Kişisel Gelişim ve Sağlıklı Yaşam... Ama Nasıl?

  • Konbuyu başlatan yasinyarar
  • Başlangıç tarihi

Konu hakkında bilgilendirme

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Kişisel Gelişim Yazıları kategorisinde yasinyarar tarafından oluşturulan Kişisel Gelişim ve Sağlıklı Yaşam... Ama Nasıl? başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 2,236 kez görüntülenmiş, 0 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Kişisel Gelişim Yazıları
Konu Başlığı Kişisel Gelişim ve Sağlıklı Yaşam... Ama Nasıl?
Konbuyu başlatan yasinyarar
Başlangıç tarihi
Cevaplar
Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan yasinyarar
Y

yasinyarar

Kullanıcı
6 Haz 2008
En iyi cevaplar
0
0
Kişisel Gelişim ve Sağlıklı Yaşam... Ama Nasıl?


Sanayileşme ve kentleşmeyle birlikte doğadan olduğu kadar, kendi doğasından da giderek uzaklaşan insan, bu durumun yarattığı gerilimlerle baş etmenin yollarını arıyor. Bunun yanı sıra hava, su, toprak, besinlerdeki kirlilikle birlikte, her türlü ilişkide yaşanan sorunlar da sağlıklı yaşam ve kişisel gelişim konularında insanları yeni arayışlara yöneltiyor.

Bu arayışların sonucunda, Türkiye’de özellikle son yıllarda, ruh, beden ve zihin sağlığının bir bütün olarak düşünülüp uygulandığı Yoga, Tai Chi, Chi Gong, Reiki gibi doğu öğretilerine ilgi her geçen gün artıyor. Bu öğretilerin tümü de bütüncül (holistik) bir bakış açısından yola çıkıyor: Hepimiz bir bütünün parçalarıyız ve bütünde meydana gelebilecek en küçük bir değişiklik bütün yapıyı etkiler; bizler de ruhumuz, bedenimiz ve zihnimizle bir bütünüz ve sağlıklı bir yaşama giden yolda adımlarımızı, bu bütünü göz önünde bulundurarak atmalıyız.

Türkiye’de doğu öğretilerine ilginin başlangıcı 1970’li yıllara dayanıyor. İlhan Güngören’in sahibi olduğu Yol Yayınları’ndan çıkan kitaplar, bugün bu konuda uzman pek çok kişiyi doğu öğretileriyle ilk tanıştıran araçlardan biri. 70’li yıllar, Türkiye’de özellikle öğrenci ve işçi kesiminde ideolojik arayışların, sorgulamaların ve çatışmaların da yaşandığı dönem aynı zamanda. O yıllarda özellikle İstanbul ve Ankara’da çok küçük bir kesim, elçiliklerde ya da liselerde görev yapan pek çok yabancı öğretmen ya da çalışanın verdiği kurslarda yoga ile tanışıyor. 70’li yılların sonlarına doğru Türkiye’nin ilk yoga öğretmenlerinden Müheyya İzer, Bodrum’daki tatilcilere yoga dersleri veriyor. O yıllarda henüz öğrenci olan yogi Lütfi Bozkurt kendi kişisel gelişim serüvenini şöyle aktarıyor:

“15-16 yaşındaydım... Ergenlik zordur bilirsiniz. Maddi dünyayı merak ediyordum ama kafamda sorular vardı: Maddiyatı elde etsek de varoluşu ne kadar gerçekleştirebiliriz, ne kadar mutlu oluruz, diye soruyordum kendime sürekli. Ve kaçınılmaz bir araştırma güdüsüyle, psikolojiyle ilgili kitaplar okumaya başladım. İlk bilgilerim, kitaplarında Taoculuk gibi doğu öğretilerini alıntılayan Erich Fromm’dandı. Ben de bu öğretileri merak ederek bu yola yöneldim.”

Sosyolog ve NLP uzmanı Dr. Şule Aytaç’ın ilgisi ise İngiltere’de kişisel gelişim seminerine katılan bir arkadaşındaki inanılmaz değişimi gördükten sonra başlamış. Dr. Aytaç, aynı seminere katıldıktan sonra kişisel gelişim yolunda daha bilinçli adımlar atmaya başlamış.

Dr. Şule Aytaç bu öğretilere ilgiyi sosyolojik açıdan değerlendiriyor: “Biz sanatta olduğu gibi bir çok şeyi batı kanalıyla keşfederiz. Kişisel gelişimde bütüncül yaklaşımları da, modernleşmenin bir parçası olarak aldık. Batının özelliği kavramlara biçim vermesidir. Bu bir tür ambalaj ve paketleme yeteneği. Anadolu insanı bir sıkıntısı olduğunda hocaya gider, okuyup üfletir. Hasta iyileşir ama siz ne olduğunu anlayamazsınız. Batı buna NLP dedi, Reiki dedi, enerji dedi. Kuralları ortaya çıkarıp bilgiyi sistematikleştirdi. Ve böylece etkinliğini kanıtladı. Biz de sanatı, kültürü keşfettiğimiz gibi doğu öğretilerini de batının paketlediği şekliyle aldık.”

Aytaç’a göre, sosyalizmin çöküşünün yarattığı boşluğun yerini New Age (Yeni Çağ) adı verilen bu öğretiler aldı ve insanlara mutlu olmak için yeni bir yol sundu: “Dünyayı değiştirmek için önce kendini değiştir... NLP’yi bir ölçüde bunların dışında tutmak gerekir. Çünkü NLP ‘nasıl’sorusuna cevap veren bir teknoloji ve metodoloji. Kendi beyninizi kullanarak hayatınızdan benzersiz sonuçlar elde etmek mümkün, diyen ve bunun yöntemini öğreten bir öğreti.”

Tai Chi uzmanı Süha Ertekin ise üniversitede sosyalizm yanlısı bir öğrenciyken doğu öğretileriyle ilgilenmeye başlamış. Sonra da sosyalizm ile doğu öğretilerinin birbiriyle çelişmediğini fark etmiş: “Sosyalizm de insanın iyi, hümanist yanını ortaya çıkardığı bir olgudur. Karl Marx’ın ‘Hayatınızı sadeleştirmeye bakın. Ne kadar sadeleştirirseniz, o kadar görkemli bir yaşama sahip olursunuz’ sözlerinin doğulu bilgelerin söylemlerinden hiçbir farkı yok.”

Reiki uzmanı Muhsin Doğrular, herkesin kendi iç yolculuğunda lisanının ve kültürünün belirleyici olduğu bir gerçeği olduğunu vurguluyor ve Türkiye’deki yeni arayışın nedenlerini sorgularken tarihsel süreçte yaşananlardan yola çıkıyor:

“İster Doğu’da, ister Anadolu topraklarında olsun kişisel gelişim ve sağlıklı yaşam konusundaki bütüncül öğretilerin hepsinde, bir farkındalık arayışı var. Tarihsel olarak geriye gittiğinizde çok uzun bir döngü ile karşılaşıyorsunuz. Orta Asya’dan gelen şamanik öğretiler, Anadolu’dan, İslamiyet’ten gelen öğretiler var. Fakat bütün bu öğretilerle ilgili gelişmeler, 18. yüzyıl sonları ve 19. yüzyıl başlarında değişmeye başlıyor. Daha önceleri bu öğretilerin kuşaktan kuşağa aktarımı, usta-çırak ilişkisiyle ve icazet alarak yürütülüyormuş. İcazet sistemi 19. yüzyılda ayağa düşmüş, parayla alınır hale gelmiş ve bozulma başlamış. Tekke ve zaviyelerin cumhuriyetle birlikte kapatılması, bu başı bozukluğa “dur” demiş ama aynı zamanda da büyük bir boşluk doğmuş. Bu boşluk uzun bir süre doldurulamamış. Sonra ilk kez ruhani akımlar ortaya çıkmış. Bizlerden önce Ruh ve Madde spiritüel bir akım olarak gelmiş. Onu new age ve flower akımları izlemiş.”

Muhsin Doğrular, Türkiye’ye kıyasla, dünyada daha erken bir farkına varışın söz konusu olduğunu söylüyor. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra doğu-batıyla içiçe girince insanların bu öğretilerin farkına vardığını ve böylece Doğu’nun Batı’yı yeniden keşfettiğini anlatıyor.Bu dalganın uzantıları yıllar sonra bize vurmaya başlıyor.

Yaşam bilimleri araştırmacısı Hakan Onum ise bu arayışlara yönelme sürecinin, Türkiye’deki sosyo-ekonomik gelişmelerden bağımsız düşünülemeyeceği görüşünde: “Sürekli bir kemer sıkma politikasıyla karşı karşıyayız. Ben kendimi bildim bileli Türkiye krizde. Bu krizlerin sonucu yaşanan belirsizlikler, insanları, para etrafında dönen düşüncelerin fani olduğunun, buna karşılık kişisel gelişimiyle mutluluğu yakalayabileceğinin farkına vardırdı. Bazıları, bu süreçte kendilerine yöneldi ve değişikliğe, kendi kişisel gelişimlerinden başlamaya karar verdi.”

Türkiye’de yaşananların dünyada yaşananların bir parçası olduğunu söyleyen Hakan Onum’a göre, bu bilinç değişimi, 19. yüzyıl mekanistik dünya görüşünden organizmatik (canlıcı) görüşe doğru yönelişin bir yansıması.

Doğadan kopuşun getirdiği yabancılaşma da, kişisel gelişim konusunda bütüncül yaklaşımlara yönelişin bir başka nedeni olarak gösteriliyor. Süha Ertekin, insanın kapitalizm gibi kaba bir sistem içinde doğanın parçası olduğunu unuttuğunu söylüyor: “Nesne bağlantılı bir mutluluk düşüncesinin olduğuna dair sürekli bir bombardıman içindeyiz. Bununla kodlanıp, yetiştiriliyoruz; çocuklar yarışa giriyor, biz de o yarışa ister istemez kapılıyoruz. Oysa, doğada paylaşım vardır. Bu bilgi, yani paylaşınca mutlu olma duygusu aslında bizim içimizde var. Kapitalizm, insanın elinden bunu alıyor. Doğadan kopuşla birlikte elimizden alınan mutluluklar ve bununla birlikte bir sahip olma yarışı içinde yaşanan mutsuzluklar... Sonunda içinizdeki ses sizi alternatifi aramaya itiyor ve doğanın parçası olduğunuzun yeniden farkına varabilmek için arayışa giriyorsunuz.”

Eksikliğin farkına varmak...

Lütfü Bozkurt, bugün yoga dersine gelenlerin büyük kısmının maddi sorunlarını halletmiş insanlar olduğuna dikkat çekiyor: “Bize okullarda kişisel gelişimle ilgili hiçbir şey öğretmiyorlar. ‘Oğlum mühendis ol’ deniyor ama, ‘kendini geliştir, gerçekleştir’ denmiyor. Belli bir geçim genişliğinden sonra insan kaçınılmaz bir biçimde kendi ruhsal serüveniyle ilgilenmeye başlıyor. ‘Evim, arabam, maddi olarak tüm isteklerim gerçekleşti ama, hala eksik ve yanlış bir şeyler var’ sorusuyla arayışa yöneliyorlar ve ‘Dışarıda bana atfedilen şeyleri elde ettiğim halde hala neden hoşnutsuzluk duyuyorum’ diyorlar. Bu da onları arayışa itiyor.”

Lütfü Bozkurt, yoga öğrenmek isteyenlerin öncelikle, hoşnutsuzluk duygusunun bedene ve zihne bir yansıması olan gerginliği gidermek için derslere geldiklerini anlatıyor. Bozkurt’a göre, derslere katılanlar, içsel süreçteki sorularının ve kişisel gelişimde atması gereken adımların farkına sonradan varıyor.

Gelir seviyesi orta ve ortanın üstünde olan insanların kişisel gelişim ve sağlıklı yaşamda bütüncül yaklaşımlara yönelişi konusunda, Dr. Şule Aytaç farklı bir yaklaşım getiriyor: “Ekmek peşinde olan insan ‘ruhumu nasıl beslerim’ diye sormaz. Bu belli bir kültür gerektirir; okuyacak, izleyecek... Bunu da ancak maddi olanakları ölçüsünde sağlayabiliyor insanlar. Para, insanların hayata katılımını sağlayan araç aynı zamanda. Moda da bunun içinde. Bakın arkadaşlarınıza, genel olarak bir üst veya bir alt sosyal tabakadan insanlardır. Bu nedenle belli bir gelir grubunda yayılıyor bu öğretiler. Yoksul kesim genellikle de dindardır ve onların cevapları zaten vardır. Hadis okur, sureden örnek verir, böyle çözmeye çalışır sorununu.”

Gelir düzeyi ve kişisel gelişim arasında bir bağ bulunmadığını söyleyen Muhsin Doğrular ise, “Benim tezgah açtığım yer müşterimi belirler” diyor.

Kişisel gelişim ve ticaret

Bütün bu arayışların sonucunda yeniden keşfedilmeye başlanan binlerce yıllık öğretiler farklı biçimlerde, farklı yöntemlerle sunuluyor. Bu konudaki arayışlar yoğunlaştıkça eğitim veren yerlerin sayısı da giderek artıyor. Ancak, bu gelişmeler insanların arayışlarına cevap verebilmesinin yanı sıra bazı suistimalleri de beraberinde getiriyor. Hakan Onum, bu eğilimlerin bir yaşam biçimine dönüşebileceği gibi, ticarete de dökülebileceğine dikkat çekiyor: “Bazılarımız bu öğretileri benimsiyoruz, yaşıyoruz ve ardından da deneyimlerimizi paylaşmak üzere yola çıkıyoruz. Ancak, kimse kandırılmak, kendi dünyasına sokamadığı bir süreç yaşamak istemiyor. Bazıları da emek ve zaman harcamadan hemen para kazanma yoluna gidiyor. Bu öğretilerle 3-5 yıldır ilgilenenler meditasyon salonu açıyorlar. Açılan salonlar denetimsiz. ”

Hakan Onum, sağlıklı bir gelişim için, insanların kendi yaşamları için uygun bir öğretiyi seçerek, buna uzun bir zaman ve emek harcamaları gerektiğini vurguluyor ve “Şekil ve kılıf peşinde olanlar öğretilerin ruhunu yakalayamazlar” diyor.

Muhsin Doğrular ise, kişisel gelişim konusunda bazen merak, bazen de tesadüflerle ortaya çıkan öğrenme ve bilgi edinme talebinin, arzı doğurduğunu söylüyor. Ancak, çok kısa sürede artan ilginin bu işin ticaretini yapan yeni bir arz grubu oluşturduğuna dikkat çekiyor. Bugün Türkiye’de, söz konusu öğretiler konusunda en çok ilgiyi -dünyada da olduğu gibi- yoga ve meditasyon görüyor. Türkiye’de henüz bu konuda yapılmış bir araştırma yok ancak, ABD’de düzenli yoga çalışanların sayısının 15 milyona yükseldiği belirtiliyor. Son yıllarda ise en yoğun ilgi gören öğretilerden biri Reiki. İşte, yolda, arkadaş toplantılarında sıkıntısı olanlara reiki (evrensel enerji) verenlerin sayısı gün geçtikçe artıyor. Reiki uzmanı Muhsin Doğrular, dünya genelinde Reiki yapanlarda kadın/erkek oranının 2/3 ya da yüzde 50 olduğunu, Türkiye’de ise kadınların erkeklere göre 1/5 ve 1/3 oranında Reiki’ye daha çok ilgi duyduklarını belirtiyor. Muhsin Doğrular’a göre bunun nedeni; erkeklerin ilgisizliğinden çok, kadınların toplumda yaygın olan inanç sistemi içinde özgürlüklerinin kısıtlandığını hissederek bu arayışa yönelmeleri.

Reiki’nin bu denli yayılmasının en önemli nedenlerinden biri de, herkese evrende varolan enerjiyle hem kendini, hem de çevresindekileri iyi edebilmesinin yolunu açması. 2002 yılında yapılan bir araştırmaya göre, Türkiye’de 3 bin 200 Reiki uzmanı bulunuyor. Ancak, bu kişilerden kaçının Reiki’yi gerçek anlamda uyguladığının sorgulanması gerektiğini söyleyen Süha Ertekin, “Türkiye’de 3 bin tane uzman sanatçı olsa ülkenin sanat yaşamı, uzman doktor olsa tıp sistemi,-örnekler çoğaltılabilir- yani ülkenin kaderi değişir. Reiki uzmanları için de aynı. Peki bu ülkede ne değişiyor?”diyor.

Süha Ertekin, masterlığın parayla satın alınıp öğretilmesinin yanlış olduğuna dikkat çekiyor. Muhsin Doğrular ise bilginin kullanımının önemine dikkat çekiyor: “Bilgi nedir? Kimlerde vardır? Bilgiyi sen mi kullanırsın, yoksa bilgi mi seni kullanır? Doğru soruları sorduğunda doğru cevaplar da ortadadır. Bizler herkesin kendi içinde varolan bilgi ve şifanın farkına varmasına çalışıyoruz. Yoksa pazarlama yöntemleri çeşitli; Bunun sonu yok; pepsireiki, cocareiki diye gider...”

Muhsin Doğrular, bu öğretilere ilgi duyanlar arasında tam olarak ne istediğinin farkında olmayanlara yardımcı olmak gerektiğini söylüyor. Ona göre, herkes derse girmeden önce herkesin tam olarak ne istediğini kendisine sormalı. Süha Ertekin de derslerine katılanlar arasında bir eleme sistemi oluşturduğundan söz ediyor: “İlk grup çalışmasını öğrencilerle konuşarak geçiriyorum. Ve herkesin hangi niyetle geldiğini sezmeye çalışıyorum. Sadece bu konuşmayla bazıları ayrılıyor içimizden…”

Bir derste mutluluk!

Kişisel gelişimde bütüncül yaklaşımlar ve doğu öğretileri konusunda ders veren uzmanların hepsi de, insanların bu öğretileri kendi yaşam pratiklerine geçirmedikçe geçici mutluluk ve iyileşme sağlamaktan öteye gidemeyecekleri görüşünde birleşiyorlar. Lütfü Bozkurt, katılımcıların pek çoğunun bu öğretileri fazla çaba göstermeden hızlı bir şekilde öğrenmek istediklerini söylüyor: “Kapitalist sistemde her şeyi pazarlamak zorundasınız. İyi pazarlanmış, paketlenmiş temel öğretilerin yaklaşımları alınıp, ‘bir deste mutluluk’ gibi isimlerle sunuluyor. Ancak, asıl özü bozmadıkları sürece öğretinin ruhu da ölmüyor. Doğru soruyu sormadıkları, yanıtlanmasıyla ilgilenmedikleri veya kendi yaşamında çaba göstermediği sürece katılımcıların alacağı, sadece yansımalardır. Çok azı gerçekten kendi yaşamında bunu gerçekleştirecektir. Bunun için bir bilincin ötesinde, toplumla çatışmaya girmek gerekiyor bazen. Usta olmak sorumluluk ister, çok uzun süreçler gerektirir.”

Kişisel gelişim ve sağlıklı yaşam konusunda seminerlere ya da derslere katılanların ne kadarı öğrendiklerini kendi yaşamında uygulayabiliyor? Bu sorunun cevabını vermek güç. Ancak Dr. Şule Aytaç, soruyu çağımız insanının hastalıklarından yola çıkarak cevaplıyor:

“Hap gibi mutluluk istiyor çağımız insanı. Cinsellik bile böyle yaşanıyor. TV karşısında saatlerce vakit geçirenler, en mutlu olabilecekleri şeylere 10 dakika ancak ayırıyorlar. Bu nedenle böyle bir beklenti yaratılıyor. Öğretiler de hap gibi sunuluyor. Kim bekleyecek üç yıl? Kim emek verecek? İstediği hızda sonuç alamayanlar, başka bir yönde araştırmalarını sürdürüyorlar.”

Çağımızın hastalıklarından biri de edilgenlik. Bu hastalık her alanda kendini gösteriyor. Yoga, Tai Chi ya da Chi Gong derslerine katılanlar, sağlıklı ve mutlu bir yaşam için kendisinin çaba harcaması gerektiğini farkettiğinde, bu derslere devam etmekten vazgeçebiliyor. TV karşısında edilgen mutluluklara alışmış olan günümüz insanı, çaba göstermek yerine, yoga hocasından da kendisine büyülü reçeteler vermesini bekleyebiliyor.

Süha Ertekin bu konuda şunları söylüyor:

“Çoğunluk, fitness yaptım olmadı, Reiki olmadı, yoga olmadı, Tai Chi’yi bir deneyeyim bakayım, diyor. Biz burada kimseyi dönüştürmeye çalışmıyoruz. Dönüşümün gücünü herkes kendi içinde taşıyor. Yaptığımız, kendi yöntemlerimiz üzerinden onların kişisel gelişimleri için anahtarlar bırakmak. Ben öğrencilerime onların gurusu olmadığımı söylüyorum. Bu öğretileri, acıkmak, susamak, su içmek, doğallığında yaşayıp uygulamak gerek. Herkesin kendisi için, sonuca doğallıkla ulaşabilmesi gerekiyor. Ben bunu kırmaya çalışıyorum. Öğrencilerime kendileriyle uğraşmaya, baş başa kalmaya hazır olup olmadıklarını soruyorum. Son iki yıldır oranı az da olsa, çok güzel geri dönüşler alıyorum.”

Dr. Şule Aytaç ise guruların sözlerinden yola çıkarak, bireysel gelişimin aynı zamanda acı verici bir süreç olduğunu belirtiyor: “Gurular, her öğretide ilerledikçe, hayatın size iki kat azap vereceğini söyler. ‘Eskiden yapıyordunuz, şimdi yaptığınızı görüyor olacaksınız’ derler. Bu acı verici bir süreç. Bir konunun her şeyini harfiyen yerine getirmeye kalkarsan tarikat üyesi olursun ve hayattan vazgeçmek zorunda kalırsın. Ben hiçbir öğretinin sadık müridi değilim. Ve hepsinden bir şeyler taşıyorum. Herkes için uygun bir sentezi bireyin kendisinin bulmasının önemli olduğunu düşünüyorum.”

Şamanizm, Tasavvuf ya da Tai Chi...

Bütün bu tartışmaların ardından, akla gelen bir başka soru da; kendi topraklarımızdan doğmuş ve yayılmış öğretilerin neden kadim doğu öğretileri kadar popüler olmadığı? Hakan Onum, kültürlerin birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğundan söz ediyor ve “Bizler kökü çok eski öğretilerden söz ediyoruz. Kültür çok renklilikten doğar. Ben öğretilerin, çıktığı topraklara bağlı olduğunu düşünmüyorum. Örneğin, akapunkturun Uygurlar’dan çıkma olduğu söyleniyor. ” diyor. Muhsin Doğrular ise kültürümüzdeki öğretilerle doğu öğretilerinin temelde aynı yolu gösterdiğini söylüyor: “Ben öğrencilerime bizim kültürümüzü de araştırmalarını söylüyorum. Bizim kültürümüzde, sınava girildiğinde okunup üflenir, hasta ziyaretlerinde oraya gelen insanların (DNA’sı yakın olanların) ortak bir enerji oluşturdukları ve hastanın moralini yükselttikleri görülür. Ellerini bağlamanın, ayak ayak üstüne atmanın kısmet kapattığı görüşü doğu felsefesinde de var. Orada da bu davranışlar, enerjiyi bağlamak anlamına gelir.”

Muhsin Doğrular, “kendini bil” sözünü hatırlatıyor ve “Bu bütünle bir ilişkidir. Bu topraklarda şamanlık var, tasavvuf var. Batılıyız ama doğunun bilgisini taşıyoruz aynı zamanda. Bu topraklar doğu ile batıyı bileştirecek yerlerden biri. Biz böylesine önemli bir coğrafyada yaşamanın sorumluluğunu taşıyoruz.” diyor. İster Türkiye’de, ister dünyada olsun, bütün bu arayışlar sonucunda herkes, kişisel gelişim yolunda kendisine en uygun olan yolu bulacak. Bu yolda, belki defalarca deneyip yanılarak, belki acı çekerek, belki de hiç zorlanmadan huzur içinde alacağız derslerimizi...Bir bilgenin dediği gibi sonuçta “varlığa bakanlar yüzünü, yokluğa bakanlar özünü görmeye” devam edecek...


Bu yazı alıntıdır.
 
Üst