M
mehmetd
Kullanıcı
- 23 Şub 2007
- En iyi cevaplar
- 0
- 0
Güney illerinden birinde, babasın emlâk bürosunda çalışmanın yanı sıra, yerel bir gazetede fahri muhabirlik de yapıyordu.
Haber için girip çıktığı belediyede, evlendirme dairesinde bir sekretere aşık oldu.
Üç aylık mutlu ve heyecanlı serüven, beklenmedik bir sürprizle sarsıldı; sekreter kızın babası, fahri muhabir ile kızı bir arada görmüş ve ikisine birden saldırmıştı.
”Çok rencide olmuştum. Bu tatsızlıktan kurtulmak için evlenmeye karar verdim. Bin bir güçlükle razı ettiğim ailemi kız arkadaşımın evine gönderdim. Ama sevdiğim kızın babası onları soğuk karşılamış, kızı asla vermeyeceğini belirtip, soğuk uğurlamış.”
Aynı hafta içinde, fahri muhabir ile sekreter kız, kararlaştırdıkları gün ve saatte buluşup, kaçtılar.
Yeni bir yuva böyle kuruldu.
”Evliliğimiz ikinci yılı doldurduğunda iki büyük sıkıntımız vardı; birisi kayınpederim hâlâ ve asla bizimle barışmıyordu, ikincisi ise çocuğumuz olmuyordu. Oysa iş olarak tamamen gazeteciliği seçmiş ve profesyonel olmuştum. İstanbul’daki bir ulusal gazeteye de haber göndermeye başlamıştım. Mesleki hayatım yükseldikçe, özel hayatım yerlerde sürünmeye başladı.”
Genç muhabir, çocuğunun olmaması ciddi bir problem haline getirmişti. Üstelik doktora, kontrole, tedaviye karşı çıkıyordu.
Facianın başlayacağı o gece eşi ile şiddetli bir kavga etmiş, iki yıllık evliliğini getirip şu yol ayrımına sürüklemişti:
- Tamam, ben yarın doktora gideceğim. Çocuk konusunda eksiklik bende ise bu konuyu kapatacağım. Değilse, bu iş biter!
”Ertesi günümüz trajik bir Tük filmi gibiydi.
Utana sıkıla kentin tek ürologuna gittim, çünkü beni tanıyordu.
Muayene ve testlerden sonra dedi ki, ’Evet... İnfertilite söz konusu...’ Yani?
Yani’si kısırlıkmış! Yıkıldım. Bir külçe gibi eve doğru kendimi sürükledim. Bu konuda haksız yere eşimi de üzmüş olmanın vicdan azabıyla...”
Muhabirin eşi, kendisi kullanmadığı halde ilk kez kendi eliyle kocasına içki almış, masayı donatmış, mutfakta et pişiriyordu.
Kapın sesini duyunca salona koştu, eşinin boynuna sarıldı:
- Müjde hayatım, hamileyim! İyi bir kutlama yapacağız!
”Sanki eşimin sözlerinin devamı derinlerden geliyordu. Metrelerce aşağılarda bir su kuyusunun dibinden konuşuyormuş gibi, kelimeleri duvarlara çarpa çarpa kulağıma ulaşıyordu: ’Bugün doktora gittim. Ultrason çektirdim. Bak, işte yavrumuzun resmi... yavrumuzun... yavrumuz...’ Sonrası hatırlamıyorum.
Kendime geldiğimde ellerimin kelepçeli olduğunu fark ettim. Polise komşular mı haber verdi, kendim mi gittim, inanın bugün bile bilmiyorum.”
Oysa muhabirin asıl dramı bundan sonra başlıyordu.
Eşini öldürmekten dolayı girdiği hapishanede bir intihar teşebbüsü, kurtarılış, ardından amansız bir hastalığa yakalanış ve tedaviyi reddetme... Bir deri, bir kemik ölümü bekleme...
Çünkü yaşadığı vicdan azabın altından kalkmak mümkün değildi; öldürdüğü eşinin, o meşum cinayet günü, sırf evliliğini kurtarmak için bir arkadaşın ultrason resmini eve getirdiğini öğrendikten sonra...
Sadık Söztutan
Haber için girip çıktığı belediyede, evlendirme dairesinde bir sekretere aşık oldu.
Üç aylık mutlu ve heyecanlı serüven, beklenmedik bir sürprizle sarsıldı; sekreter kızın babası, fahri muhabir ile kızı bir arada görmüş ve ikisine birden saldırmıştı.
”Çok rencide olmuştum. Bu tatsızlıktan kurtulmak için evlenmeye karar verdim. Bin bir güçlükle razı ettiğim ailemi kız arkadaşımın evine gönderdim. Ama sevdiğim kızın babası onları soğuk karşılamış, kızı asla vermeyeceğini belirtip, soğuk uğurlamış.”
Aynı hafta içinde, fahri muhabir ile sekreter kız, kararlaştırdıkları gün ve saatte buluşup, kaçtılar.
Yeni bir yuva böyle kuruldu.
”Evliliğimiz ikinci yılı doldurduğunda iki büyük sıkıntımız vardı; birisi kayınpederim hâlâ ve asla bizimle barışmıyordu, ikincisi ise çocuğumuz olmuyordu. Oysa iş olarak tamamen gazeteciliği seçmiş ve profesyonel olmuştum. İstanbul’daki bir ulusal gazeteye de haber göndermeye başlamıştım. Mesleki hayatım yükseldikçe, özel hayatım yerlerde sürünmeye başladı.”
Genç muhabir, çocuğunun olmaması ciddi bir problem haline getirmişti. Üstelik doktora, kontrole, tedaviye karşı çıkıyordu.
Facianın başlayacağı o gece eşi ile şiddetli bir kavga etmiş, iki yıllık evliliğini getirip şu yol ayrımına sürüklemişti:
- Tamam, ben yarın doktora gideceğim. Çocuk konusunda eksiklik bende ise bu konuyu kapatacağım. Değilse, bu iş biter!
”Ertesi günümüz trajik bir Tük filmi gibiydi.
Utana sıkıla kentin tek ürologuna gittim, çünkü beni tanıyordu.
Muayene ve testlerden sonra dedi ki, ’Evet... İnfertilite söz konusu...’ Yani?
Yani’si kısırlıkmış! Yıkıldım. Bir külçe gibi eve doğru kendimi sürükledim. Bu konuda haksız yere eşimi de üzmüş olmanın vicdan azabıyla...”
Muhabirin eşi, kendisi kullanmadığı halde ilk kez kendi eliyle kocasına içki almış, masayı donatmış, mutfakta et pişiriyordu.
Kapın sesini duyunca salona koştu, eşinin boynuna sarıldı:
- Müjde hayatım, hamileyim! İyi bir kutlama yapacağız!
”Sanki eşimin sözlerinin devamı derinlerden geliyordu. Metrelerce aşağılarda bir su kuyusunun dibinden konuşuyormuş gibi, kelimeleri duvarlara çarpa çarpa kulağıma ulaşıyordu: ’Bugün doktora gittim. Ultrason çektirdim. Bak, işte yavrumuzun resmi... yavrumuzun... yavrumuz...’ Sonrası hatırlamıyorum.
Kendime geldiğimde ellerimin kelepçeli olduğunu fark ettim. Polise komşular mı haber verdi, kendim mi gittim, inanın bugün bile bilmiyorum.”
Oysa muhabirin asıl dramı bundan sonra başlıyordu.
Eşini öldürmekten dolayı girdiği hapishanede bir intihar teşebbüsü, kurtarılış, ardından amansız bir hastalığa yakalanış ve tedaviyi reddetme... Bir deri, bir kemik ölümü bekleme...
Çünkü yaşadığı vicdan azabın altından kalkmak mümkün değildi; öldürdüğü eşinin, o meşum cinayet günü, sırf evliliğini kurtarmak için bir arkadaşın ultrason resmini eve getirdiğini öğrendikten sonra...
Sadık Söztutan