BEYAZ DUA..

  • Konbuyu başlatan payro
  • Başlangıç tarihi

Konu hakkında bilgilendirme

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Edebiyat kategorisinde payro tarafından oluşturulan BEYAZ DUA.. başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 4,202 kez görüntülenmiş, 4 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Edebiyat
Konu Başlığı BEYAZ DUA..
Konbuyu başlatan payro
Başlangıç tarihi
Cevaplar
Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan ibrahim
P

payro

Kullanıcı
23 Eyl 2006
En iyi cevaplar
0
0
istanbul
www.ismailpeker.ozelsayfam.com
Mecnun’suz bir leyle-i Leylâ’da, kar yağarken sokaklara, düşlerim üşüyor gizlice. Kafam kurulu bir saat gibi. Hep aynı yerde ve hep aynı zamanda ve hep aynı şeyleri sorguluyor. Zorlu bir süreçti. Bitmişti. O’nun deyimiyle çok acı çekmiştim. Yani acılarıma değmiştim. O, olması gerekendi; ya bu? Buna ne demeli? İkinci ve daha zorlu bir süreç. Bu sefer gerçekten yalnızdım. O çekip gitmişti. Cebinde korkuları vardı. Evini çantasında, yüreğini kafasında taşıyan çocuk yoktu artık.
Taksim’in insan kokan, isyan tüten caddelerinde, saatler tam akşamı gösterirken, korku, ümit ve heyecan sağanağı altındaki buluşmalarımız, sararmış mektuplardan süzülen yalnızlıklara dönüşmüştü çoktan.

’Nereye gidelim’, rutin sorusu sorulur. (Önce içecek birşeyler alınmalı. Caddenin başında ve ortasında bulunan bayilerden birine insiyaki bir hareketle yönelinir. O şey alır. Paranın üstü intizamsız ve gayri ihtiyari bir biçimde çantanın ön tarafına atılır.)

Soru hâlâ cevapsızdır.

- Nereye gidiyoruz?

Açıkçası -kapalısı neyse- ben buraları fazla bilmiyorumların arkasına şemsiyesiz bir yağmur vakti gibi sığışlar.

Ben de bilmiyorum, itirafları.

Başımız ayaklarımıza ram olmuş. Sürükleniyoruz biteviye. Nereye? Her zamanki gibi. Karar verilmiştir.

Bizim dışımızda. Bizim için.

Gidilir. Önce çantalarımıza ve montlarımıza yer bulunur. Onlar itina ile yerleştirilir. Bulundukları yerde bizim hiç ulaşamayacağımız huzura terk edilir. Sonra o, ya da değişen her günle ben otururuz. Ki mesafe fazla olmamalı. Mutlaka. Seslerimiz birbirine değmeli, ellerimizin aksine. Mesafe önemli. Hem de çok. Duyabileceğimiz kadar yakın, dokunamayacağımız kadar uzakken birbirimize, beklenen soru ve çoğu zaman beklenmeyen cevapla yolculuk başlar.

- Nasıldı günün?

- ..............

- Nasıldı dünün?

- ................

Di’li geçmiş zamanlardan soğuk bir esinti. Dün ve gün arasında hiç olmayan benzerlik, di’li geçmiş zamanlara ait soru ekiyle var edilmeye çalışılıyordu. Dün güne ait, günse yarına ait anlamsız sorularla süsleniyorsa; ne düne, ne güne ne de yarına dair söyleyecek bir şey bulamıyordunuz. Yapacağız tek şey, bütün anlamalarızı yok eden bir anlamsızlıkla ruhunuzun derinliklerinde gezinen bir çift bakışta, gecikmiş bir imdat çağrısı başlatmaktır.

Parmaklarız bir türlü çözülemeyen dilinize tercüman birbiriyle kenetlenince ve siz kelimeleri derin bir kuyudan çıkarır gibi olunca...

Soru değiştirilir ansızın. Kışın bahara inkılabı gibi ilk önce ince ve derinden bir sızı ile sarsılır yüreğiniz. Anlatmaya başlarsız. Ki aslında anlattıklarız asla anlatmak istemeyeceklerinizdir. Kurulu cümleleriniz, savruk, hercai ve kırılgan bir sonbahar gibi terketmiştir sizi. Dudaklarızdan dökülen ağırbaşlı bir kıştır oysa. Korkunç ayazı, bitmeyen yağmurları ve hiç doğmayan güneşi ile bir kış masalı anlatmaya başlarsız...

- ....Çocuktum... Yağmurla dans eder, gökkuşağı ile evcilik oynardım. Rüzgâr saçlarımı tarar, güneş gülümser ve dolunaysız asla uyumazdım. Yıldızlardan mısralar okurdum da kimseler duymazdı beni. Tıpkı bir portakal ağacın altında ağladığımda gözyaşlarımı kimsenin görmediği gibi. Yani...

Üç nokta ile başlayınca cümlelerinize, nokta koyamamıştız yine.

Ve aslında siz başlarken bitmiştir her şey ..

O, meşrubatı çoktan bitirmiştir. Sizinki ise bir türlü sonu gelmeyen öyküleriniz gibi hep yarımdır. Siz öykünüzü tamamlamaya çalışırken...

- Meşrubatı içmeyecek misin?

- Alabilirsin.

Yarım kalan meşrubatız, bir başka bardağın misafiri olurken, siz sadece kendinize misafir olabilirdiniz.

- Haftaya görüşelim.

- Tamam ..

- Ararsın beni.

- Tamam ..

Bu tamamlar benim mi? Bunca ’hayır’ demişken her şeye.

Tamam. Tamam. Tamam. Her şeye tamam. Sorgusuz. Sualsiz. Bu baş eğiş niye? Tam da yeni bir soruya hazırlarken kendinizi...

- Kalkalım mı?

- Kalkalım.

Eliniz çoktan cebinize ulaşmıştır bile. Eğer unutmadıysanız tabii. Akşamın, mesafenin, soruların, cevapların, yalnızlığın, sükûtun, gözyaşların bedeli ödenir sessizce. Huzura terk edilmiş montlarızı büyük bir huzursuzlukla sırtıza alırsız. Omuzladığız, gençliğinizdir aslında.

- Hoşçakal.

Zoraki bir tebessüm, dudaklarızın kenarında. Dokunsanız yok olacak sanki.

- Hoşçakal. Kendine iyi bak.

- Sen de...

Son kelime boşlukta yankılanır gibi çınlar kulaklarızda. Acın fiziği aşıp metafizik bir dokunuşla ruhunuza değdiği andır. İçiniz, hiçbir zaman gül mevsimi olmamış içiniz, bir çocuk gibi ağlamaya başlar. Oysa gözlerinizde bir damla yaş yoktur. Taksim asırlık yalnızlığı boca ederken üzerinize, siz montunuza daha sıkı sarılırsız. Güneşin sırrı gizlediği yıldızlar, bir bir gülümserken gökyüzünde, anlarsız gecenin başlamış olduğunu.

Mevsim kış. Dudaklarızda beyaz bir dua. Ve yalnızsız bir gece daha...

Saygılarımla;

 
 
E

emine38

Kullanıcı
5 Nis 2007
En iyi cevaplar
0
0
paylaşımız için teşekkürler,çok güzeldi.
 
M

minrar

Kullanıcı
18 May 2007
En iyi cevaplar
0
0
Bencede  çok güsel bi yazı  :) ;)teşekkürler
 
Üst