Merhaba arkadaşlar Şu Hortumlu Dünyada Fil Yalnız Bir Hayvan'dır isimli kitabı okuyorum ve içindeki güzel bir yazı hoşuma gitti forumda arattım yok erinmeden buraya yazıyorum sizler de erinmeden okuyun.: )
Sadri Alışık öldü, Nubar Terziyan, Sami Hazinses, Turgut Özatay, Belgin Doruk öldü. Siyah-beyaz Türk filmleri vardı. Ayhan Işık içerde ders çalışırken mum ışığında onu okutmak için,gizlice dikiş diken bir annesi vardı. Araba çarpıp da kör oluveren Ediz Hun'un ameliyatını yapan doktorlar ne de babacandı. Ya o boğaza bakan tanıdık tepedeki çam ağacının altında el ele tutuşmalar. Kızlar aşkından verem olurdu o günlerde. Hepimiz Kemalettin Tuğcu romanlarından fırlamış iyi çocuklardık. Kayınbabamız Hulusi Kentmen gibi olsun hayal ederdik, yüzü asık altın kalpli! Adile Naşit hasta komşusuna çorba götürür, gözyaşlarını gizleyerek kahkalalar atardı. Turşu yüzünden küserlerdi Münir Özkul'la, ağzımızda bir elma dolusu gülümseme. Soğuk bir cuma sabahı bir elimizde beslenme çantamız, bir elimizde tereyağlı ekmek okula hazırlanırken aga marka lambalı radyodan "Halk Hikayeleri" diyen gür sese hayran, masalcıklar dinlerdik; efektör Korkmaz Çakar!..Belli belirsiz çıngırak sesinden anlardık yoğurtçunun geldiğini. Filiz Akın, Mithat Paşa Stadı önünde bir elinde Beşiktaş bayrağı, ekmek parasını kazanan genç kızdı. Laf aramızda ben Filiz Akın'a aşıktım, Nuri Safı da Türkan Şoray'a. İnsanlar ölmezdi o filmlerde. Bazen, o da bir saniye sürerdi.
Yollara tükürüyoruz şimdi. Sevdiğimizden ayrılıp Boğaz Köprüsü korkuluklarında kameramanlar bekliyoruz. O babacan doktorlar yok artık, hastanelerde rehin kalmış bebekler var. Çam ağacını da kesmişler yerinde gecekondular varmış diyorlar. Kayınbabalar artık güleryüzlü, ihaleler peşinde, Uğur Dündar'dan kaçıyorlar. "Yeter ki gel bana senede bir gün" derdi şarkılar, şimdi "Neremi, neremi" diyor sarı saçlı şarkıcı. Gençlik pop yoluna gidiyor. Veremle Savaş Derneğimiz var, kızlar aşkından aıds oluyor artık. Arabalar şöyle bir dokunup kör etmiyor, freni patlamış kamyonlar sokakta oynayan çocukları ezip, evlere giriyor. Döner bıçaklarıyla gidiyoruz maçlara, kapıda bıyıklı adamlar bayrak satıyor. Maçtan önce birlik beraberlik ruhuyla İstiklal Marşı okuyoruz, sonra hep beraber birbirimizin sülalesine küfrediyoruz. “Ben tarikatçıların oyununa geldim.” diyor, yatakta gizlice kameraya alınmış, Filiz Akın saçlı sarı kız, dudaklarımızda banka reklamlarındaki mutlu çiftlerin sahte gülümsemesi. Sabahları Sony Hi-Fi’den Cem Ceminay dinliyoruz. “Ayyyygazz dı dı dımm” diye inliyor kulaklarımız akşamın sekizinde. Ölümler artık yüzlerce yetmiş milyon saniye sürüyor, simsiyah bir kutunun sayesinde. İşin kötüsü kanıksadık tüm bunları galiba.
Artık sokakta yaşlıları karşıdan karşıya geçiren çocuklar yok, otobüslerde gazilere ait oturma yerleri de yok. İşin kötüsü artık gaziler de yok.
Tam bir hafta TRT’nin son haberlerinin sonunu dinledim “Kurtuluş Savaşı gazilerinden …. vefat etmiştir.” haberi var mı diye, hiç yoktu. Artık bu ülkede 29 Ekimlerde gururla önümüzden geçen o dürüst, vatansever, borsa, döviz kurları ve yolsuzluktan habersiz saygıdeğer insanlar da yok. Son defa “Kurtuluş Savaşı’nda kurtarmışlık bu ülkeyi, bir daha kurtarmamacasına.
Sadri Alışık öldü, Nubar Terziyan, Sami Hazinses, Turgut Özatay, Belgin Doruk öldü. Siyah-beyaz Türk filmleri vardı. Ayhan Işık içerde ders çalışırken mum ışığında onu okutmak için,gizlice dikiş diken bir annesi vardı. Araba çarpıp da kör oluveren Ediz Hun'un ameliyatını yapan doktorlar ne de babacandı. Ya o boğaza bakan tanıdık tepedeki çam ağacının altında el ele tutuşmalar. Kızlar aşkından verem olurdu o günlerde. Hepimiz Kemalettin Tuğcu romanlarından fırlamış iyi çocuklardık. Kayınbabamız Hulusi Kentmen gibi olsun hayal ederdik, yüzü asık altın kalpli! Adile Naşit hasta komşusuna çorba götürür, gözyaşlarını gizleyerek kahkalalar atardı. Turşu yüzünden küserlerdi Münir Özkul'la, ağzımızda bir elma dolusu gülümseme. Soğuk bir cuma sabahı bir elimizde beslenme çantamız, bir elimizde tereyağlı ekmek okula hazırlanırken aga marka lambalı radyodan "Halk Hikayeleri" diyen gür sese hayran, masalcıklar dinlerdik; efektör Korkmaz Çakar!..Belli belirsiz çıngırak sesinden anlardık yoğurtçunun geldiğini. Filiz Akın, Mithat Paşa Stadı önünde bir elinde Beşiktaş bayrağı, ekmek parasını kazanan genç kızdı. Laf aramızda ben Filiz Akın'a aşıktım, Nuri Safı da Türkan Şoray'a. İnsanlar ölmezdi o filmlerde. Bazen, o da bir saniye sürerdi.
Yollara tükürüyoruz şimdi. Sevdiğimizden ayrılıp Boğaz Köprüsü korkuluklarında kameramanlar bekliyoruz. O babacan doktorlar yok artık, hastanelerde rehin kalmış bebekler var. Çam ağacını da kesmişler yerinde gecekondular varmış diyorlar. Kayınbabalar artık güleryüzlü, ihaleler peşinde, Uğur Dündar'dan kaçıyorlar. "Yeter ki gel bana senede bir gün" derdi şarkılar, şimdi "Neremi, neremi" diyor sarı saçlı şarkıcı. Gençlik pop yoluna gidiyor. Veremle Savaş Derneğimiz var, kızlar aşkından aıds oluyor artık. Arabalar şöyle bir dokunup kör etmiyor, freni patlamış kamyonlar sokakta oynayan çocukları ezip, evlere giriyor. Döner bıçaklarıyla gidiyoruz maçlara, kapıda bıyıklı adamlar bayrak satıyor. Maçtan önce birlik beraberlik ruhuyla İstiklal Marşı okuyoruz, sonra hep beraber birbirimizin sülalesine küfrediyoruz. “Ben tarikatçıların oyununa geldim.” diyor, yatakta gizlice kameraya alınmış, Filiz Akın saçlı sarı kız, dudaklarımızda banka reklamlarındaki mutlu çiftlerin sahte gülümsemesi. Sabahları Sony Hi-Fi’den Cem Ceminay dinliyoruz. “Ayyyygazz dı dı dımm” diye inliyor kulaklarımız akşamın sekizinde. Ölümler artık yüzlerce yetmiş milyon saniye sürüyor, simsiyah bir kutunun sayesinde. İşin kötüsü kanıksadık tüm bunları galiba.
Artık sokakta yaşlıları karşıdan karşıya geçiren çocuklar yok, otobüslerde gazilere ait oturma yerleri de yok. İşin kötüsü artık gaziler de yok.
Tam bir hafta TRT’nin son haberlerinin sonunu dinledim “Kurtuluş Savaşı gazilerinden …. vefat etmiştir.” haberi var mı diye, hiç yoktu. Artık bu ülkede 29 Ekimlerde gururla önümüzden geçen o dürüst, vatansever, borsa, döviz kurları ve yolsuzluktan habersiz saygıdeğer insanlar da yok. Son defa “Kurtuluş Savaşı’nda kurtarmışlık bu ülkeyi, bir daha kurtarmamacasına.