G
GulsahToptas
Kullanıcı
Doğan Cüceloğlu
Geçenlerde yağmur çiselerken Esentepe’de Toprak Holding binası önünde akşamüstü yoğun trafikte bir araba yol ortasında durdu ve dışarı çıkan kırk yaşlarında bir adam yandaki arabaya el işareti yaparak durdurdu. Durdurduğu arabayı bir kadın kullanıyordu. Trafik tıkandı ve arkadaki arabalar koro halinde korna çalmaya başladılar.
Adam neye kızmıştı ve arabasından fırlayarak geldiğine göre acaba kadına ne yapacaktı? El kol hareketleri yaparak kadının olduğu yerde durmasını istiyordu. Daha sonra arabanın önüne gitti ve eğilerek aşağıya baktı. Sonra kendi arabasının önüne gitti ve eğilerek kendi arabasının altına baktı.
Acaba bunlar çarpıştılar da ben mi görmedim; adam hasar tespiti mi yapıyor, diye düşündüm.
O sırada benim bulunduğum arabayı kullanan arkadaşım Yavuz, “Ya, bravo adama. İyi ki o gördü!” dedi. Tam o sırada bir kedi yavrusunun korkak ve çaresiz miyavlamasını duydum.
Adam kedi yavrusunu yakalamaya çalıştıkça kedi korkuyor ve arabanın tekerleklerinin tam ortasına doğru gidiyordu. Yükselen korna seslerine hiç aldırış etmeden adam kedi yavrusunun peşine düştü. Çevredekiler toplandılar ve durumu anladılar ve herkes çözümün bir parçası haline geldi. Tam bir ekip anlayışı içinde herkes hedefe odaklandı, bazı arabalara, “Sen hafif ileriye al, yavaş yavaş git; sen kıpırdama,” denerek kedinin etrafında bir çember oluşturuldu. Bu sırada korna sesleri azalmaya başladı ve bir süre sonra tamamen durdu.
Nihayet biri kediyi yakaladı ve orada duran bir esnaf kediyi onun elinden aldı; her ikisinin de yüzünde gülümseme vardı. Esnaf kediye bir şeyler söyleyerek aldı götürdü.
Trafiği kesen adam arabasına binerek yoluna devam etti; biz de yolumuza koyulduk trafik açıldı.
İçimde hoş bir duygu oluştu.
Yavuz’a sordum, onun içinde de adını koyamadığımız hoş bir duygu vardı. “İyi” bir şey olmuştu. “Kötü” bir şeyin olması engellenmişti. Memnunduk.
Kaç gündür bu hoş duygunun adını koyamıyorum ama sürekli beni düşündürüyor; aslında düşünmüyorum, her halde daha doğru bir ifade, “sürekli içimde öylesine oturdu duruyor,” demek olur.
Olan “iyi” şey neydi?
Biliyorum ben duygusal bir adamım ve kolayca etkilenirim; o nedenle gençliğimde bazı ortamlarda bu yönüm alay konusu olmuştur. Duygusal bir tavır mı söz konusu?
Ama benim ve Yavuz gibi oradaki herkes elde edilen sonuçtan mutluydu ve hep birlikte kendiliğinden oluşan bir ekibin temel duygusu “iyi” bir iş yaptıklarıydı. Bu paylaşılan bir duyguydu.
Kedi kutsal bir varlık değil; o nedenle kutsal bir hayvanı kurtarmış olmaktan kaynaklanan bir duygu olamaz.
Kedi ülkemizde az bulunan nadir bir hayvan değil; o nedenle nadir bir hayvanı kurtarmış olmaktan kaynaklanan bir duygu olamaz.
Köylerde kasabalarda fareleri yakaladığı için kedi beslenirdi; ama şimdi o işlevi için kentlerde kedi beslenmiyor. Sanırım hiç kimse yararlı, işe yarayan, ekonomik değeri olan bir yaratığı kurtardığını düşünmüyordu.
Peki, “iyi” bir şey yaptığını düşünen bu insanların hoş duygularının temelinde ne yatıyordu?
İçimde sürekli oturan bu olay beni niye bu kadar etkiledi ve bu duygunun temelinde ne var?
Bana göre bir “can” kurtarılmıştı. Oradaki diğer “can”lar elbirliğiyle çaresiz, korkmuş, kendini tehlikeli bir ortamda bulan ve ne yapacağını bilemeyen bir “can”ı fark etmiş ve kurtarmışlardı.
Doğrudan kendine hiçbir çıkar sağlamayan ama evrenin tümüne yönelik yararlı bir şey yaptığı zaman insan “iyi” bir şey yaptığını hissediyor ve içini hoş bir duygu kaplıyor.
Bu duygu davranışı yapan, o davranışın bir parçası olarak ekipte yer alan insanlarda daha güçlü olsa gerek; ama o olaya tanık olan insanlarda da, örneğin ben de ve Yavuz’da da oluştu.
Bu olay üzerinde daha sonra düşündüm ve o ortamda paylaşılan bir değerin var olduğu kanısına ulaştım. Var olan ve paylaşılan değer “can”dı, “yaşam”dı. “Canın yaşamı” korunmaya, kurtarılmaya, zahmete girmeye değer kılınmıştı.
Düşündükçe şunun farkına vardım; can bir değer olmaktan çıkarsa zamanla hayatta mevcut her şey anlamını kaybeder: aileler, çocuklar, eğitim, okullar, meslekler, işler, eğlence yerleri, hepsi anlamını kaybeder.
Ve şunun da farkına vardım: canın büyüğü küçüğü veya türü yok; can candır. Canı önemsemek yaşamı onaylamaktır.
O gün birbirini tanımayan sıradan insanların kendiliğinden elbirliğiyle bir canı kurtarması içimde çok hoş duygular uyandırdı. O gün orada “iyi” bir şey yapıldı. Bir kedi yavrusunun canını önemseyen insanlarımıza kendimi çok yakın hissettim, onlarla aynı ülkenin çocuğu olmaktan gurur duydum.
Geçenlerde yağmur çiselerken Esentepe’de Toprak Holding binası önünde akşamüstü yoğun trafikte bir araba yol ortasında durdu ve dışarı çıkan kırk yaşlarında bir adam yandaki arabaya el işareti yaparak durdurdu. Durdurduğu arabayı bir kadın kullanıyordu. Trafik tıkandı ve arkadaki arabalar koro halinde korna çalmaya başladılar.
Adam neye kızmıştı ve arabasından fırlayarak geldiğine göre acaba kadına ne yapacaktı? El kol hareketleri yaparak kadının olduğu yerde durmasını istiyordu. Daha sonra arabanın önüne gitti ve eğilerek aşağıya baktı. Sonra kendi arabasının önüne gitti ve eğilerek kendi arabasının altına baktı.
Acaba bunlar çarpıştılar da ben mi görmedim; adam hasar tespiti mi yapıyor, diye düşündüm.
O sırada benim bulunduğum arabayı kullanan arkadaşım Yavuz, “Ya, bravo adama. İyi ki o gördü!” dedi. Tam o sırada bir kedi yavrusunun korkak ve çaresiz miyavlamasını duydum.
Adam kedi yavrusunu yakalamaya çalıştıkça kedi korkuyor ve arabanın tekerleklerinin tam ortasına doğru gidiyordu. Yükselen korna seslerine hiç aldırış etmeden adam kedi yavrusunun peşine düştü. Çevredekiler toplandılar ve durumu anladılar ve herkes çözümün bir parçası haline geldi. Tam bir ekip anlayışı içinde herkes hedefe odaklandı, bazı arabalara, “Sen hafif ileriye al, yavaş yavaş git; sen kıpırdama,” denerek kedinin etrafında bir çember oluşturuldu. Bu sırada korna sesleri azalmaya başladı ve bir süre sonra tamamen durdu.
Nihayet biri kediyi yakaladı ve orada duran bir esnaf kediyi onun elinden aldı; her ikisinin de yüzünde gülümseme vardı. Esnaf kediye bir şeyler söyleyerek aldı götürdü.
Trafiği kesen adam arabasına binerek yoluna devam etti; biz de yolumuza koyulduk trafik açıldı.
İçimde hoş bir duygu oluştu.
Yavuz’a sordum, onun içinde de adını koyamadığımız hoş bir duygu vardı. “İyi” bir şey olmuştu. “Kötü” bir şeyin olması engellenmişti. Memnunduk.
Kaç gündür bu hoş duygunun adını koyamıyorum ama sürekli beni düşündürüyor; aslında düşünmüyorum, her halde daha doğru bir ifade, “sürekli içimde öylesine oturdu duruyor,” demek olur.
Olan “iyi” şey neydi?
Biliyorum ben duygusal bir adamım ve kolayca etkilenirim; o nedenle gençliğimde bazı ortamlarda bu yönüm alay konusu olmuştur. Duygusal bir tavır mı söz konusu?
Ama benim ve Yavuz gibi oradaki herkes elde edilen sonuçtan mutluydu ve hep birlikte kendiliğinden oluşan bir ekibin temel duygusu “iyi” bir iş yaptıklarıydı. Bu paylaşılan bir duyguydu.
Kedi kutsal bir varlık değil; o nedenle kutsal bir hayvanı kurtarmış olmaktan kaynaklanan bir duygu olamaz.
Kedi ülkemizde az bulunan nadir bir hayvan değil; o nedenle nadir bir hayvanı kurtarmış olmaktan kaynaklanan bir duygu olamaz.
Köylerde kasabalarda fareleri yakaladığı için kedi beslenirdi; ama şimdi o işlevi için kentlerde kedi beslenmiyor. Sanırım hiç kimse yararlı, işe yarayan, ekonomik değeri olan bir yaratığı kurtardığını düşünmüyordu.
Peki, “iyi” bir şey yaptığını düşünen bu insanların hoş duygularının temelinde ne yatıyordu?
İçimde sürekli oturan bu olay beni niye bu kadar etkiledi ve bu duygunun temelinde ne var?
Bana göre bir “can” kurtarılmıştı. Oradaki diğer “can”lar elbirliğiyle çaresiz, korkmuş, kendini tehlikeli bir ortamda bulan ve ne yapacağını bilemeyen bir “can”ı fark etmiş ve kurtarmışlardı.
Doğrudan kendine hiçbir çıkar sağlamayan ama evrenin tümüne yönelik yararlı bir şey yaptığı zaman insan “iyi” bir şey yaptığını hissediyor ve içini hoş bir duygu kaplıyor.
Bu duygu davranışı yapan, o davranışın bir parçası olarak ekipte yer alan insanlarda daha güçlü olsa gerek; ama o olaya tanık olan insanlarda da, örneğin ben de ve Yavuz’da da oluştu.
Bu olay üzerinde daha sonra düşündüm ve o ortamda paylaşılan bir değerin var olduğu kanısına ulaştım. Var olan ve paylaşılan değer “can”dı, “yaşam”dı. “Canın yaşamı” korunmaya, kurtarılmaya, zahmete girmeye değer kılınmıştı.
Düşündükçe şunun farkına vardım; can bir değer olmaktan çıkarsa zamanla hayatta mevcut her şey anlamını kaybeder: aileler, çocuklar, eğitim, okullar, meslekler, işler, eğlence yerleri, hepsi anlamını kaybeder.
Ve şunun da farkına vardım: canın büyüğü küçüğü veya türü yok; can candır. Canı önemsemek yaşamı onaylamaktır.
O gün birbirini tanımayan sıradan insanların kendiliğinden elbirliğiyle bir canı kurtarması içimde çok hoş duygular uyandırdı. O gün orada “iyi” bir şey yapıldı. Bir kedi yavrusunun canını önemseyen insanlarımıza kendimi çok yakın hissettim, onlarla aynı ülkenin çocuğu olmaktan gurur duydum.