Ö
ölüdeniz
BAMBU AĞACI VE ÇOCUK
Çocuk tıpkı bambu ağacı gibidir. Önce hiçbir şey belli etmez. Fakat daha sonraları, sulandıkça ürün ortaya çıkar. Çinlilerin “Hayat Ağacı” adını verdikleri Bambu Ağacı’nın ilkin tohumu ekilir. Su verilir, gübrelenir. Toprağa atılan Bambu tohumu birinci yılda herhangi bir hareket göstermez. Tohum yeniden sulanır ve gübrelenir. Bambu tohumu ikinci yılda da toprağın altındadır, herhangi bir hareket göstermez. Üçüncü yılda da tohum sulanır ve gübrelenir. Yine hareket yoktur. Dördüncü yılda da aynı işlem yapılır, suyu verilir, gübresi verilir. Fakat tohum inat eder, sanki Çinliler sabırlı insanlardır. Beşinci yılda aynı işlemi tekrar ederler, tohumu beslemeyi sürdürürler. Nihayetinde 5 yıl boyunca hareket etmeyen Bambu tohumu 6’ncı yıla girerken yeşermeğe başlar, harcanan emeklerin karşılığını o kadar hızla verir ki, 5 yıl hiç kıpırdamayan tohum 1 ay gibi kısa bir sürede, sıkı durun!.. Tam 27 metreye ulaşır… Neredeyse bir minare boyudur bu.
Peki bu Bambu Ağacı 27 metreye 5 yılda mı ulaştı, yoksa 1 ayda mı? Elbette ki 5 yılda. 5 yıl boyunca suyu verilmeseydi, gübresi serpilmeseydi 1 ay gibi kısa sürede büyür müydü?
Ben, çocuğu Bambu Ağacı’na benzetiyorum. Çocuk emek ister, sabır ister. Ama bu emek ve sabırlardan sonra da bir anda inkişaf eder, etrafının gurur kaynağı olur, tabii önce anne babanın.
“Kim demiş Çocuk Küçük Bir Şeydir
Bir Çocuk Belki En Büyük Şeydir”
diyor Şair Abdülhak Hamit Tarhan. Bir tohum bence 27 metre boyundadır, bir çocuk benim gözümde devdir. Yeter ki sulansın, gübresi verilsin.
Nasıl ki Bambu Ağacı’nın yetiştiricisi çiftçiyse, çocuğun çiftçisi de anne babasıdır.
365 adım uzun bir yol gibi görünür. Oysa bir ömür göz önüne getirildiğinde 365 adım çok kısa bir süredir. Çünkü çocuğun hayatın da nice 365 günler geçecektir. Eğer bu 365 günlerin mutlu ve başarılı olması isteniliyorsa sıralayacağım 365 adımı lütfen anne babalar olarak dikkatle takip ediniz.
DİSİPLİN NEDİR? DEMOKRASİ NEDİR?
Toplumdaki herhangi bireye sorulsa acaba ne cevap verir? Sizi duyar gibi oluyorum. Şimdi bana diyorsunuz ki, “Canım bu soruyu birey ne bilsin, uzmana sormanız lâzım”. Ben de size diyorum ki, “Toplumdaki her birey annedir, babadır. Her anne baba uzmandır, uzman olmak zorundadır. Nasıl mı? Okuyarak. Hiçbir gerekçe ve mazeret okumanın önünde engel değildir. Nice kahramanlar savaşlarda dahi açıp kitap okumuşlardır. Her anne baba kitap okumak zorundadır. Her anne baba disiplin ve demokrasinin ne anlama geldiğini ve nasıl uygulanması gerektiğini bilmek zorundadır.”
Disiplin katı kurallar demek değildir; asık suratlılık da değildir, olmamalıdır.
Demokrasi (Aile içi demokrasisi) mutlak özgürlük, sınırsız yapabilirlik demek değildir, böyle olmamalıdır da.
Hoşgörüsüzlüğün, şiddet, kavga ve kargaşanın olduğu bir ailede çocuk huzurlu yetişemez. O da saldırgan ve hoşgörüsüz olur. Bu zafiyet çocuğu kötü alışkanlıklara iter. Esrar, eroin, alkol gibi.
Çarpık ve istikrarsız özgürlüğün yaşandığı ailede manevi oto kontroller sıfırdır. Bu özgürlüğün marifet olduğu sanılır. Anne baba çocuğunu mutlu, serbest ve özgür yetiştirdiğini zanneder. Oysa bu tür ailelerde iletişim karmaşık hâle gelir. Kimin ne dediği anlaşılmaz. Sükûnet ve konsantre durumu yoktur. Bu zafiyet çocuğu kötü alışkanlıklara iter; esrar, alkol, sigara gibi.
Ara, tenha sokaklar, köprü altları, uygunsuz mekânlar, bu tür ailelerde çarpık yetiştirilmiş çocuklarla doludur. Bu çocuklarımız ya aşırı demokrasinin kurbanıdırlar, ya da aşırı disiplinin.
Demokrasinin de disiplinin de özü şefkat olmalıdır. Toplum içi şiddeti, anarşiyi ve şımarıklığı doğuran serbestliğin hiç de gereği yoktur. Asıl olan toplumların kendi iç dinamikleridir, kendi özleridir, kendi iç vicdanlarıdır. Büyük önder Atatürk’ün yıllar önce söylediği şu ifadeler kayda değerdir: “Biz şu veya bu değiliz. Biz izmlerden anlamayız. Biz ne isek oyuz. Biz biziz… Biz doğrudan doğruya milletperveriz ve Türk Milliyetçisiyiz.” (Başbuğ Atatürk. Ali Koç, Yusuf Koç. Kamu Birlik Hareketi Eğitim Yayınları)
Atatürk, Türk ailesine, “Ben ne isem oyum” derken “Öz kültür” mesajını vermek istemiştir. Türk aileleri çocukların başarı ve huzuru için öz kültür, milli gelenek ve mukaddesatını çağın gerekleriyle yoğurmalıdır. Çocuklarımızın dimağlarının yegâne ilacı Türk kültür ve mukaddesatıyla yetişmeleridir.
365 Altın Anahtar’a geçmeden önce bir öykü nakletmek istiyorum:
Genç delikanlı eliyle gözlerinin nemini silerken sanki “Suçlu ben değilim, bana sebep olanlardır” der gibiydi.
Hâkim:
—Bak delikanlı! Babanı tanıyordum. Ünlü bir yazardı. Onu hatırlıyor musun?
Delikanlı:
—Onu çok iyi hatırlıyorum, diye cevap vermiş.
Hâkim çocuğu biraz daha yoklamak istemiş ve şöyle demiş:
—Mahkûm ediliyorsun. Yıllarca demir parmaklıklar ardında ömür tüketeceksin. Baban mükemmel bir insandı. Onun hakkında ne hatırlıyorsun?
Genç delikanlı biran daldı, sonra başını kaldırdı, cevap verdi:
—Babamla konuşmak için her yanına yaklaştığımda, yazdığı kitaptan başını kaldırarak bana bakar ve “Git başımdan, çok meşgulüm” derdi. Annem de, “Rahatsız etme babanı” derdi.
Çocuğun gözleri yine yaşardı ve anlatmaya devam etti:
—Ona arkadaşlık etmek için yaklaştığımda bana dönerek, “Çek git başımdan, bu kitabı bitirmeliyim!” derdi. Hâkim bey belki siz onu büyük bir yazar olarak hatırlarsınız, fakat ben onu kaybedilmiş bir arkadaş olarak hatırlıyorum.
Bu cevap karşısında Hâkim’in dudaklarından şu cümle döküldü:
—Çok yazık! Kitabını bitirdi ama oğlunu kaybetti!
ÖMER FARUK RECA
Çocuk tıpkı bambu ağacı gibidir. Önce hiçbir şey belli etmez. Fakat daha sonraları, sulandıkça ürün ortaya çıkar. Çinlilerin “Hayat Ağacı” adını verdikleri Bambu Ağacı’nın ilkin tohumu ekilir. Su verilir, gübrelenir. Toprağa atılan Bambu tohumu birinci yılda herhangi bir hareket göstermez. Tohum yeniden sulanır ve gübrelenir. Bambu tohumu ikinci yılda da toprağın altındadır, herhangi bir hareket göstermez. Üçüncü yılda da tohum sulanır ve gübrelenir. Yine hareket yoktur. Dördüncü yılda da aynı işlem yapılır, suyu verilir, gübresi verilir. Fakat tohum inat eder, sanki Çinliler sabırlı insanlardır. Beşinci yılda aynı işlemi tekrar ederler, tohumu beslemeyi sürdürürler. Nihayetinde 5 yıl boyunca hareket etmeyen Bambu tohumu 6’ncı yıla girerken yeşermeğe başlar, harcanan emeklerin karşılığını o kadar hızla verir ki, 5 yıl hiç kıpırdamayan tohum 1 ay gibi kısa bir sürede, sıkı durun!.. Tam 27 metreye ulaşır… Neredeyse bir minare boyudur bu.
Peki bu Bambu Ağacı 27 metreye 5 yılda mı ulaştı, yoksa 1 ayda mı? Elbette ki 5 yılda. 5 yıl boyunca suyu verilmeseydi, gübresi serpilmeseydi 1 ay gibi kısa sürede büyür müydü?
Ben, çocuğu Bambu Ağacı’na benzetiyorum. Çocuk emek ister, sabır ister. Ama bu emek ve sabırlardan sonra da bir anda inkişaf eder, etrafının gurur kaynağı olur, tabii önce anne babanın.
“Kim demiş Çocuk Küçük Bir Şeydir
Bir Çocuk Belki En Büyük Şeydir”
diyor Şair Abdülhak Hamit Tarhan. Bir tohum bence 27 metre boyundadır, bir çocuk benim gözümde devdir. Yeter ki sulansın, gübresi verilsin.
Nasıl ki Bambu Ağacı’nın yetiştiricisi çiftçiyse, çocuğun çiftçisi de anne babasıdır.
365 adım uzun bir yol gibi görünür. Oysa bir ömür göz önüne getirildiğinde 365 adım çok kısa bir süredir. Çünkü çocuğun hayatın da nice 365 günler geçecektir. Eğer bu 365 günlerin mutlu ve başarılı olması isteniliyorsa sıralayacağım 365 adımı lütfen anne babalar olarak dikkatle takip ediniz.
DİSİPLİN NEDİR? DEMOKRASİ NEDİR?
Toplumdaki herhangi bireye sorulsa acaba ne cevap verir? Sizi duyar gibi oluyorum. Şimdi bana diyorsunuz ki, “Canım bu soruyu birey ne bilsin, uzmana sormanız lâzım”. Ben de size diyorum ki, “Toplumdaki her birey annedir, babadır. Her anne baba uzmandır, uzman olmak zorundadır. Nasıl mı? Okuyarak. Hiçbir gerekçe ve mazeret okumanın önünde engel değildir. Nice kahramanlar savaşlarda dahi açıp kitap okumuşlardır. Her anne baba kitap okumak zorundadır. Her anne baba disiplin ve demokrasinin ne anlama geldiğini ve nasıl uygulanması gerektiğini bilmek zorundadır.”
Disiplin katı kurallar demek değildir; asık suratlılık da değildir, olmamalıdır.
Demokrasi (Aile içi demokrasisi) mutlak özgürlük, sınırsız yapabilirlik demek değildir, böyle olmamalıdır da.
Hoşgörüsüzlüğün, şiddet, kavga ve kargaşanın olduğu bir ailede çocuk huzurlu yetişemez. O da saldırgan ve hoşgörüsüz olur. Bu zafiyet çocuğu kötü alışkanlıklara iter. Esrar, eroin, alkol gibi.
Çarpık ve istikrarsız özgürlüğün yaşandığı ailede manevi oto kontroller sıfırdır. Bu özgürlüğün marifet olduğu sanılır. Anne baba çocuğunu mutlu, serbest ve özgür yetiştirdiğini zanneder. Oysa bu tür ailelerde iletişim karmaşık hâle gelir. Kimin ne dediği anlaşılmaz. Sükûnet ve konsantre durumu yoktur. Bu zafiyet çocuğu kötü alışkanlıklara iter; esrar, alkol, sigara gibi.
Ara, tenha sokaklar, köprü altları, uygunsuz mekânlar, bu tür ailelerde çarpık yetiştirilmiş çocuklarla doludur. Bu çocuklarımız ya aşırı demokrasinin kurbanıdırlar, ya da aşırı disiplinin.
Demokrasinin de disiplinin de özü şefkat olmalıdır. Toplum içi şiddeti, anarşiyi ve şımarıklığı doğuran serbestliğin hiç de gereği yoktur. Asıl olan toplumların kendi iç dinamikleridir, kendi özleridir, kendi iç vicdanlarıdır. Büyük önder Atatürk’ün yıllar önce söylediği şu ifadeler kayda değerdir: “Biz şu veya bu değiliz. Biz izmlerden anlamayız. Biz ne isek oyuz. Biz biziz… Biz doğrudan doğruya milletperveriz ve Türk Milliyetçisiyiz.” (Başbuğ Atatürk. Ali Koç, Yusuf Koç. Kamu Birlik Hareketi Eğitim Yayınları)
Atatürk, Türk ailesine, “Ben ne isem oyum” derken “Öz kültür” mesajını vermek istemiştir. Türk aileleri çocukların başarı ve huzuru için öz kültür, milli gelenek ve mukaddesatını çağın gerekleriyle yoğurmalıdır. Çocuklarımızın dimağlarının yegâne ilacı Türk kültür ve mukaddesatıyla yetişmeleridir.
365 Altın Anahtar’a geçmeden önce bir öykü nakletmek istiyorum:
Genç delikanlı eliyle gözlerinin nemini silerken sanki “Suçlu ben değilim, bana sebep olanlardır” der gibiydi.
Hâkim:
—Bak delikanlı! Babanı tanıyordum. Ünlü bir yazardı. Onu hatırlıyor musun?
Delikanlı:
—Onu çok iyi hatırlıyorum, diye cevap vermiş.
Hâkim çocuğu biraz daha yoklamak istemiş ve şöyle demiş:
—Mahkûm ediliyorsun. Yıllarca demir parmaklıklar ardında ömür tüketeceksin. Baban mükemmel bir insandı. Onun hakkında ne hatırlıyorsun?
Genç delikanlı biran daldı, sonra başını kaldırdı, cevap verdi:
—Babamla konuşmak için her yanına yaklaştığımda, yazdığı kitaptan başını kaldırarak bana bakar ve “Git başımdan, çok meşgulüm” derdi. Annem de, “Rahatsız etme babanı” derdi.
Çocuğun gözleri yine yaşardı ve anlatmaya devam etti:
—Ona arkadaşlık etmek için yaklaştığımda bana dönerek, “Çek git başımdan, bu kitabı bitirmeliyim!” derdi. Hâkim bey belki siz onu büyük bir yazar olarak hatırlarsınız, fakat ben onu kaybedilmiş bir arkadaş olarak hatırlıyorum.
Bu cevap karşısında Hâkim’in dudaklarından şu cümle döküldü:
—Çok yazık! Kitabını bitirdi ama oğlunu kaybetti!
ÖMER FARUK RECA