K
kevser gür
Kullanıcı
Mevlana bir hikâyesinde sağır bir adamdan söz ediyor. Bu hikâyedeki adam sağır ve saf olduğu için, komşunun söylediklerini yanlış anlayarak yanlış cevaplar veriyor ve komşusuna iyilik yapayım derken, ona sıkıntı veriyor.
Hababam Sınıfı filminde anlatılan bildiğimiz bir hikâye vardır: Sınıfa müfettiş gelecektir ve çocuklar konuya göre sorulacak soruları tahmin edip sırası ile cevapları ezberlerler. Ama müfettiş soruları farklı sıra ile sorunca, verilen cevaplardan çok komik bir durum ortaya çıkar. Filmin kahramanı Şaban’ın o komik cevaplarını, ülkemizde bilmeyen yoktur.
Mesnevide de bunu hatırlatan bir hikâye var, ben çok beğendim. Tekrar da olsa anlatmak istiyorum. Mesnevi’de başka maksatla anlatılmış, ama bana manevi sağırları, yani empati yoksunlarını hatırlattı. Dinlemesini bilmeyen, karşıdakinin ne söylediği ile hiç ilgilenmeyip sadece kendisi konuşan, öyle çok insan tanıyorum ki. Herkesin çevresinde sadece kendi konuşan, karşısındakini dinlemeyen ve anlamayan, empati denen şeyden hiç haberi olmayan, sadece kendi ihtiyacı olduğunda birilerini arayan bir çok insan vardır. Bu insanlar manevi sağırlardır; ne kadar bencil ve sıkıcıdırlar.
Biz de kendimize şöyle bir bakıp “Yoksa ben de manevi sağırlardan mıyım? ” diye kendimiz için bir farkındalık yaratsak mı? Ne dersiniz? Böyle bir huyumuz varsa, kendi kişisel gelişimimizde sınıfta kalmışız demektir. Bu durumda kendi üzerimizde gerekli çalışmalara başlama zamanı çoktan gelmiş de geçiyordur; daha fazla gecikilmemelidir. Bu konuda Mevlana’nın hikâyesini dinleyelim:
Bir Sağırın Hasta Ziyareti:
“ Sağır bir adam genç bir komşusunun çok hasta olduğunu öğrenir. Adamağız, “Bu sağır kulakla onu nasıl duyarım? Ayrıca hastalar daha da zayıf sesle konuşur; ama komşu hastaysa ziyarete gitmek de gerekir. Gerçi konuşurken dudağından ne dediğini de anlamaya çalışırım” diye düşünür. Kafasında aralarında geçebilecek konuşmaları tahmin ve kıyas yoluyla şöyle kurgular:
—Komşum nasılsın?
—İyiyim.
—Şükürler olsun. İlaç olarak ne içtin?
—Şerbet (veya mercimek çorbası) içtim.
—Yiyip içtiğin sıhhat ve afiyet olsun. Hangi hekime tedavi oluyorsun.
—Filancaya
—İyi, onun ayağı uğurludur, mademki o geliyor, senin işlerin yolunda gidecektir. Biz onun ayağının uğurunu tecrübe ettik; her nereye giderse murat gerçekleşir.
Adam bu cevapların doğruluğuna inanarak hastayı ziyarete gitti. Aralarında şöyle bir konuşma geçti:
—Nasılsın?
—Ölüm halindeyim.
—Elhamdülillah!
—Ne yedin?
—Zehir.
—Afiyet olsun.
—Tedavi için hangi hekim geliyor?
—Azrail.
—Onun ayağı çok uğurludur, ondan memnun olursun.
Adam hasta ziyareti yapmanın mutluluğu içinde evine döndü. Hasta genç ise, adamın kendisinin can düşmanı olduğunu düşünüp, ona gerekli cevabı verememenin kızgınlığı içinde kıvrandı. Hastaydı, daha da hasta oldu.”
Birçok kez bu kadar olmasa da, buna yakın nice konuşmalarımız olmuştur. İnsanlar arasındaki iletişimde sık görülen bir durumdur ki; “Birisi Hanya’dan söz ederken öbürü Konya’dan söz eder”.
Hababam Sınıfı filminde anlatılan bildiğimiz bir hikâye vardır: Sınıfa müfettiş gelecektir ve çocuklar konuya göre sorulacak soruları tahmin edip sırası ile cevapları ezberlerler. Ama müfettiş soruları farklı sıra ile sorunca, verilen cevaplardan çok komik bir durum ortaya çıkar. Filmin kahramanı Şaban’ın o komik cevaplarını, ülkemizde bilmeyen yoktur.
Mesnevide de bunu hatırlatan bir hikâye var, ben çok beğendim. Tekrar da olsa anlatmak istiyorum. Mesnevi’de başka maksatla anlatılmış, ama bana manevi sağırları, yani empati yoksunlarını hatırlattı. Dinlemesini bilmeyen, karşıdakinin ne söylediği ile hiç ilgilenmeyip sadece kendisi konuşan, öyle çok insan tanıyorum ki. Herkesin çevresinde sadece kendi konuşan, karşısındakini dinlemeyen ve anlamayan, empati denen şeyden hiç haberi olmayan, sadece kendi ihtiyacı olduğunda birilerini arayan bir çok insan vardır. Bu insanlar manevi sağırlardır; ne kadar bencil ve sıkıcıdırlar.
Biz de kendimize şöyle bir bakıp “Yoksa ben de manevi sağırlardan mıyım? ” diye kendimiz için bir farkındalık yaratsak mı? Ne dersiniz? Böyle bir huyumuz varsa, kendi kişisel gelişimimizde sınıfta kalmışız demektir. Bu durumda kendi üzerimizde gerekli çalışmalara başlama zamanı çoktan gelmiş de geçiyordur; daha fazla gecikilmemelidir. Bu konuda Mevlana’nın hikâyesini dinleyelim:
Bir Sağırın Hasta Ziyareti:
“ Sağır bir adam genç bir komşusunun çok hasta olduğunu öğrenir. Adamağız, “Bu sağır kulakla onu nasıl duyarım? Ayrıca hastalar daha da zayıf sesle konuşur; ama komşu hastaysa ziyarete gitmek de gerekir. Gerçi konuşurken dudağından ne dediğini de anlamaya çalışırım” diye düşünür. Kafasında aralarında geçebilecek konuşmaları tahmin ve kıyas yoluyla şöyle kurgular:
—Komşum nasılsın?
—İyiyim.
—Şükürler olsun. İlaç olarak ne içtin?
—Şerbet (veya mercimek çorbası) içtim.
—Yiyip içtiğin sıhhat ve afiyet olsun. Hangi hekime tedavi oluyorsun.
—Filancaya
—İyi, onun ayağı uğurludur, mademki o geliyor, senin işlerin yolunda gidecektir. Biz onun ayağının uğurunu tecrübe ettik; her nereye giderse murat gerçekleşir.
Adam bu cevapların doğruluğuna inanarak hastayı ziyarete gitti. Aralarında şöyle bir konuşma geçti:
—Nasılsın?
—Ölüm halindeyim.
—Elhamdülillah!
—Ne yedin?
—Zehir.
—Afiyet olsun.
—Tedavi için hangi hekim geliyor?
—Azrail.
—Onun ayağı çok uğurludur, ondan memnun olursun.
Adam hasta ziyareti yapmanın mutluluğu içinde evine döndü. Hasta genç ise, adamın kendisinin can düşmanı olduğunu düşünüp, ona gerekli cevabı verememenin kızgınlığı içinde kıvrandı. Hastaydı, daha da hasta oldu.”
Birçok kez bu kadar olmasa da, buna yakın nice konuşmalarımız olmuştur. İnsanlar arasındaki iletişimde sık görülen bir durumdur ki; “Birisi Hanya’dan söz ederken öbürü Konya’dan söz eder”.