S
senarist081
Steve Jobs ve Steve Wozniak, 1976 yılında gördüğünüz evin garajında Apple Inc’in temellerini atmış. Apple kurulduğu yıllarda şimdiki gibi elektroniğin birçok dalında hizmet veren bir kuruluş değilmiş. İki kafadar o yıllarda sadece kişisel mikrobilgisayar üretimi üzerinde yoğunlaşmış. O yıllarda da insaların gözünde bilgisayar; oda büyüklüğünde, aşırı sesli, radyasyon kaynağı bir araç. Haliyle insanların bilgisayarları kişisel kullanım için satın alacağını düşünmek gayet uçuk bir fikir o zamanlar fakat şu an kullandığımız çoğu şey zamanında “Eminim bu aleti kullanan olmaz.” denilmiş araçlar değil midir? Kabul ediyorum kişisel bilgisayar fikri o zaman şartlarında destek ayrılamayacak düzeyde ileri arge çalışması olarak görülebilir ama bir fikri bir ürünü başkalarından önce düşünmek ve doğru zamanda uygun bir fiyatta satarak hayata geçirmek neler kazandırır sizce?
5 büyük ülkede 200′ü geçkin seçkin apple store mağazası.
Dünya’nın en iyi online müzik mağazasına sahip olmak(itunes store). Müzikleri albümden ziyade parça parça satarak fiyatları aşağı çekmek, korsan müziği azaltmak ve medyanın, üretici kesimin sevgisini ve sempatisini kazanmak.
18,000′den fazla zehir gibi eleman + steve jobs (berbat bir girişimi bile devrim tadında anlatabilen pazarlama dehası) [bkz: irack]
Iphone, ipod, mac os x gibi işlevsel olarak pek de mükemmel olmayan fakat kullanımı kolay, şık tasarımlı ve altını çiziyorum mükemmel pazarlama stratejileri içeren ürünlerin mimarı olmak hatta bu ürünleri milyonlarca kişinin kullanması, kullanmayanların da ağızlarının suları akarak seyretmesi.
Tabii ki milyar dolarlar…
Bunların hepsi küçücük bir sermayeyle başladı. Steve Jobs Volkswogen’ini, Steve Wozniak ise hesap makinesini(o zaman 15 milyona satılmıyormuş tabii ki) satmış. Belki de ellerindeki en değerli eşyaları, uçuk sayılabilecek bir fikir üzerinde yatırmışlar. Ne kadar cesurca değil mi? Risk alma teriminin anlam bulduğu ender örneklerden biri… (Boş kağıt verip “BUDUR!” demekle yürümüyor işler.)
Peki Türkiye’de işler nasıl?
Türk insanı zeki, çevik ve ahlaklı değildir. [bkz: dava arayan blogcu] Para için annesini kesecek, 80 yaşındaki babasını çalıştıracak, çocuk pornosu çekecek insanlarla aynı oksijeni yakıyoruz. Hepimiz böyle değiliz ama Cmylmz’nin değişiyle: “Hepimizi toplayınca böyle bir tablo ortaya çıkıyor.”
Türkiye’deki çoğu insan çalışmadan, üretmeden büyük paralar kazanma ve bu kazacı garantiye alma peşindedir. Yakın bir dosttan alıntı: “Dayayacaksın götünü devlete, oh!” Facebook argosundaki gibi: “Bu cümleyi içinden gelerek söyleyen milyonlarca insan bulabilirim.”
Türk insanı risk almasını bilmez. Dikkatinizi çekiyorum risk alamaz demiyorum, risk almasını bilmez diyorum. Örneğin: Elimizde sadece bir internet uygulaması yazdıracak kadar para var ve bu bizim son şansımız. Ya batmaktan kurtuluruz ya da daha da dibe batarız diyelim. Bu parayla zaten zilyonlarca tane bulunan warez paylaşım portallarından bir tane daha yazdırırsak, sonuca şaşmalıyız. Risk doğru zamanda, doğru yerde alınmalıdır!
Türk insanı girişimcilik, innovasyon ve reklam kavramlarına yabancıdır. Özellikle inovasyon kavramı ülkemizde çok yanlış anlaşılmıştır. Bakın pastadan pay almak genellikle çok zordur fakat kendimiz bir pasta oluşturursak büyük bir kısmı bizim olacaktır. İnovasyon işte bu pastayı yaratmaktır. Yani diyeceğim o ki “facebook” yerine “yüzleşmekitabı” yazıp yerelleştirme yaptığını, yeni değerler oluşturduğunu sanan zihniyetin bir an önce çeviri sektörüne yönelmesi gerekiyor.
İsraf ediyoruz !! Okullarımızın garajındaki kullanılmayan eski bilgisayarlar, çöpe giden boş kağıtlar hepsi aleyhimize işliyor. Bilmiyorum uzun süredir yaşamını sürdüren büyük şirketlerin nasıl kurulduklarını okudunuz mu? Hepsi öz kaynaklarıyla, maksimum tasarrufla bir yerlere gelmiştir. Örneğin Google’ın veri merkezindeki bazı bilgisayarlar sizin kullandığınız masaüstü bilgisayarlarla aynı özelliktedir. (Harddiskleri daha büyük tabii ki)
İnternetimiz yavaş! Aslında bu geçerli bir gerekçe değil. Tamam video, ses ağırlıklı bir şeyler yapamazsın ama yazı ve resim ağırlıklı projeler bu telekom altyapısıyla bile yapılabilir diyorum. Önemli olan optimizasyonları doğru bir şekilde yapmak. Hatta bir aralar Serkan’la Rusların ne kadar azimli olduğundan evlerini server odasına dönüştürdüğünden bahsediyorduk. Rusya da mükemmel şartları olan bir ülke değil, bizden iyidir o ayrı ama demek ki azmedince oluyormuş.
Garajımız yok. Aslında rusların linki bu sorumuza da cevap veriyor. Bakınsanıza duvar kağıdı bile gözüküyor resimlerde. geldik.biz de yayla gibi garaj’ımız olmasına rağmen benim küçücük odamda kalıyor şu an. Birde şöyle düşünmekte fayda var: Mesela denmiş ki “Türkiye’nin ev yapısı buna uygun değil.” Tamam da Amerika’lıların Avrupa’lıların hepsi garajlı dubleks evlerde yaşamıyor ki. “Alamancı” tanıdıklarınız varsa sorunuz efendim, size oraların şartlarını anlatacaklardır. Hatta “Senin ev dediğin yere onlar saray der.” diye bir özdeyişimiz bile vardır. [bkz: rambo] O zaman garaj da önemli değil, önemli olan kararlı olmak ve birşeyler için savaşmak.
Sonuç: Hiçbirimiz uzaydan gelmedik. Damarlarımızdaki kan, asil olduğundan mavi renkte de değil. Kendimizi pohpohlayarak oyalamayalım. Kolay yoldan, çalışmadan, dişlerimizi gıcırdatmadan sadece yaşamak için yaşamak, kısa vadeli başarılar sağlar. Gerçekten başarılı olmak sadece çok çalışmakla ve yararlı şeyler üretmekle olur.
5 büyük ülkede 200′ü geçkin seçkin apple store mağazası.
Dünya’nın en iyi online müzik mağazasına sahip olmak(itunes store). Müzikleri albümden ziyade parça parça satarak fiyatları aşağı çekmek, korsan müziği azaltmak ve medyanın, üretici kesimin sevgisini ve sempatisini kazanmak.
18,000′den fazla zehir gibi eleman + steve jobs (berbat bir girişimi bile devrim tadında anlatabilen pazarlama dehası) [bkz: irack]
Iphone, ipod, mac os x gibi işlevsel olarak pek de mükemmel olmayan fakat kullanımı kolay, şık tasarımlı ve altını çiziyorum mükemmel pazarlama stratejileri içeren ürünlerin mimarı olmak hatta bu ürünleri milyonlarca kişinin kullanması, kullanmayanların da ağızlarının suları akarak seyretmesi.
Tabii ki milyar dolarlar…
Bunların hepsi küçücük bir sermayeyle başladı. Steve Jobs Volkswogen’ini, Steve Wozniak ise hesap makinesini(o zaman 15 milyona satılmıyormuş tabii ki) satmış. Belki de ellerindeki en değerli eşyaları, uçuk sayılabilecek bir fikir üzerinde yatırmışlar. Ne kadar cesurca değil mi? Risk alma teriminin anlam bulduğu ender örneklerden biri… (Boş kağıt verip “BUDUR!” demekle yürümüyor işler.)
Peki Türkiye’de işler nasıl?
Türk insanı zeki, çevik ve ahlaklı değildir. [bkz: dava arayan blogcu] Para için annesini kesecek, 80 yaşındaki babasını çalıştıracak, çocuk pornosu çekecek insanlarla aynı oksijeni yakıyoruz. Hepimiz böyle değiliz ama Cmylmz’nin değişiyle: “Hepimizi toplayınca böyle bir tablo ortaya çıkıyor.”
Türkiye’deki çoğu insan çalışmadan, üretmeden büyük paralar kazanma ve bu kazacı garantiye alma peşindedir. Yakın bir dosttan alıntı: “Dayayacaksın götünü devlete, oh!” Facebook argosundaki gibi: “Bu cümleyi içinden gelerek söyleyen milyonlarca insan bulabilirim.”
Türk insanı risk almasını bilmez. Dikkatinizi çekiyorum risk alamaz demiyorum, risk almasını bilmez diyorum. Örneğin: Elimizde sadece bir internet uygulaması yazdıracak kadar para var ve bu bizim son şansımız. Ya batmaktan kurtuluruz ya da daha da dibe batarız diyelim. Bu parayla zaten zilyonlarca tane bulunan warez paylaşım portallarından bir tane daha yazdırırsak, sonuca şaşmalıyız. Risk doğru zamanda, doğru yerde alınmalıdır!
Türk insanı girişimcilik, innovasyon ve reklam kavramlarına yabancıdır. Özellikle inovasyon kavramı ülkemizde çok yanlış anlaşılmıştır. Bakın pastadan pay almak genellikle çok zordur fakat kendimiz bir pasta oluşturursak büyük bir kısmı bizim olacaktır. İnovasyon işte bu pastayı yaratmaktır. Yani diyeceğim o ki “facebook” yerine “yüzleşmekitabı” yazıp yerelleştirme yaptığını, yeni değerler oluşturduğunu sanan zihniyetin bir an önce çeviri sektörüne yönelmesi gerekiyor.
İsraf ediyoruz !! Okullarımızın garajındaki kullanılmayan eski bilgisayarlar, çöpe giden boş kağıtlar hepsi aleyhimize işliyor. Bilmiyorum uzun süredir yaşamını sürdüren büyük şirketlerin nasıl kurulduklarını okudunuz mu? Hepsi öz kaynaklarıyla, maksimum tasarrufla bir yerlere gelmiştir. Örneğin Google’ın veri merkezindeki bazı bilgisayarlar sizin kullandığınız masaüstü bilgisayarlarla aynı özelliktedir. (Harddiskleri daha büyük tabii ki)
İnternetimiz yavaş! Aslında bu geçerli bir gerekçe değil. Tamam video, ses ağırlıklı bir şeyler yapamazsın ama yazı ve resim ağırlıklı projeler bu telekom altyapısıyla bile yapılabilir diyorum. Önemli olan optimizasyonları doğru bir şekilde yapmak. Hatta bir aralar Serkan’la Rusların ne kadar azimli olduğundan evlerini server odasına dönüştürdüğünden bahsediyorduk. Rusya da mükemmel şartları olan bir ülke değil, bizden iyidir o ayrı ama demek ki azmedince oluyormuş.
Garajımız yok. Aslında rusların linki bu sorumuza da cevap veriyor. Bakınsanıza duvar kağıdı bile gözüküyor resimlerde. geldik.biz de yayla gibi garaj’ımız olmasına rağmen benim küçücük odamda kalıyor şu an. Birde şöyle düşünmekte fayda var: Mesela denmiş ki “Türkiye’nin ev yapısı buna uygun değil.” Tamam da Amerika’lıların Avrupa’lıların hepsi garajlı dubleks evlerde yaşamıyor ki. “Alamancı” tanıdıklarınız varsa sorunuz efendim, size oraların şartlarını anlatacaklardır. Hatta “Senin ev dediğin yere onlar saray der.” diye bir özdeyişimiz bile vardır. [bkz: rambo] O zaman garaj da önemli değil, önemli olan kararlı olmak ve birşeyler için savaşmak.
Sonuç: Hiçbirimiz uzaydan gelmedik. Damarlarımızdaki kan, asil olduğundan mavi renkte de değil. Kendimizi pohpohlayarak oyalamayalım. Kolay yoldan, çalışmadan, dişlerimizi gıcırdatmadan sadece yaşamak için yaşamak, kısa vadeli başarılar sağlar. Gerçekten başarılı olmak sadece çok çalışmakla ve yararlı şeyler üretmekle olur.
Kaynak : Geldik Biz