Alanında özgün 4 kitap yazan, Dünya’nın değişik ülkelerini de kapsayan 811 konferansta konuşma yapan, çok sayıda beynelmilel ve milli yazısı olan, hem hekimlikteki kariyeri ile Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Etiği ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı Başkanı hem de Kamu İdaresi ve Politika Bilimi Uzmanlığıyla Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde doktora dersleri veren Dr. Nesrin Çobanoğlu, her biri alaka uyandıran geniş katılımlı konferanslarını, çıkar çıkmaz tükenen kitaplarını, Gazi Üniversitesi Kadın Meseleleri Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürlüğü’ndeki çalışmalarını ve hayatını Sıhhat Mecmuası Yazı İşleri Müdürü Esra Öz’e anlattı.
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Etiği ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı Başkanı bu arada Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde görev yapan Doç. Dr. Nesrin Çobanoğlu, başarılı bir kadın hakları müdafaa edicisi. Değişik fakültelerde ihtisas almasının nedenlerini, eğitim hayatı süresince birinciliklerle dolu başarılarını ve neden “etik” üzerine çalıştığını Sıhhat Mecmuası’ne anlatan Doç. Dr. Çobanoğlu, hayatın bazen bir tümceye göre yönlendirilebileceğini söylüyor. Doç. Dr. Çobanoğlu, eşinin Murat Doküman’nin Tarihten Aktüelliğe kitabından aktararak “Somut Bugün, Soyut Bir Yarın Uğruna Feda Edilmeli mi?” sözünün, hayatının temel taşı haline geldiğini kaydetti. Kendi ağzından çok istikametli başarılarını, hayatını ve yaşadıklarını ifade eden Doç. Dr. Çobanoğlu şunları anlattı:
“Aslen Gaziantepliyim ancak babamın işi sebebiyle Elazığ’da doğdum. Benden önce 5 çocukları vardı, hepsi üniversitedeyken ben boş kalan hanede özlemi hafifletmek ve sevilmek için doğurulan son çocuğum. Doğduğumda kardeşlerim üniversitede okuyordu ve hepsinin ortak özellikleri herkes kendi okulunun birincisiydi. Babamın hala konuşulan ve kullanılan buluşları vardır. Bende üniversiteye kadar hep birincilikler ve bir hayli muvaffakiyet ödülleri aldım. Üniversiteye o kuşağın tüm hekimleri gibi ilk binlerde bulunup, ilk tercihimi kazanarak başladım.
En Büyük Bahtım Ailem
En büyük bahtımın ailem olduğunu düşünüyorum. Kocaman kütüphanesi olan bahçeli, havuzlu bir hanede, sıcak sevgi ve şuurlu bir alakayla büyüdüm. İyi eğitimli ve akıllı ablalarımın varlığı her zaman en büyük hazinemdir. Ben doğduğum sene, en büyüğümüz olan Abim, İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ Elektrik Mühendisliğinden mezun olmuş. Öğretmen olan Nermin Ablamın müziğe alakasının bana yansımasıyla, 11 yaşında keman dersleri almaya başladım. Böylelikle, üniversiteye kadar klasik keman çalmayı öğrendim. Gazi Üniversitesi’nden mezun alanında lider olan Modacı Pervin Ablam sayesinde tüm hayatım süresince hep özel tasarlanıp, hazırlanan elbise ve takılarımla kendimi çok özel hissettim. Onlarla sohbet etmeye alıştığım için, hala o yaş kuşağıyla daha iyi anlaşırım.
Öğrenmeyi Hep Sevdim!
Rastgele bir konuda çalışırken, zorunluluk olarak değil, severek öğrendim. Ben bunu öğreneceğim özgüveniyle pozitif baktım, sıkılmadım. Öğrenmek varoluş nedenim gibiydi. Öğrenmeyi hep sevdim!
Etiği Seçmem Tesadüf Değil
Cerrahpaşa Tıp Fakültesini seçme nedenim, Cerrahpaşa’nın isimi, İstanbul ve deniz beraber olduğu için ilk tercihimdi. İstanbul bir Dünya şehiridir. Tıp okurken ilk zamanlar anatomi ve fizyolojiyi ilgiyle öğrendiğimde, sokakta insanlara bakarken, kemikleri, adaleleri, damarları ve sinirlerine kadar vücudu biliyor olduğumu düşünür, hekimliğin imtiyazını hissederdim. Derslere devamlılığa dikkat ederdim. Ancak not tutmazdım. Duyduklarımı ve gördüklerimi hiçbir zaman unutmam. Derslerle ilgili merak ettiğim konuları, araştırır ve okurdum. Cerrahpaşa’da o dönem imtihan sistemindeki değişiklikler nedeniyle de olsa gerek, altı yıl boyunca hiçbir sınavda asla. hakkına kalmadan geçen 8 kişiden biri olarak, gazetelere haber olmuştuk.
Üniversite okul olmasının dışında bir kültür ortamıdır. Ders çalışırken, tıp kitapları okurken onların yazarını da araştırırdım. Sınav için çalışmazdım. En yoğun sınav dönemlerinde dahi felsefe kitapları okurdum. Başka bir deyişle bir tür “Tıp Felsefesi” diyebileceğimiz Tıp Etiği’ni seçmem tesadüf değildi. Okulda her zaman başarılıydım. İlgilendiğim çalıştığım konularda deliler gibi “ihtirasla” çalışarak hızlı öğrenmek, öğrenmeyi sevmek, çok hızlı okuyabilme becerim ve kuvvetli belleğim talihim oldu.
Birinci Sınıfta İlk Doğumumu Yaptırdım
Üniversitede öğrenci evimin duvarları maviydi, geniş, sıcak ve okulun tam karşısındaydı. Penceremin altındaki ağacın dalları arasında, üniversitenin üzerinden denizi görüyordum. Evimin okula yakın olmasından dolayı nerdeyse her gece acil, kadın doğum ve cerrahi alanlarında gönüllü nöbetlere giderdim. İliklerime kadar hekim olmanın keyfini yaşayarak geçen bir eğitim sürecim oldu. Birinci sınıfta ilk doğumumu yaptırdım! Bu süreçte birçok cerrahi vakayı uygulamalı olarak, pratiğiyle birlikte öğrendim. Böylece teoriyi görerek ve uygulayarak öğrendim.
Hekimlikte “Pardon” Yoktur
Tıp fakültemizde ameliyatları öğrenciler izleyebiliyordu. Bende sık sık izlemeye giderdim. Ameliyathanenin üstünde çepeçevre orayı görebildiğiniz camlı bir bölme vardı. Ses bağlantısı da olduğundan, görerek ve dinleyerek eğitim vakalarını izlememiz mümkündü. Kadın doğum ve cerrahinin ortak yaptığı, 16 yaşında karnında kitle olan genç bir kızın ameliyatı vardı. Cerrah bistürüyü vurdu, su fışkırdı. Kız hamileymiş. Cerrah bisturiyi fırlatıp, ameliyathaneden öfkeyle çıktı! Cerrah, ameliyata başlamadan gebelik testinin yapılıp yapılmadığını sormuştu, duyduk. Ancak kadın doğum hocası, hastanın tanıdığı bir ailenin bakire kızı olduğunu söyledi. Bu vaka benim için çok eğitici oldu. Tıpta insanla uğraşıyoruz, her zaman her şey olabilir. İkisi de halen Türkiye’nin önde gelen saygın ve ünlü ismi olan ve o yılların parlak genç hocalarıydı. Bu ameliyatla alanında başarılı olsa da herkesin hata yapabileceğini gördüm. Hekimlikte “Pardon” yoktur. Mükemmel olmak zorundasınız. Her zaman!
“İlk Aşkım Olan Eşimin, Gözlerine Baktığımda Aşkı Hissettim”
Eşim Murat ile tıp fakültesinde 1. Sınıfta tanıştım. 17 yaşındaydım ve eşimi ilk gördüğümde aşık oldum. Gözleri, simsiyahtı. İçinde binlerce yıldız olan aydınlık siyah çekik gözler! Ama hep onu görünce kaçtım. Kendimden, beni sarsan duygularımdan korktum! Ve o çok çapkındı. Dört kişi birlikte nöbetlere kalıyorduk. Murat bana aşık olduğunu söyledi. Daha önceleri başkalarına dediğim gibi “hayır” demeliydim, diyemedim. Cevap vermeden kaçtım.
“Somut Bir Bugün, Soyut Bir Yarın Uğruna Feda Edildi” Murat Belge
Bir hafta sonra ortopedi dersinde Murat geç geldi ve ben dersi dinlerken yanıma oturdu, ellerimi tuttu ve yüksek sesle “Ne diyeceksin bana! Ben dayanamıyorum artık. “Evet” mi “hayır” mı?”dedi. Hocamız Prof. Dr. Nişan dersi kesti; anlayışlı ve sevecen bir ses tonuyla bu “deli”kanlı ile beni sorunumuzu çözmemiz için dışarı gönderdi. Sonrasında okuldan çıktım, ilk gelen otobüse bindim, Murat’ta arkamdan geldi. Otobüste parayı Murat verdi, muavin bana “yenge” dedi. Ben çok kızdım tabii. Aklım “hayır” derken kalbim “evet” dememi istiyordu. Yaman bir çelişki! Kitapçıya girdik, birkaç kitap aldım. Bu esnada, Murat Belge’nin kitabından “Somut bir bugün, soyut bir yarın uğruna feda edildi” cümlesini gösterdi. Sonrasında da kararımı vermemde ve yaşam felsefemde bu sözün derin etkisi oldu. Tıp fakültesi bitmeden evlendik.
Askerde Eşime Çuvallar Dolusu Mektup Yazdım
O yıllarda ansızın konulan Mecburi hizmetle Nevşehir’e gittik. Ben hastane aciline, Murat ise “iriyarı” olduğu için cezaevine atandı! Cezaevi doktorluğu o yıllarda konulan bir kadroydu. Murat, Hakkari Şemdinli Derecik mevkiinde askere gitti, ben 4-5 aylık hamileydim. İran, Irak ve Türkiye sınırındaki bir dağın tepesindeki karakolda Jandarma komando olarak askerlik yaptı. Güneş harekat bölgesi ve çatışmaların en çok olduğu dönemdi. Yolu yok, telefonu yok ve tehlikeli bölge. Murat askerdeyken sabah, öğlen ve akşam mektup gönderdim. 3-4 ayda bir helikopterle çuval içerisinde pirinç, un gibi gıdalar giderken; bunlar da “Dr. Murat’ın mektupları” diye, çuvalla mektuplarım gidermiş.
Hamileliğimin çoğunda yalnızdım, doğumuma eşim 3 günlüğüne geldi ve hiç uyumadı. Nüfus dairesinde, canım oğluma en çok hangi isimle seslenmek istediğimi düşünüp, karar verdim; “Murat Can” ! Murat 18 ay sonrasında askerden döndüğünde, kucağımda bebeğimizle karşıladım.
Cezaevinde İşkenceye Karşı Mücadele!
Askerden dönen eşim, yine cezaevinde göreve başladı. Ancak o dönem cezaevinde çok farklı olaylarla karşılaştı. O dönem 12 Eylül sonrası, cezaevleri sağcı ve solcu birçok genç insanla doluydu. Bizzat başsavcı tarafından sakat kalmalarına neden olabilecek biçimde Şiddet uygulanan mahkumlara, işkenceyi belgeleyen rapor veren Murat’a ağır baskı uyguladılar. Saldırdılar. Olayların dışa yansımaması için baskı gördük. Ancak yine de yılmadık, mücadele ettik. Sonunda da şiddet olaylarının gündeme getirilmesini sağladık ve o kişiler yargılandı. Ceza aldılar. Böylece o dönemde işkenceye karşı çıkan, bu nedenle çok sıkıntı yaşayan ilk hekimlerden olduk. Türk Tabipler Birliği ve Birliğin o zamanki Başkanı Prof. Dr. Nusret Fişek bize çok destek verdi. Başsavcı, “böyle bir şey yok” derken, Fişek tarafından Bakanın masasına konulan raporlar ve filmlerle hesap sorulunca, kendi dövdüğü mahkumlarla ilgili olaya dava açmak zorunda kaldı. Gardiyanlar yargılandı, ceza aldılar. Bizlerde görevi kötüye kullanmaktan yargılandık. Beraat ettik. Murat’ın suçu darp ve işkence raporu vermek ve belinde kırık olan iki mahkumu hastaneye sevk etmekti (görevini yapmak), benim suçum ise raporları TTB aracılığıyla Bakan’a iletmekti. Zaten dava bu raporlar sayesinde açılmıştı. Çelişkiye bakar mısınız? O yıllarda, Nokta, Tempo Arena gibi dergilerde “Hekimlik Onuru’nu savunan Hekimler” olarak kapaktan haber olduk. Toplumsal destek ve hekimlerin desteği hep yanımızdaydı. 1989 yılında Dr. Cengiz Kılıç Tıp Ödülü ile İnsan Hakları ve Demokrasi Ödülü Murat Çobanoğlu’na verildi. Ödülü alırken “Sadece “hekim” olarak görevimi yaptım” dedi. Biz sadece mesleğini çok seven, onurunu koruyarak doğruyu yapan hekimlerdik. Bedeli bazen çok ağır olabiliyor.
Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi Sınavı ile Tabip Odası Seçimleri Aynı Dönemdi
Kamu yönetimi ve siyaset bilimini okumaya bu yaşadıklarımdan sonra karar verdim. Türkiye Ortadoğu Amme İdaresi, TODAİE denilen kurumda “Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi” mastır programına başvurmak üzere, ÖSS tarafından yapılan bir sınava girdim. Hekim olarak, sınava girmem için yasal bir engel yoktu, ancak “kazanamazsınız” dediler. Konular çok farklıydı. Aynı yıl içinde tabip odası seçimleri de vardı. On gün arayla sınava da girdim, seçimlere de katıldım. Sınavı ilk sıralarda kazandım. Ankara Tabip odası yönetim kurulu üyeliğine ve genel sekreterliğe seçildim.
Ankara Tabip Odasının En Genç ve İlk Kadın Genel Sekreteriyim
Nuriye Ortaylı ve Füsun Sayek ile birlikte TTB’nin ilk kadın komisyonunu kurduk, Beyaz yürüyüşü yaptık. Ben sıradan bir hekim olarak yaptıklarımla seçildim, hiçbir zaman ideolojik bir duruşum olmadı. En genç ve ilk kadın genel sekreter olarak, kızlık zarı kontrollerine karşı hekim tutumu ve TUS negatifler konularında aktif rol oynadım. TUS kazanamadıkları halde, yurt dışına gidip birkaç ay sonra ülkemize asistan olarak dönenenleri engelledik ve bu haksız durumun önüne geçtik. Oldukça aktif bir dönemdi.
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Etiği ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı Başkanı bu arada Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde görev yapan Doç. Dr. Nesrin Çobanoğlu, başarılı bir kadın hakları müdafaa edicisi. Değişik fakültelerde ihtisas almasının nedenlerini, eğitim hayatı süresince birinciliklerle dolu başarılarını ve neden “etik” üzerine çalıştığını Sıhhat Mecmuası’ne anlatan Doç. Dr. Çobanoğlu, hayatın bazen bir tümceye göre yönlendirilebileceğini söylüyor. Doç. Dr. Çobanoğlu, eşinin Murat Doküman’nin Tarihten Aktüelliğe kitabından aktararak “Somut Bugün, Soyut Bir Yarın Uğruna Feda Edilmeli mi?” sözünün, hayatının temel taşı haline geldiğini kaydetti. Kendi ağzından çok istikametli başarılarını, hayatını ve yaşadıklarını ifade eden Doç. Dr. Çobanoğlu şunları anlattı:
“Aslen Gaziantepliyim ancak babamın işi sebebiyle Elazığ’da doğdum. Benden önce 5 çocukları vardı, hepsi üniversitedeyken ben boş kalan hanede özlemi hafifletmek ve sevilmek için doğurulan son çocuğum. Doğduğumda kardeşlerim üniversitede okuyordu ve hepsinin ortak özellikleri herkes kendi okulunun birincisiydi. Babamın hala konuşulan ve kullanılan buluşları vardır. Bende üniversiteye kadar hep birincilikler ve bir hayli muvaffakiyet ödülleri aldım. Üniversiteye o kuşağın tüm hekimleri gibi ilk binlerde bulunup, ilk tercihimi kazanarak başladım.
En Büyük Bahtım Ailem
En büyük bahtımın ailem olduğunu düşünüyorum. Kocaman kütüphanesi olan bahçeli, havuzlu bir hanede, sıcak sevgi ve şuurlu bir alakayla büyüdüm. İyi eğitimli ve akıllı ablalarımın varlığı her zaman en büyük hazinemdir. Ben doğduğum sene, en büyüğümüz olan Abim, İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ Elektrik Mühendisliğinden mezun olmuş. Öğretmen olan Nermin Ablamın müziğe alakasının bana yansımasıyla, 11 yaşında keman dersleri almaya başladım. Böylelikle, üniversiteye kadar klasik keman çalmayı öğrendim. Gazi Üniversitesi’nden mezun alanında lider olan Modacı Pervin Ablam sayesinde tüm hayatım süresince hep özel tasarlanıp, hazırlanan elbise ve takılarımla kendimi çok özel hissettim. Onlarla sohbet etmeye alıştığım için, hala o yaş kuşağıyla daha iyi anlaşırım.
Öğrenmeyi Hep Sevdim!
Rastgele bir konuda çalışırken, zorunluluk olarak değil, severek öğrendim. Ben bunu öğreneceğim özgüveniyle pozitif baktım, sıkılmadım. Öğrenmek varoluş nedenim gibiydi. Öğrenmeyi hep sevdim!
Etiği Seçmem Tesadüf Değil
Cerrahpaşa Tıp Fakültesini seçme nedenim, Cerrahpaşa’nın isimi, İstanbul ve deniz beraber olduğu için ilk tercihimdi. İstanbul bir Dünya şehiridir. Tıp okurken ilk zamanlar anatomi ve fizyolojiyi ilgiyle öğrendiğimde, sokakta insanlara bakarken, kemikleri, adaleleri, damarları ve sinirlerine kadar vücudu biliyor olduğumu düşünür, hekimliğin imtiyazını hissederdim. Derslere devamlılığa dikkat ederdim. Ancak not tutmazdım. Duyduklarımı ve gördüklerimi hiçbir zaman unutmam. Derslerle ilgili merak ettiğim konuları, araştırır ve okurdum. Cerrahpaşa’da o dönem imtihan sistemindeki değişiklikler nedeniyle de olsa gerek, altı yıl boyunca hiçbir sınavda asla. hakkına kalmadan geçen 8 kişiden biri olarak, gazetelere haber olmuştuk.
Üniversite okul olmasının dışında bir kültür ortamıdır. Ders çalışırken, tıp kitapları okurken onların yazarını da araştırırdım. Sınav için çalışmazdım. En yoğun sınav dönemlerinde dahi felsefe kitapları okurdum. Başka bir deyişle bir tür “Tıp Felsefesi” diyebileceğimiz Tıp Etiği’ni seçmem tesadüf değildi. Okulda her zaman başarılıydım. İlgilendiğim çalıştığım konularda deliler gibi “ihtirasla” çalışarak hızlı öğrenmek, öğrenmeyi sevmek, çok hızlı okuyabilme becerim ve kuvvetli belleğim talihim oldu.
Birinci Sınıfta İlk Doğumumu Yaptırdım
Üniversitede öğrenci evimin duvarları maviydi, geniş, sıcak ve okulun tam karşısındaydı. Penceremin altındaki ağacın dalları arasında, üniversitenin üzerinden denizi görüyordum. Evimin okula yakın olmasından dolayı nerdeyse her gece acil, kadın doğum ve cerrahi alanlarında gönüllü nöbetlere giderdim. İliklerime kadar hekim olmanın keyfini yaşayarak geçen bir eğitim sürecim oldu. Birinci sınıfta ilk doğumumu yaptırdım! Bu süreçte birçok cerrahi vakayı uygulamalı olarak, pratiğiyle birlikte öğrendim. Böylece teoriyi görerek ve uygulayarak öğrendim.
Hekimlikte “Pardon” Yoktur
Tıp fakültemizde ameliyatları öğrenciler izleyebiliyordu. Bende sık sık izlemeye giderdim. Ameliyathanenin üstünde çepeçevre orayı görebildiğiniz camlı bir bölme vardı. Ses bağlantısı da olduğundan, görerek ve dinleyerek eğitim vakalarını izlememiz mümkündü. Kadın doğum ve cerrahinin ortak yaptığı, 16 yaşında karnında kitle olan genç bir kızın ameliyatı vardı. Cerrah bistürüyü vurdu, su fışkırdı. Kız hamileymiş. Cerrah bisturiyi fırlatıp, ameliyathaneden öfkeyle çıktı! Cerrah, ameliyata başlamadan gebelik testinin yapılıp yapılmadığını sormuştu, duyduk. Ancak kadın doğum hocası, hastanın tanıdığı bir ailenin bakire kızı olduğunu söyledi. Bu vaka benim için çok eğitici oldu. Tıpta insanla uğraşıyoruz, her zaman her şey olabilir. İkisi de halen Türkiye’nin önde gelen saygın ve ünlü ismi olan ve o yılların parlak genç hocalarıydı. Bu ameliyatla alanında başarılı olsa da herkesin hata yapabileceğini gördüm. Hekimlikte “Pardon” yoktur. Mükemmel olmak zorundasınız. Her zaman!
“İlk Aşkım Olan Eşimin, Gözlerine Baktığımda Aşkı Hissettim”
Eşim Murat ile tıp fakültesinde 1. Sınıfta tanıştım. 17 yaşındaydım ve eşimi ilk gördüğümde aşık oldum. Gözleri, simsiyahtı. İçinde binlerce yıldız olan aydınlık siyah çekik gözler! Ama hep onu görünce kaçtım. Kendimden, beni sarsan duygularımdan korktum! Ve o çok çapkındı. Dört kişi birlikte nöbetlere kalıyorduk. Murat bana aşık olduğunu söyledi. Daha önceleri başkalarına dediğim gibi “hayır” demeliydim, diyemedim. Cevap vermeden kaçtım.
“Somut Bir Bugün, Soyut Bir Yarın Uğruna Feda Edildi” Murat Belge
Bir hafta sonra ortopedi dersinde Murat geç geldi ve ben dersi dinlerken yanıma oturdu, ellerimi tuttu ve yüksek sesle “Ne diyeceksin bana! Ben dayanamıyorum artık. “Evet” mi “hayır” mı?”dedi. Hocamız Prof. Dr. Nişan dersi kesti; anlayışlı ve sevecen bir ses tonuyla bu “deli”kanlı ile beni sorunumuzu çözmemiz için dışarı gönderdi. Sonrasında okuldan çıktım, ilk gelen otobüse bindim, Murat’ta arkamdan geldi. Otobüste parayı Murat verdi, muavin bana “yenge” dedi. Ben çok kızdım tabii. Aklım “hayır” derken kalbim “evet” dememi istiyordu. Yaman bir çelişki! Kitapçıya girdik, birkaç kitap aldım. Bu esnada, Murat Belge’nin kitabından “Somut bir bugün, soyut bir yarın uğruna feda edildi” cümlesini gösterdi. Sonrasında da kararımı vermemde ve yaşam felsefemde bu sözün derin etkisi oldu. Tıp fakültesi bitmeden evlendik.
Askerde Eşime Çuvallar Dolusu Mektup Yazdım
O yıllarda ansızın konulan Mecburi hizmetle Nevşehir’e gittik. Ben hastane aciline, Murat ise “iriyarı” olduğu için cezaevine atandı! Cezaevi doktorluğu o yıllarda konulan bir kadroydu. Murat, Hakkari Şemdinli Derecik mevkiinde askere gitti, ben 4-5 aylık hamileydim. İran, Irak ve Türkiye sınırındaki bir dağın tepesindeki karakolda Jandarma komando olarak askerlik yaptı. Güneş harekat bölgesi ve çatışmaların en çok olduğu dönemdi. Yolu yok, telefonu yok ve tehlikeli bölge. Murat askerdeyken sabah, öğlen ve akşam mektup gönderdim. 3-4 ayda bir helikopterle çuval içerisinde pirinç, un gibi gıdalar giderken; bunlar da “Dr. Murat’ın mektupları” diye, çuvalla mektuplarım gidermiş.
Hamileliğimin çoğunda yalnızdım, doğumuma eşim 3 günlüğüne geldi ve hiç uyumadı. Nüfus dairesinde, canım oğluma en çok hangi isimle seslenmek istediğimi düşünüp, karar verdim; “Murat Can” ! Murat 18 ay sonrasında askerden döndüğünde, kucağımda bebeğimizle karşıladım.
Cezaevinde İşkenceye Karşı Mücadele!
Askerden dönen eşim, yine cezaevinde göreve başladı. Ancak o dönem cezaevinde çok farklı olaylarla karşılaştı. O dönem 12 Eylül sonrası, cezaevleri sağcı ve solcu birçok genç insanla doluydu. Bizzat başsavcı tarafından sakat kalmalarına neden olabilecek biçimde Şiddet uygulanan mahkumlara, işkenceyi belgeleyen rapor veren Murat’a ağır baskı uyguladılar. Saldırdılar. Olayların dışa yansımaması için baskı gördük. Ancak yine de yılmadık, mücadele ettik. Sonunda da şiddet olaylarının gündeme getirilmesini sağladık ve o kişiler yargılandı. Ceza aldılar. Böylece o dönemde işkenceye karşı çıkan, bu nedenle çok sıkıntı yaşayan ilk hekimlerden olduk. Türk Tabipler Birliği ve Birliğin o zamanki Başkanı Prof. Dr. Nusret Fişek bize çok destek verdi. Başsavcı, “böyle bir şey yok” derken, Fişek tarafından Bakanın masasına konulan raporlar ve filmlerle hesap sorulunca, kendi dövdüğü mahkumlarla ilgili olaya dava açmak zorunda kaldı. Gardiyanlar yargılandı, ceza aldılar. Bizlerde görevi kötüye kullanmaktan yargılandık. Beraat ettik. Murat’ın suçu darp ve işkence raporu vermek ve belinde kırık olan iki mahkumu hastaneye sevk etmekti (görevini yapmak), benim suçum ise raporları TTB aracılığıyla Bakan’a iletmekti. Zaten dava bu raporlar sayesinde açılmıştı. Çelişkiye bakar mısınız? O yıllarda, Nokta, Tempo Arena gibi dergilerde “Hekimlik Onuru’nu savunan Hekimler” olarak kapaktan haber olduk. Toplumsal destek ve hekimlerin desteği hep yanımızdaydı. 1989 yılında Dr. Cengiz Kılıç Tıp Ödülü ile İnsan Hakları ve Demokrasi Ödülü Murat Çobanoğlu’na verildi. Ödülü alırken “Sadece “hekim” olarak görevimi yaptım” dedi. Biz sadece mesleğini çok seven, onurunu koruyarak doğruyu yapan hekimlerdik. Bedeli bazen çok ağır olabiliyor.
Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi Sınavı ile Tabip Odası Seçimleri Aynı Dönemdi
Kamu yönetimi ve siyaset bilimini okumaya bu yaşadıklarımdan sonra karar verdim. Türkiye Ortadoğu Amme İdaresi, TODAİE denilen kurumda “Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi” mastır programına başvurmak üzere, ÖSS tarafından yapılan bir sınava girdim. Hekim olarak, sınava girmem için yasal bir engel yoktu, ancak “kazanamazsınız” dediler. Konular çok farklıydı. Aynı yıl içinde tabip odası seçimleri de vardı. On gün arayla sınava da girdim, seçimlere de katıldım. Sınavı ilk sıralarda kazandım. Ankara Tabip odası yönetim kurulu üyeliğine ve genel sekreterliğe seçildim.
Ankara Tabip Odasının En Genç ve İlk Kadın Genel Sekreteriyim
Nuriye Ortaylı ve Füsun Sayek ile birlikte TTB’nin ilk kadın komisyonunu kurduk, Beyaz yürüyüşü yaptık. Ben sıradan bir hekim olarak yaptıklarımla seçildim, hiçbir zaman ideolojik bir duruşum olmadı. En genç ve ilk kadın genel sekreter olarak, kızlık zarı kontrollerine karşı hekim tutumu ve TUS negatifler konularında aktif rol oynadım. TUS kazanamadıkları halde, yurt dışına gidip birkaç ay sonra ülkemize asistan olarak dönenenleri engelledik ve bu haksız durumun önüne geçtik. Oldukça aktif bir dönemdi.