Z
Zynep
Kullanıcı
Aynı anda birden çok kitap okuyorum.
Ancak kısa süreli bir tatile gittim geçen hafta ve yanıma daha önce okumuş olduğum Can Dündar kitapları alıp bir kez daha oudum hepsini 4 günlük zaman diliminde. Kah hüzünlenerek hah gülümseyerek ve daha çok ta düşünerek...
NEREYE/ CAN DÜNDAR
Bu kitapta, çağında yaşananlara meraklı bir yazarın yüzyıl dönüşümünden aktardığı gözlemleri bulacaksız.
Kimi Türkiye’nin en ağır kriz yıllarında kimi terör ve savaş koşaularında yazılmış bu yazıların ortak özelliği, üçüncü bin yılın kundağında geleceğini arayan ademoğulların beynini kurcalayan soru işaretlerini deşmesi...
BÜYÜLÜ FENER/ CAN DÜNDAR
Kayıpsızdır.
Açık denizlerin sisli karanlığında pusulasız, bir ışığa, bir sese hsret gezinir durursunuz; yalnız... umarsız...
Kalabalığın ortasında bir başınasızdır.
Sonra birden bir gong sesi yırtar karanlığı...
Uzak bir fenerin ışığı aydınlanır önünüz sıra...
Gözbebeklerinizi o ışığa kilitler, gözkapaklarızı kırpmadan ışığın çağrısına koşarsız.
Sisler dağılmaya başlar yavaş yavaş...
Neşeli pervane böcekleri gibi ışığına yöneldiğiniz büyülü fener, rengarenk vaatlerle sizi kendine çeker.
O an ne yalnızlığız kalır ne kayıplığız...
Artık, düşler dünyasın geniş ailesine mensupsunuzdur.
Sonra birden fenerin ışığı söner.
Gerisi yeniden karanlık... yalnızlık...
BENİM GENÇLİÄİM/ CAN DÜNDAR
Koca bir labirentin içinde kayıp
”Benim Gençliğim”...
Nedenini bilmediği bir deney için gözleri bağlanmış, elinde bir demir çubukla salıverilmiş meçhul labirentin koridorlarına...
Bir kapı cennete açılıyor, diğeri cehenneme...
Seçtiğimiz yolun sonunda ateşin soluğu yüzümüze değdiğinde can havliyle geri dönüp başka koridorlara sapıyor, cennetin sesine kulak veriyoruz. Biraz ilerlediğimizde cehennem alevleriyle karşılaşıyoruz yeniden...
Gözümüzdeki bağ öyle güçlü ki, ”Bu yoldan geçmiştik”, ”Şurası çıkmaz sokaktı.” diyemiyoruz. Labirentin patikaları bizim gibi yolunu arayan, daha önce gidip dönen, ateşe dokunup pişman olan insanlarla dolu, ama onlarla buluşamıyoruz. Bizi körleştiren bağı söküp atamıyoruz. Labirentin duvarları yıkıp kendi yolumuzu açamıyoruz. Bu çıkmazdan kurtulamıyoruz. Labirent, elimizdeki demir çubukları uğursuz bir mıknatısla çekerek bizi habire eski hatalarımızın koridoruna sokuyor.
Ders almıyoruz, öğrenmiyoruz.
Bağlı gözlerle her kuşakta bildik duvarlara dokunarak çıkış arayan yenik bir ordu gibi, cenneti düşleyerek cehenneme koşuyoruz.
YAÄMURDAN SONRA/ CAN DÜNDAR
Dünyanın küçük bir köye dönme hikayesi, bana Bebek’te sahil kenarında poğaçalarına ve kurabiyelerine hayran olduğum pastanenin kapanıp, yerine bir Amerikan hamburgecisinin açılması hatırlatıyor hep. Yakın bir gelecekte dünyanın her köşesinde aynı marka kot giymiş insanların, aynı hamburgerleri yiyip yanında aynı kolayı içeceklerini, çocukların aynı çizgi filmler ve oyuncaklarla büyüyeceğini ve bizim aynı şirketin bilmemizi istediği haberleri izleyip, görmemizi istemediklerinden bihaber olarak yaşayıp gideceğimizi düşünmek bana ürperti veriyor.
Bu ”küçük köyde” insanlar, CNN’den haber alıp MTV ile dansederek, sadece kola içip hamburger yiyerek ve Aslan Kral’la ağlayıp New York hayvanat bahçesinde doğuran pandayla sevinerek yaşayacaklarsa ben o köyün köylüsü olmak istemiyorum.
... Bebek’teki poğaçacımı geri almak ve kavalımla özgürlük melodileri çalarak, ”global köyü” terketmek istiyorum.
SAVAŞTA NE YAPTIN BABA/ CAN DÜNDAR
Türklere, Kürtlere, Amerikalılara, Iraklılara hitaben yazılmış yazılar...
Kah gemlenemez bir öfkeyle, kah sancılı bir hüzünle karalanan, diklenen, sızlanan ya da haykıran, yayınlandığında bazen meclis koridorlarında, bazen El Cezire televizyonunda okunan, küfredilen ya da alkışlanan, ama bir dönemin kavgası alenen ortaya koyan yazılar...
UZAKLAR/ CAN DÜNDAR
Ah! yollara çıkmak lazım şimdi...
Geride tükenmez krizler, nafile rutinler, virane ilişkiler bırakarak yelkenleri şişirmek lazım...
Doldurup bavula ertelenmiş coşkuları, rüzgarları sırtlmak, martıların peşine düşüp asfalt bilmez topraklara koşmak lazım...
Serseri bir şişede imzasız bir mektup olup meçhul kıyılara vurmak lazım...
Kış bastırdıkça baharın izini sürmek lazım...
Unutulmuş paslı bir hançer gibi çekilmek kından ve yollara sürtündükçe yeniden bilenip ışımak lazım...
Ah! gökten yıldız yağıyordur oralarda; dallar hazdan kırılıyordur.
Şimdi uzaklarda olmak lazım...
Ancak kısa süreli bir tatile gittim geçen hafta ve yanıma daha önce okumuş olduğum Can Dündar kitapları alıp bir kez daha oudum hepsini 4 günlük zaman diliminde. Kah hüzünlenerek hah gülümseyerek ve daha çok ta düşünerek...
NEREYE/ CAN DÜNDAR
Bu kitapta, çağında yaşananlara meraklı bir yazarın yüzyıl dönüşümünden aktardığı gözlemleri bulacaksız.
Kimi Türkiye’nin en ağır kriz yıllarında kimi terör ve savaş koşaularında yazılmış bu yazıların ortak özelliği, üçüncü bin yılın kundağında geleceğini arayan ademoğulların beynini kurcalayan soru işaretlerini deşmesi...
BÜYÜLÜ FENER/ CAN DÜNDAR
Kayıpsızdır.
Açık denizlerin sisli karanlığında pusulasız, bir ışığa, bir sese hsret gezinir durursunuz; yalnız... umarsız...
Kalabalığın ortasında bir başınasızdır.
Sonra birden bir gong sesi yırtar karanlığı...
Uzak bir fenerin ışığı aydınlanır önünüz sıra...
Gözbebeklerinizi o ışığa kilitler, gözkapaklarızı kırpmadan ışığın çağrısına koşarsız.
Sisler dağılmaya başlar yavaş yavaş...
Neşeli pervane böcekleri gibi ışığına yöneldiğiniz büyülü fener, rengarenk vaatlerle sizi kendine çeker.
O an ne yalnızlığız kalır ne kayıplığız...
Artık, düşler dünyasın geniş ailesine mensupsunuzdur.
Sonra birden fenerin ışığı söner.
Gerisi yeniden karanlık... yalnızlık...
BENİM GENÇLİÄİM/ CAN DÜNDAR
Koca bir labirentin içinde kayıp
”Benim Gençliğim”...
Nedenini bilmediği bir deney için gözleri bağlanmış, elinde bir demir çubukla salıverilmiş meçhul labirentin koridorlarına...
Bir kapı cennete açılıyor, diğeri cehenneme...
Seçtiğimiz yolun sonunda ateşin soluğu yüzümüze değdiğinde can havliyle geri dönüp başka koridorlara sapıyor, cennetin sesine kulak veriyoruz. Biraz ilerlediğimizde cehennem alevleriyle karşılaşıyoruz yeniden...
Gözümüzdeki bağ öyle güçlü ki, ”Bu yoldan geçmiştik”, ”Şurası çıkmaz sokaktı.” diyemiyoruz. Labirentin patikaları bizim gibi yolunu arayan, daha önce gidip dönen, ateşe dokunup pişman olan insanlarla dolu, ama onlarla buluşamıyoruz. Bizi körleştiren bağı söküp atamıyoruz. Labirentin duvarları yıkıp kendi yolumuzu açamıyoruz. Bu çıkmazdan kurtulamıyoruz. Labirent, elimizdeki demir çubukları uğursuz bir mıknatısla çekerek bizi habire eski hatalarımızın koridoruna sokuyor.
Ders almıyoruz, öğrenmiyoruz.
Bağlı gözlerle her kuşakta bildik duvarlara dokunarak çıkış arayan yenik bir ordu gibi, cenneti düşleyerek cehenneme koşuyoruz.
YAÄMURDAN SONRA/ CAN DÜNDAR
Dünyanın küçük bir köye dönme hikayesi, bana Bebek’te sahil kenarında poğaçalarına ve kurabiyelerine hayran olduğum pastanenin kapanıp, yerine bir Amerikan hamburgecisinin açılması hatırlatıyor hep. Yakın bir gelecekte dünyanın her köşesinde aynı marka kot giymiş insanların, aynı hamburgerleri yiyip yanında aynı kolayı içeceklerini, çocukların aynı çizgi filmler ve oyuncaklarla büyüyeceğini ve bizim aynı şirketin bilmemizi istediği haberleri izleyip, görmemizi istemediklerinden bihaber olarak yaşayıp gideceğimizi düşünmek bana ürperti veriyor.
Bu ”küçük köyde” insanlar, CNN’den haber alıp MTV ile dansederek, sadece kola içip hamburger yiyerek ve Aslan Kral’la ağlayıp New York hayvanat bahçesinde doğuran pandayla sevinerek yaşayacaklarsa ben o köyün köylüsü olmak istemiyorum.
... Bebek’teki poğaçacımı geri almak ve kavalımla özgürlük melodileri çalarak, ”global köyü” terketmek istiyorum.
SAVAŞTA NE YAPTIN BABA/ CAN DÜNDAR
Türklere, Kürtlere, Amerikalılara, Iraklılara hitaben yazılmış yazılar...
Kah gemlenemez bir öfkeyle, kah sancılı bir hüzünle karalanan, diklenen, sızlanan ya da haykıran, yayınlandığında bazen meclis koridorlarında, bazen El Cezire televizyonunda okunan, küfredilen ya da alkışlanan, ama bir dönemin kavgası alenen ortaya koyan yazılar...
UZAKLAR/ CAN DÜNDAR
Ah! yollara çıkmak lazım şimdi...
Geride tükenmez krizler, nafile rutinler, virane ilişkiler bırakarak yelkenleri şişirmek lazım...
Doldurup bavula ertelenmiş coşkuları, rüzgarları sırtlmak, martıların peşine düşüp asfalt bilmez topraklara koşmak lazım...
Serseri bir şişede imzasız bir mektup olup meçhul kıyılara vurmak lazım...
Kış bastırdıkça baharın izini sürmek lazım...
Unutulmuş paslı bir hançer gibi çekilmek kından ve yollara sürtündükçe yeniden bilenip ışımak lazım...
Ah! gökten yıldız yağıyordur oralarda; dallar hazdan kırılıyordur.
Şimdi uzaklarda olmak lazım...