E
eftelya
Kullanıcı
Mevcutla yetinmek, yeniliklere kapalı kalmak demektir. Hâlbuki inkişaf ve terakki için düşünce ve aksiyonun kol kola yürümesi ve hep daha iyinin aranması gereklidir. Bu arayış içinde olmayan insanların alternatif bulmaları, üretkenlik ve verimliliği artırmaları, sürat çağındaki gelişmelere ayak uydurmaları ve bunlara yön vermeleri mümkün değildir.
Eğitimdeki klasik anlayışa göre, bilgi edinmek yeterlidir, fakat artık bu anlayışın modası geçmiştir. Bilgileri nerede, nasıl ve ne zaman kullanacağını bilmeyen bir insan, ne kadar çok şey bilirse bilsin tesirli olamaz. Eğer bizler belli bir konuda, mükemmel ve yeterli bir bilgiye sahip olabilseydik, düşünmeye gerek kalmazdı. Ancak böyle mükemmel bir malûmata ulaşmak çok zor olduğu için, çoğu zaman bilgi azlığını düşünme fazlalığıyla telâfi etmeye çalışırız. Demek ki, yeterli bilgiye sahip olmak kadar iyi düşünebilmek de önemlidir.
Aktif düşünebilmek için, klasik düşünme alışkanlıklarından kurtulmamız gereklidir. Artık müzakerelerin münakaşalara dönüşmesine son verilmelidir. Tabii bunun için diyalektiğe dayalı düşünme alışkanlıklarının kaynağını fark etmemiz lazımdır. Bilindiği gibi, batının “Orta Çağ”ında, düşünme ve öğrenme, kilisenin tekelindeydi. Kilise okulları idare, düşünürleri istihdam ediyordu. Bu düşünürlerin görevi, o devirdeki dini düşünceyi müdafaa etmekti. Bunu da “mürtedler”e saldırarak yapmaya çalışıyorlardı. Ancak bu hiç de kolay değildi, zira tahrif olmuş gerçeklerin tatmin etmediği bu insanlar çok zekiydi. Dolayısıyla tartışma ve yıkıcı tenkit hususlarına ağırlık verildi. İrtidat hâdiselerinin saçmalığını ispatlayabilirlerse, dini düşüncelerini muhafaza edebileceklerine inanıyorlardı. Ancak şu gerçeği unutuyorlardı: Başkalarının hatalı olduğunu ispatlamak, onların haklı olduğunu göstermez. İnsanın hep haklı çıkmak için düşünmesi, hep kendi fikirlerini empoze etmek için kafa yorması, kendisine hiçbir şey kazandırmaz. Sürekli haklı çıkmakla insan ne öğrenebilir ki? Batılılara kıyasen Japonlar, keşif, vukuf ve idrak yoluyla fikir alışverişi üzerinde daha çok dururlar; anlamaya çalışırlar. Yüzde doksam doğru olan bir fikrin yüzde onuna takılıp kalmaz, insafsızlık yapmazlar. “Ben haklıyım, sen haksızsın” şeklindeki siyah-beyaz mantığını bir kenara bırakarak, müşterek bir şekilde dinlemeye, keşfetme ye ve idrak etmeye gayret ederler.
Aktif düşünmenin önemli bir boyutu da, düşünce ve aksiyonun birbirine destek olması, yerinde ve zamanında karar verilerek tatbikata geçirilmesidir. Radarın mucidi olarak kabul edilen Sir Robert Watson-Watt şöyle der: “Bugün belli bir fikir edinirsiniz, yarın daha iyi bir fikir edinirsiniz, en iyi fikri ise asla edinemezsiniz.” Tasarımı sürekli değiştiren bir tasarımcı, imalatı imkânsız kılar. Eğer bu yazı tekrar yazılsaydı, daha iyi olacaktı, ancak bu inkişaf sürecinin sonu olmadığı için basılması da mümkün olmayacaktı. Dolayısıyla tasarımları belli bir sürede geçici olarak durdurmak pratik bir ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır. Düşünmenin yanı sıra, karar verme de çok önemlidir. Karar verirken şu hususlara dikkat edilmelidir: Acaba hangi şartlarda karar verilmektedir? (Sakinken, panik halinde, ihtilaf durumunda, baskı altında vs.). Hemen karar vermeye gerek var mıdır? Karar verilmezse bir fırsat kaçacak mıdır?
Aktif düşünebilmek için aktif kelime ve kavramlara ihtiyaç vardır. Birçok mevzunun sağlıklı bir şekilde müzakere edilememesinin bir sebebi, mevcut kelimelerin anlamlarındaki “kirlenme” dir. Peşin hükümler ve taassubun bir kaynağı da budur. Kompleks bir şeyi basit bir şekilde ifade etmeye çalıştığınızda, meseleyi “popülarize” ettiğiniz söylenir; stratejik ifadeler kullandığınızda ise “takiyye” yaptığınız. Bu tür ithamlar, aktif düşünmeye alışmamış, sathi ve sert yorumlar yapma kolaylığına kaçan insanlardan kaynaklanır.
Yeni kelimeler olmadan yeni kavramları (mânâları) “yakalayamayız”. Eskimiş kelimeleri kullanırsak, bu kavramlar, eski kavramlara “kayar” gider. Demek ki, aktif düşünebilmek için ülfeti kırıcı, yeni tabirlere ihtiyaç vardır. “Paradigmanın enigmaya dönüşmesi”, “yeni insan”, “ışık evler”, “yeryüzü mirasçıları”, bu tabilere birer mükemmel misaldir.
Aktif düşünmede şu noktalara dikkat edilmelidir: 1. Her zaman tecessüs (merak) içinde olmalıdır.
2. Hiç ihtiyaç olmadığı zamanlarda bile alternatifler aranmalıdır.
3. İnatçılık değil, yeni şeylere açıklık peşinde olunmalıdır.
4. Ne kadar haklı veya zeki olduğunu göstermek için değil, keşfetmek, samimi müzakerede bulunmak için düşünülmelidir.
5. Olumsuz değil olumlu, yıkıcı değil yapıcı düşünmeye alışılmalıdır.
6. Sabırla, şefkatle, soğukkanlılıkla başkalarının fikirleri dinlenilmelidir.
7. Karar alma kabiliyeti geliştirilmelidir.
8. Hedefler belirlenmelidir.
9. Niyetleri performans haline getirmeye çalışmalı, yerinde ve zamanında tatbikata geçme melekesi inkişaf ettirilmelidir.
10. Lateral (çok alternatifli) düşünmeye alışılmalıdır. Yani sıradışı yaklaşımlar yapılmalı, farklı perspektiflerden mesele ele alınmalıdır. Zihnin modelleyici yapısı alternatiflerden ziyade kat’iyet aradığı için, lateral düşünmek pek kolay değildir. Zihni egzersizlere ihtiyaç vardır.
yusuf ALAN
Eğitimdeki klasik anlayışa göre, bilgi edinmek yeterlidir, fakat artık bu anlayışın modası geçmiştir. Bilgileri nerede, nasıl ve ne zaman kullanacağını bilmeyen bir insan, ne kadar çok şey bilirse bilsin tesirli olamaz. Eğer bizler belli bir konuda, mükemmel ve yeterli bir bilgiye sahip olabilseydik, düşünmeye gerek kalmazdı. Ancak böyle mükemmel bir malûmata ulaşmak çok zor olduğu için, çoğu zaman bilgi azlığını düşünme fazlalığıyla telâfi etmeye çalışırız. Demek ki, yeterli bilgiye sahip olmak kadar iyi düşünebilmek de önemlidir.
Aktif düşünebilmek için, klasik düşünme alışkanlıklarından kurtulmamız gereklidir. Artık müzakerelerin münakaşalara dönüşmesine son verilmelidir. Tabii bunun için diyalektiğe dayalı düşünme alışkanlıklarının kaynağını fark etmemiz lazımdır. Bilindiği gibi, batının “Orta Çağ”ında, düşünme ve öğrenme, kilisenin tekelindeydi. Kilise okulları idare, düşünürleri istihdam ediyordu. Bu düşünürlerin görevi, o devirdeki dini düşünceyi müdafaa etmekti. Bunu da “mürtedler”e saldırarak yapmaya çalışıyorlardı. Ancak bu hiç de kolay değildi, zira tahrif olmuş gerçeklerin tatmin etmediği bu insanlar çok zekiydi. Dolayısıyla tartışma ve yıkıcı tenkit hususlarına ağırlık verildi. İrtidat hâdiselerinin saçmalığını ispatlayabilirlerse, dini düşüncelerini muhafaza edebileceklerine inanıyorlardı. Ancak şu gerçeği unutuyorlardı: Başkalarının hatalı olduğunu ispatlamak, onların haklı olduğunu göstermez. İnsanın hep haklı çıkmak için düşünmesi, hep kendi fikirlerini empoze etmek için kafa yorması, kendisine hiçbir şey kazandırmaz. Sürekli haklı çıkmakla insan ne öğrenebilir ki? Batılılara kıyasen Japonlar, keşif, vukuf ve idrak yoluyla fikir alışverişi üzerinde daha çok dururlar; anlamaya çalışırlar. Yüzde doksam doğru olan bir fikrin yüzde onuna takılıp kalmaz, insafsızlık yapmazlar. “Ben haklıyım, sen haksızsın” şeklindeki siyah-beyaz mantığını bir kenara bırakarak, müşterek bir şekilde dinlemeye, keşfetme ye ve idrak etmeye gayret ederler.
Aktif düşünmenin önemli bir boyutu da, düşünce ve aksiyonun birbirine destek olması, yerinde ve zamanında karar verilerek tatbikata geçirilmesidir. Radarın mucidi olarak kabul edilen Sir Robert Watson-Watt şöyle der: “Bugün belli bir fikir edinirsiniz, yarın daha iyi bir fikir edinirsiniz, en iyi fikri ise asla edinemezsiniz.” Tasarımı sürekli değiştiren bir tasarımcı, imalatı imkânsız kılar. Eğer bu yazı tekrar yazılsaydı, daha iyi olacaktı, ancak bu inkişaf sürecinin sonu olmadığı için basılması da mümkün olmayacaktı. Dolayısıyla tasarımları belli bir sürede geçici olarak durdurmak pratik bir ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır. Düşünmenin yanı sıra, karar verme de çok önemlidir. Karar verirken şu hususlara dikkat edilmelidir: Acaba hangi şartlarda karar verilmektedir? (Sakinken, panik halinde, ihtilaf durumunda, baskı altında vs.). Hemen karar vermeye gerek var mıdır? Karar verilmezse bir fırsat kaçacak mıdır?
Aktif düşünebilmek için aktif kelime ve kavramlara ihtiyaç vardır. Birçok mevzunun sağlıklı bir şekilde müzakere edilememesinin bir sebebi, mevcut kelimelerin anlamlarındaki “kirlenme” dir. Peşin hükümler ve taassubun bir kaynağı da budur. Kompleks bir şeyi basit bir şekilde ifade etmeye çalıştığınızda, meseleyi “popülarize” ettiğiniz söylenir; stratejik ifadeler kullandığınızda ise “takiyye” yaptığınız. Bu tür ithamlar, aktif düşünmeye alışmamış, sathi ve sert yorumlar yapma kolaylığına kaçan insanlardan kaynaklanır.
Yeni kelimeler olmadan yeni kavramları (mânâları) “yakalayamayız”. Eskimiş kelimeleri kullanırsak, bu kavramlar, eski kavramlara “kayar” gider. Demek ki, aktif düşünebilmek için ülfeti kırıcı, yeni tabirlere ihtiyaç vardır. “Paradigmanın enigmaya dönüşmesi”, “yeni insan”, “ışık evler”, “yeryüzü mirasçıları”, bu tabilere birer mükemmel misaldir.
Aktif düşünmede şu noktalara dikkat edilmelidir: 1. Her zaman tecessüs (merak) içinde olmalıdır.
2. Hiç ihtiyaç olmadığı zamanlarda bile alternatifler aranmalıdır.
3. İnatçılık değil, yeni şeylere açıklık peşinde olunmalıdır.
4. Ne kadar haklı veya zeki olduğunu göstermek için değil, keşfetmek, samimi müzakerede bulunmak için düşünülmelidir.
5. Olumsuz değil olumlu, yıkıcı değil yapıcı düşünmeye alışılmalıdır.
6. Sabırla, şefkatle, soğukkanlılıkla başkalarının fikirleri dinlenilmelidir.
7. Karar alma kabiliyeti geliştirilmelidir.
8. Hedefler belirlenmelidir.
9. Niyetleri performans haline getirmeye çalışmalı, yerinde ve zamanında tatbikata geçme melekesi inkişaf ettirilmelidir.
10. Lateral (çok alternatifli) düşünmeye alışılmalıdır. Yani sıradışı yaklaşımlar yapılmalı, farklı perspektiflerden mesele ele alınmalıdır. Zihnin modelleyici yapısı alternatiflerden ziyade kat’iyet aradığı için, lateral düşünmek pek kolay değildir. Zihni egzersizlere ihtiyaç vardır.
yusuf ALAN