K
Kristal
Birbirimizde farklılıkları değil, hep aynılıkları görüyoruz artık. Kadınlar hep aynı, erkekler hep aynı… Ne zaman birinin dünyasına ayak bassak, zafer kazandık sanıyoruz. Oysa o dünyaya ayak basmak sadece bir başlangıç, orda kalmayı başarmak asıl zafer…
Bir rüyada sanırız kendimizi, her şey o kadar mükemmel başlar. Muhteşemdir karşımızdaki insan, aradığımızı bulmuşuzdur, neden bu kadar bu geç kaldı ki beni bulmak için diyalogları uzar da uzar. Ayaklarımız yerden kesilmiştir, uçarız mutluluktan. “Öyle farklı ki!” deriz arkadaşımıza anlatırken. Birbirimizi keşfetmek için tüm zamanımızı harcarız, sohbetin sonu gelmez, keşke biraz daha kalabilsen ya da kalabilsem cümleleri kurulur. Farklıdır ya karşımızdaki, farkı yaşamaya doyamayız.
Bir gün zincirler kopar, bir boşluk doğar. Güneş mi batmıştır yoksa? Nedendir ki bu boşluk? “Bir şeyler eksik” deriz artık arkadaşımızla dertleşirken ama adını koyamayız. O değil miydi daha birkaç ay önce dünyanın en farklı insanı, muhteşem kadın, muhteşem adam! O değil miydi ayaklarımızı yerden kesen, mutlulukların en güzelini yaşatan ve içimizdeki, ruhumuzdaki tüm boşlukları dolduran! O değil miydi “Neden bu kadar geç kaldın beni bulmak için?” denilen! Şimdi, gitme vakti gelmiştir her iki taraf için de… Konuşacak hiç bir şey yoktur, kelimeler tükenmiştir; zaman zaman kırıcı cümleler kurmak dışında elbette. “Sen de herkes gibiymişsin, seni hiç tanıyamamışım” cümleleri uçuşur havada. Kim kimi daha çok kıracak oyunları oynanır. Bu kez asıl zafer daha çok kıranındır, daha çok mutlu etme oyunu oynanan zamanlar sadece uzak bir anıdır.
“Bedenimin, ruhumun diğer yarısısın” dedi adam sımsıkı sarılırken. “Bir gün ben de her kadından birisi olacağım” dedi kadın hüzünlü gözlerle. Oysa çok inanmıştı adam söylediklerine. Sevgiyle baktı kadına ve tüm aşkıyla fısıldadı kadının kulağına “Sen hayatımdaki en güzel şeysin, hep öyle kal lütfen”. Kadın biliyordu, daha önce de yaşamıştı bunları, daha önce de duymuştu bu cümleleri. Biliyordu ki doğa kanunları geçerliliğini hiç yitirmezdi. Biliyordu ki farklı olan her şey keşfedildiğinde artık gizem ortadan kalkar ve her şey sıradanlaşırdı. Bir gün heyecan biter, sular durulur ve adam giderdi. Sustu kadın… Bu büyüyü bozmak istemedi. O gittikten sonra kim bilir kaç yıl daha bekleyecekti böyle bir anı tekrar yaşayabilmek için, tekrar muhteşem, eşsiz insan olabilmek için. İçi acıdı… Bir şeyler saplandı sanki kalbine… Ama sustu… Tıpkı bir süre sonra adam gideceği zaman susacağı gibi, sustu… Artık yormuyordu kendisini ilişkisini kurtarmak için ya da kim daha çok kıracak oyunu oynamıyordu. Karşısındakinin kendisini sıradanlaştırma çabalarına da yanıt vermiyordu. Öyle derin bir suskunluktu işte, öyle derin bir acı…
Hep unutuyoruz sanırım. Hepimiz insanız. Birimiz kadın, diğerimiz erkek. Birbirimizden ne kadar farklı olabilirsek, o kadar farklıyız işte. Sanırım asıl sorun, heyecanı kaybediyoruz, ilişkinin ruhunu kaybediyoruz ve belki karşımızdakini sevme nedenlerimizi bile unutuyoruz. Artık keşfedilmiş, fethedilmiş! topraklarda olmak sıkıyor bizi. İlişkinin ilk zamanlarındaki heyecanı bekliyoruz hep, sanıyoruz ki bu heyecan hep devam edecek, sanıyoruz ki bu deniz hep böyle dalgalı olacak. Doğanın kanununu burada yok sayıyoruz. Değişimin kaçınılmaz olduğunu, sevginin şekil değiştirebileceğini, insanların günlük hayatlarının devam ettiğini ve bu günlük hayat denilen kavramın içinde mutluluklar, heyecanlar ve aşk kadar sıkıntılar, mücadeleler ve üzüntülerin de olduğu gerçeğini unutuyoruz.
Ve sonra başka yönlere kayıyoruz, başka heyecanlar arıyoruz. Öyle karmaşık bir hale getirdik ki ilişkileri, hep stratejiler üretiyoruz artık. Sanki bir savaş alanındayız ve her şey mübah. “Daha iyi”ler hiç bitmiyor üstelik. Kadının da erkeğin de hep daha iyisi var. Fiziği daha güzel, daha bakımlı, daha anlayışlı, daha eğlenceli, daha sevgi dolu, daha ..daha..daha…Bir başkasının “daha” olan tek bir özelliği için bile, yıllanmış ilişkiler bir kalemde çöpe atılıyor, diğer kişi sıradanlaştırılıp, vicdanlar rahatlatılıyor. Bu paradokstan çıkmanın bir yolu var da biz mi bulamıyoruz, çözemedim. Bildiğim tek şey, bir filmde de söylendiği gibi; tüm bu tutku, heyecan ve aşkın ilk günlerinin yoğunluğu bitip, dalgalar durulduğunda yanında kalmayı başaran kişidir aşık ve aşkı hak edendir kalmayı başaran. Ve gerçek farklılık birbirimizi sıradanlaştırmak yerine, farklılaştırabilmektir.
Şimdi o suskun kadın bekliyor… Kim bilir kaç yıl daha bekleyecek büyülü bir an yaşamak için! Kim bilir kaç kişinin daha gidişini susarak izleyecek’ Her şeye rağmen biliyor ki, kendisinin aynılıklarını değil, farklılıklarını görecek bir gün birisi ve ateş sönüp küle dönüştüğünde de kalmayı başaracak aynı kişi.
alıntı.Bir rüyada sanırız kendimizi, her şey o kadar mükemmel başlar. Muhteşemdir karşımızdaki insan, aradığımızı bulmuşuzdur, neden bu kadar bu geç kaldı ki beni bulmak için diyalogları uzar da uzar. Ayaklarımız yerden kesilmiştir, uçarız mutluluktan. “Öyle farklı ki!” deriz arkadaşımıza anlatırken. Birbirimizi keşfetmek için tüm zamanımızı harcarız, sohbetin sonu gelmez, keşke biraz daha kalabilsen ya da kalabilsem cümleleri kurulur. Farklıdır ya karşımızdaki, farkı yaşamaya doyamayız.
Bir gün zincirler kopar, bir boşluk doğar. Güneş mi batmıştır yoksa? Nedendir ki bu boşluk? “Bir şeyler eksik” deriz artık arkadaşımızla dertleşirken ama adını koyamayız. O değil miydi daha birkaç ay önce dünyanın en farklı insanı, muhteşem kadın, muhteşem adam! O değil miydi ayaklarımızı yerden kesen, mutlulukların en güzelini yaşatan ve içimizdeki, ruhumuzdaki tüm boşlukları dolduran! O değil miydi “Neden bu kadar geç kaldın beni bulmak için?” denilen! Şimdi, gitme vakti gelmiştir her iki taraf için de… Konuşacak hiç bir şey yoktur, kelimeler tükenmiştir; zaman zaman kırıcı cümleler kurmak dışında elbette. “Sen de herkes gibiymişsin, seni hiç tanıyamamışım” cümleleri uçuşur havada. Kim kimi daha çok kıracak oyunları oynanır. Bu kez asıl zafer daha çok kıranındır, daha çok mutlu etme oyunu oynanan zamanlar sadece uzak bir anıdır.
“Bedenimin, ruhumun diğer yarısısın” dedi adam sımsıkı sarılırken. “Bir gün ben de her kadından birisi olacağım” dedi kadın hüzünlü gözlerle. Oysa çok inanmıştı adam söylediklerine. Sevgiyle baktı kadına ve tüm aşkıyla fısıldadı kadının kulağına “Sen hayatımdaki en güzel şeysin, hep öyle kal lütfen”. Kadın biliyordu, daha önce de yaşamıştı bunları, daha önce de duymuştu bu cümleleri. Biliyordu ki doğa kanunları geçerliliğini hiç yitirmezdi. Biliyordu ki farklı olan her şey keşfedildiğinde artık gizem ortadan kalkar ve her şey sıradanlaşırdı. Bir gün heyecan biter, sular durulur ve adam giderdi. Sustu kadın… Bu büyüyü bozmak istemedi. O gittikten sonra kim bilir kaç yıl daha bekleyecekti böyle bir anı tekrar yaşayabilmek için, tekrar muhteşem, eşsiz insan olabilmek için. İçi acıdı… Bir şeyler saplandı sanki kalbine… Ama sustu… Tıpkı bir süre sonra adam gideceği zaman susacağı gibi, sustu… Artık yormuyordu kendisini ilişkisini kurtarmak için ya da kim daha çok kıracak oyunu oynamıyordu. Karşısındakinin kendisini sıradanlaştırma çabalarına da yanıt vermiyordu. Öyle derin bir suskunluktu işte, öyle derin bir acı…
Hep unutuyoruz sanırım. Hepimiz insanız. Birimiz kadın, diğerimiz erkek. Birbirimizden ne kadar farklı olabilirsek, o kadar farklıyız işte. Sanırım asıl sorun, heyecanı kaybediyoruz, ilişkinin ruhunu kaybediyoruz ve belki karşımızdakini sevme nedenlerimizi bile unutuyoruz. Artık keşfedilmiş, fethedilmiş! topraklarda olmak sıkıyor bizi. İlişkinin ilk zamanlarındaki heyecanı bekliyoruz hep, sanıyoruz ki bu heyecan hep devam edecek, sanıyoruz ki bu deniz hep böyle dalgalı olacak. Doğanın kanununu burada yok sayıyoruz. Değişimin kaçınılmaz olduğunu, sevginin şekil değiştirebileceğini, insanların günlük hayatlarının devam ettiğini ve bu günlük hayat denilen kavramın içinde mutluluklar, heyecanlar ve aşk kadar sıkıntılar, mücadeleler ve üzüntülerin de olduğu gerçeğini unutuyoruz.
Ve sonra başka yönlere kayıyoruz, başka heyecanlar arıyoruz. Öyle karmaşık bir hale getirdik ki ilişkileri, hep stratejiler üretiyoruz artık. Sanki bir savaş alanındayız ve her şey mübah. “Daha iyi”ler hiç bitmiyor üstelik. Kadının da erkeğin de hep daha iyisi var. Fiziği daha güzel, daha bakımlı, daha anlayışlı, daha eğlenceli, daha sevgi dolu, daha ..daha..daha…Bir başkasının “daha” olan tek bir özelliği için bile, yıllanmış ilişkiler bir kalemde çöpe atılıyor, diğer kişi sıradanlaştırılıp, vicdanlar rahatlatılıyor. Bu paradokstan çıkmanın bir yolu var da biz mi bulamıyoruz, çözemedim. Bildiğim tek şey, bir filmde de söylendiği gibi; tüm bu tutku, heyecan ve aşkın ilk günlerinin yoğunluğu bitip, dalgalar durulduğunda yanında kalmayı başaran kişidir aşık ve aşkı hak edendir kalmayı başaran. Ve gerçek farklılık birbirimizi sıradanlaştırmak yerine, farklılaştırabilmektir.
Şimdi o suskun kadın bekliyor… Kim bilir kaç yıl daha bekleyecek büyülü bir an yaşamak için! Kim bilir kaç kişinin daha gidişini susarak izleyecek’ Her şeye rağmen biliyor ki, kendisinin aynılıklarını değil, farklılıklarını görecek bir gün birisi ve ateş sönüp küle dönüştüğünde de kalmayı başaracak aynı kişi.