğumuzun yüzde 80-90 düşünce içeriğinin negatif olduğunu biliyor muydunuz? Çoğu zaman daha elimizde geçerli bir sebep olmadan bile düşünce şeklimizle kendi kendimize stres yaratıyoruz. Önemli olan bunu farkedip kendimize zarar vermeyi engelleyecek çözumler bulmak. O zaman dünyanın stresine karşı da eleştirici bir yaklaşım içine girip enerjimizi düşüreceğimize, bir şeyler yapmak için adım atma şansımız ortaya çıkar. Yani negatif kritik ile yaklaşıp hiçbir şeyi değiştirmeyeceğine; pozitif yaratıcılıkla yaklaşıp en azından şikayet ettiğin ortamın, o alçak enerjinin bir parçası olmamak önemli... Bütün bunları yazdıktan sonra, "Bardağın yarısıını dolu mu görmeli, yoksa boş mu?" sorusuna cevap, elbetteki dolu... İncir çekirdeğini doldurmayacak konularda hayatı kendilerine zehir edenler, kendileri ile ilişkilerini tekrar gözden geçirmeliler. Çok erken yaşlanmadan veya çok geç olmadan.. Benim felsefem "pozitif düşünce" değil, "açık düşünce". Şartlanmış, alışkanlık haline gelen negatif düşünce ve inanış şekilimizden sıyrılıp insanı geliştiren, paylaştıran düşünce ve kalp açıklığı.
Bizi rahatsız eden bir duruma sinirlenmekte sorun yok. Sorun olan, hem kendimize hem de çevremize zarar veren negatif tepkilerimiz
Elvan Demirkan
Kendini kandırmaya çalışmak marifet değil. Hayatı olduğu gibi görüp kabul etmek ve ona adapte olabilmek önemli.
Türkiye'de pozitif düşüncenin yanlış aktarıldığının ya da yanlış algılandığının farkındayım. Burada geçtiğimiz yaz bir televizyon programı çekimi sırasında, tanınmış bir televizyon sanatçısından aldığım tepkiyi yazmak istiyorum. Kürşat Başar'ın Kanaltürk'teki akşam yemeği programını çekiyorduk. Programda altı konuk vardı. Bu konuklar arasında benimle beraber Uzman diyetisyen Ender Saraç ve sanatçı Gülben Ergen de vardı. Yemekte konu doğal olarak stresle başa çıkabilme, pozitif düşünceye geldi. Ender Saraç'ın zaten bu konuya ilgisi malum, Gülben Ergen de gerçekten beni şaşırtan ve de memnun eden bir içtenlikle insanın kendini tanıması ile ilgili çok hoş bir konuşma yaptı. Ancak tiyatrocu/oyuncu hanım uzun bir sessizlikten sonra Kürşat Bey'e bu konu hakkında kendisinin ne düşündüğünü sordu ve birden bire atağa kalktı "Sizin bu yaptığınız boş konuşma. Bu dünyada açlık, sefalet, terör alıp yürümüşken etrafı huzur içinde, hiçbir problem yokmuş gibi görmek bana göre değil!" dedi... Ben de yanlış anlaşılmayı istemediğimden "Kitabımı okumaya fırsatı olanlar vermek istediğimin Pollyannacılık olmadığını anlayabilirler" dedim uygun bir dille. (Sonra seyrederken farkettim, bu ufak gerginlik anı programdan çıkartılmış) Çekim sonrası, ben kendisine televizyonda çok tutulan rolü için iltifat etmeyi seçerken, negatifliğini devam ettirmesi üzerine o ortamda bulunmaktan vazgeçip, bu gerginlikten haberi olmayan diğer konuklarla çabucak vedalaşıp kanaldan ayrıldım. Bugüne kadar benimle yapılan röportajlarda, benim yoga ögretmenliğimin "pozitif düşünce ve huzur yaymak" damgası olarak görülmesinden ben de rahatsız oluyorum. Çünkü çok kişi (televizyon sanatçısı hanım gibi) ön yargılı hareket ederek maalesef bu hatayı yapıyor. Benim böyle bir şeyi vaad etmem mümkün değil. (Vaad edenlerden de kaçın!) Ancak saçma olan pozitif düşünce değil, bizlerin kendimizi pozitif düşünmeye zorluyor olmamız. Türkiye'deki okur ve izleyicilerimden bugüne kadar binlerce mail aldım ve çoğunda benzer soruyu buldum... "Hayata karşı tavrımı değiştirmem gerektiğini biliyorum, ancak kendimi pozitif düşünmeye telkin edemiyorum..." Amaç, gerçekleri olduğundan farklı gösterip kendini olayları pozitif görmeye kandırmak değil. Hayatın gerçeklerini olduğu gibi görüp kabul etmek ve adapte olabilmeyi öğrenmek. Mevsim değişiyor, ağaçların yaprakları soluyor, dökülüyor, gökyüzü kapkara bulutlarla kaplanıyor, sonra her şey yine değişiyor.
Problem negatif tepkide
Hayatımıza şöyle bir dışarıdan bakarsak sürekli değişim ve iniş çıkışlarla dolu olduğunu görüyoruz ve biz ne kadar kontrol etmeye çalışsak da değişim kendiliğinden oluşuyor. Bu değişime karşı koyamayacağımızı kabul edip adapte olabilmek önemli. Stres faktörünü değiştirmemize imkan yok. Stresi yenmek diye de bir şey yok. Karşı koyup, savaş verdiğiniz anda yine kendinize baskı yapıyorsunuz, yine gerginleşiyorsunuz. Hem ruhsal hem fiziksel açıdan. Bunu kabul ettiğiniz anda bir kere problemlerin yüzde 50'si ortadan kalkıyor. Bizi rahatsız eden bir duruma karşı sinirlenmekte veya endişelenmekte bir sorun yok. Problem olan negatif düşüncemize gösterdiğimiz, hem kendimize hem de çevremize zarar veren tepkilerimiz. Ya da aldığımız tehditten daha yoğun tepki göstermemiz. Evet! Terör, doğal felaketler, dünyanın çok yerindeki açlık, maalesef bu dünyanın acı gerçekleri ama çoğumuzun duygusal açıdan kontrolden çıkmamızın sebebi değiller. Saldırganlığımızın, negatifligimizin ve de toleranssız oluşumuzun nedeni ön yargılarımız ve negatif iç diyaloğumuzla kendi kendimize yaptığımız baskıların sonucu. Çoğumuzun yüzde 80-90 düşünce içeriğinin negatif olduğunu biliyor muydunuz? Çoğu zaman daha elimizde geçerli bir sebep olmadan bile düşünce şeklimizle kendi kendimize stres yaratıyoruz. Önemli olan bunu farkedip kendimize zarar vermeyi engelleyecek çözumler bulmak. O zaman dünyanın stresine karşı da eleştirici bir yaklaşım içine girip enerjimizi düşüreceğimize, bir şeyler yapmak için adım atma şansımız ortaya çıkar. Yani negatif kritik ile yaklaşıp hiçbir şeyi değiştirmeyeceğine; pozitif yaratıcılıkla yaklaşıp en azından şikayet ettiğin ortamın, o alçak enerjinin bir parçası olmamak önemli... Bütün bunları yazdıktan sonra, "Bardağın yarısıını dolu mu görmeli, yoksa boş mu?" sorusuna cevap, elbetteki dolu... İncir çekirdeğini doldurmayacak konularda hayatı kendilerine zehir edenler, kendileri ile ilişkilerini tekrar gözden geçirmeliler. Çok erken yaşlanmadan veya çok geç olmadan.. Benim felsefem "pozitif düşünce" değil, "açık düşünce". Şartlanmış, alışkanlık haline gelen negatif düşünce ve inanış şekilimizden sıyrılıp insanı geliştiren, paylaştıran düşünce ve kalp açıklığı.
Bizi rahatsız eden bir duruma sinirlenmekte sorun yok. Sorun olan, hem kendimize hem de çevremize zarar veren negatif tepkilerimiz
Elvan Demirkan