Neden hepsi alıntı şeklinde oldu anlamadım açıkçası.Neyse Düzeltelim.
sizde dünyanın hal ve ahvalinden gidişatından bahsetmişsiniz... ben bunları farketme yetisine sahip değilim mesela anlatırmısınız konjonktür nedir, neler bizi toplumsal olarak etkiliyor ?? neler bilgi veya duygu toplumu olmamızda engel bir durum teşkil ediyor?? Bir çok yazar, şair yazıyor çiziyor ve siz bunu hayatın kendisi olmadığından bahsetmişsiniz... hayat nasıl bir şey?? bu insanlar bunları yazarken neyi baz almış sizce? madem dünya onların yazdıkları gibi bir dünya değil nasıl bir dünya ?
Bir sürü üye yazdıklarınızı okudu/okuyor... sizce çözüm nedir detaylıca ?
Yazdıklarımın özeti aslında sadece bir söz:
Başkalarının günahlarıyla aziz olunmaz.
Dünyada yalnız yaşamıyoruz.
Hergün kendi istediklerimizi yapmaya çabalarken,biraz da toplumun ve dünyanın programladığı bir birey oluyoruz.
Yani hayatı tam olarak istediğimiz gibi yaşayamıyoruz.
İstediklerimizi yapmaya çalışırken, medya,insanlar,hayat dünyamızı bir yandan şekillendiriyor.
Şimdi yazıya dönmek istiyorum.
Duygu toplumundan bahsedilmiş.
Sormak istiyorum:
Duygu toplumu terminoljisi ne anlama gelir tam olarak?
Dünyada duygu toplumu olabilmiş bir toplum var mı?
Tarihler boyunca bir çok insan,toplum katledildi.
En son Asya'da yaşananları da herkes biliyor.
En son televizyonda bir savaştan(İsim vermeyeceğim) bir fotoğraf hafızalarıma kazındı.
Bir bebeğin kafasını ve gövdesini görüyorsunuz taş yığınlarının arasında.
Tabi çoktan ölmüş.
Şimdi daha şafak sökmeden atılan bombalarla,daha uykusundan uyanamadan hayata gözlerini yuman bu bebek,acaba doğduğu toplumun "Duygu Toplumu" olamamasından dolayı mı gözlerini yumdu hayata.Hepimiz biliyoruz ki;Hayır.
Yani kısacası dünyada çok daha önemli sorunlar var.
Maslov'un ihtiyaçlar hiyerarşisini de düşünürseniz çok kolay anlayabilirsiniz bunu.
Belki yazar için bunlar önemli olabilir,ama henüz temel,güvenlik ihtiyaçları karşılanmamış bireyler için bunların inanın bir önemi yok.Bombaların arasında yaşarken,ya da çocuklarınızı nasıl doyuracağınızı düşünürken ;inanın "Duygu Toplumu" olmayı sorgulamaz kimse.
İlk yazdığım söze gelirsek:
Başkalarının günahlarıyla aziz olunmaz.
Yazıda dikkatimi çeken bu oldu sanırım.
Sürekli bir suçlama,tenkit var yazıda.
Ve bence haksız olarak ki sorun da burada.
Tek taraflı değerlendirilmiş herşey.
Teknolojinin bazı durumlarda insanları asosyalleştirdiği,yaşamı kolaylaştırırken bizi birbirimizden uzaklaştırdığı doğru.
Fakat bu insanların birer seçimi.Onların yanlışı ve herkes bu durumda değil.
Yani bilgisayar kullanan herkes,saatlerini geçirmiyor bilgisayar başında.
Diğer taraftan,teknolojinin artıları yok sayılmış.
Amerika'DA master yapan arkadaşım,internet sayesinde annesiyle görüntülü konuşuyordu birçokları gibi.Ve evet sadece sesini duymaktan daha güzel.
Teknolojiyle birlikte,birçok hastalık için yeni umutlar doğdu.
Araştırmaları mümkün kılan şeylerden biri de teknolojinin bu kadar gelişmesiydi tabii.
Elbette saatlerini bilgisayar başında geçiren insanlar var.
Fakat tercih onların değil mi?
Ne bileyim,tanıdığınız biri bu durumdaysa belki uyarırsınız,fakat onu tenkit etmezsiniz herhalde.
Ya da baskı kurmaz bu yüzden kimse.
Ve not düşmek istiyorm:Herşeyin bir bedeli oluyor.Dikensiz gül bahçesi maalesef olmuyor.
Çözüm burada Eğitimden geçiyor tabii.
Bu noktada teknolojiyi sadece insanları asosyalleştiren bir şey olarak görmek,bence durumu tek taraflı değerlendirmektir..
Genel olarak yazdıklarımda çözüm olmadığından bahsetmişsin:
Çözüm aslında üretimden geçiyor.
Bilinçlenen,kalkınan,sadece tüketmeyen üreten bir toplumdan geçiyor.
Bu sayede gelişebilir bir toplum,aydınlanabilir,kalkınabilir,refah düzeyini arttırabilir.
Ve bu üretim sadece mağazalarda gördüğümüz ürünlerden ibaret değildir.
Bir araştırma Üniversitemizde,ülkenin ufkunu açacak bir buluş da bir üretimdir,yaşamı daha yaşanılır kılan bir sanat eseri de bir üretim.Yani sadece maddi üretimden bahsetmiyorum,bunun bir de manevi üretim kısmı var.Çözüm kısaca bu:Üretim
Emin ol sen böyle düşündüğün sürece de olmicak benim gördüklerimi göremeyecek teknolojinin dışındaki o huzur dolu dünyayı farkedemeyeceksin...Can yücelin şiiri bana göre de çok hoş ve şiirde öyle yazdığı için değil bana da öyle geldiği için ben doğru kabul ediyorum...Şiirde umudunun olmasından bahsediliyor...Ve senin umdun yok...Herşey içinde zıttını barındırır derler dünya içinde geçerli ama sadece zıtlılıkları değil güzellikleri de görmeye calış...Tavsiyem umudun olsun emin ol herkesin görebildiği şairin yazdığı o güzel dünyayı görebilirsin...
Bu arada lütfen yazdıklarımı yalnış anlama elbette düşüncene saygılıyım bu arada yazdıklarımı doğrulamıyor olabilirsinde sadece söyleme gereği duydum..
Umudum olmadığını da nereden çıkardın anlamadım.(Bu arada ben de senin aşırı iyimser olduğunu düşünüyorum.)
Belki yazdıklarımın pek içaçıcı olmamasındandır.
Yalnız,bence poliyannacılığı oynamak yerine durumu kabul etmek daha iyidir.
Sevdiğin kadar sevilirsin demiş şair Can Yücel.Ben de bu dizelere başka bir şairin,Nazım'ın dizeleriyle cevap vereyim;doğruluğuna çok daha fazla inandığım dizeler:
Seversin dünyayı doludizgin,
Ama o bunun farkında değil.
Ayrılmak istemezsin dünyadan,
Ama o senden ayrılacak.
Ne yani sen elmayı seviyorsun diye,
Elmanın da seni sevmesi şart mı?
Umutsuzluk konusuna tekrar dönersek;elbette umutsuz değilim.(İnsan ümitleriyle yaşar)
Yalnız,sanırım bazı insanlar fazla iyimserler.Olmayanı kabul ederek hayatı daha yaşanılır kılmaya çalışıyorlar.
Bildiğimiz tabiriyle Poliyannacılık.
Poliyannacılık konusunda fazla abartılmamamsı gerekir diye düşünüyorum.(Zynep'in konuyla ilgili yazısı da okunmaya değer-Poliyannacılık ve Panik Atak)
Yani bazen bir miktar stresin,kaygının iyi olduğu görüşündeyim.Bir miktar gerilim herzaman iyidir yani.
Bunların da
bize anlatmak istedikleri var çünkü.
Bazı şeylerin yolunda gitmediğini ve birşey yapman gerektiği.
Umarım açıklayıcı olmuştur yazdıklarım.