Yönetmenler/Unutulmaz Filmler

  • Konbuyu başlatan su perisi
  • Başlangıç tarihi

Konu hakkında bilgilendirme

Konu Hakkında Merhaba, tarihinde Sinema kategorisinde su perisi tarafından oluşturulan Yönetmenler\/Unutulmaz Filmler başlıklı konuyu okuyorsunuz. Bu konu şimdiye dek 18,086 kez görüntülenmiş, 10 yorum ve 0 tepki puanı almıştır...
Kategori Adı Sinema
Konu Başlığı Yönetmenler\/Unutulmaz Filmler
Konbuyu başlatan su perisi
Başlangıç tarihi
Cevaplar
Görüntüleme
İlk mesaj tepki puanı
Son Mesaj Yazan su perisi
S

su perisi

Kullanıcı
4 Ocak 2007
En iyi cevaplar
0
0
Charlie Chaplin





Charlie Chaplin (d. 16 Nisan 1889 - 25 Aralık 1977), İngiliz sinema yönetmeni, oyuncu ve yazar. Asıl adı Charles Spencer Chaplin olmakla beraber, yarattığı ünlü "Şarlo" (Charlot) karakteri ile özdeşleşti ve öyle anıldı.

Londra'nın fakir bölgelerinden birinde doğup büyüyen Chaplin, 1913' te gittiği ABD' de sinemaya başlamıştı. 1914'teki ilk filmi Making A Living 'in ardından çekilen Kid Auto Races in Venice filminde bol pantolonlu, melon şapkalı, büyük ayakkabılı, sürekli bastonunu çeviren ve sakar hareketleri ile gülünç mizansenler oluşturan "Şarlo" tiplemesini yarattı. Takip eden yıllar içinde aralarında The Immigrant (1917), The Adventurer (1917) gibi ünlü filmlerinin de bulunduğu altmıştan fazla kısa filmde oynayarak yeni gelişmekte olan sinemanın da etkisiyle dünya çapında görülmemiş bir üne kavuştu. 1918 yılında çektiği A Dog's Life filmi ile uzun metrajlı filmlere de başlayan Chaplin, Mary Pickford, Douglas Fairbanks ve D. W. Griffith ile birlikte kurdukları United Artists film şirketinin ortağı olduktan sonra Altına Hücum, Şehir Işıkları, Büyük Diktatör, Asri Zamanlar, Sirk ve Sahne Işıkları gibi başyapıtlara imza attı.

Filmlerinde dönem koşulları için imkânsız görülebilen mizansenlere, koreografilere ve akrobatik hareketlere yer veren Chaplin, komedi sinemasının bütün örneklerini sonuna kadar korumakla birlikte, heyecanın ve hareketin asgari düzeye çekildiği sahnelerinde ise dramatik yapısını sergileyebilmiştir. Popülist yaklaşımlara, hiçbir zaman benimsemediği bazı yönetim biçimlerine ve teknolojiye yönelik ağır eleştirilerini ise yine bu komedi tarzının içinde eritmiş ve sessizce seyirciye ulaştırmayı bilmiştir.

Yarattığı 'modern palyaço' Şarlo ile dünya üzerinde filmlerinin gösterildiği her ülkede insanların hayranlığını toplamasına rağmen, Amerika Birleşik Devletleri vatandaşlığını reddetmesi sebebiyle bu ülkede kendisine yönelik olarak başlatılan karalama kampanyası; kendisinden bir hayli genç olan kadınlarla yaptığı dört ayrı evlilik, bir dönem kendisine açılan babalık davası, The Immigrant filminde bir ABD memurunu tekmelediği sahne ve son olarak Altına Hücum filmindeki bazı sahnelerin komünizm propagandası olarak yorumlanması gibi olayların etkisiyle sözde bir başarıya ulaştı ve Chaplin'in ABD'ye girmesi yasaklandı. Bunun üzerine karısı ve çocuklarıyla birlikte hayatının sonuna kadar yaşayacağı İsviçre'ye yerleşen Chaplin, ancak 1972 yılında Oskar Özel Ödülü'nü almak için yıllar sonra ABD'ye geri döndü. Takip eden yılda City Lights adlı filme bir kez daha Oscar ödülünü kazanmıştır. 1975 yılında 86 yaşında iken İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth tarafından şövalye unvanına layık görülmüştür.

ŞEHİR IŞIKLARI
İyi yürekli bir sokak serserisi, kör bir çiçek satıcısına aşık olur. Kıza kendisini zengin bir adam olarak tanıtır. Sonradan hayatını kurtardığı bir milyonerin ona arkadaşça davranıp sözler vermesinden cesaretlenir. Adamın kapısını aşındırıp, sevdiği kızın gözlerinin görmesi için gerekli ameliyat parasını ödünç alabileceğini sanır. Oysa varlıklı insanlar abartılı bir kibarlık içerisinde, ikiyüzlü bir yaşam sürmeye alışkındırlar.

 
S

su perisi

Kullanıcı
4 Ocak 2007
En iyi cevaplar
0
0
Stanley Kubrick

Stanley Kubrick, (d. 26 Temmuz 1928 - ö. 7 Mart 1999) ABD'li film yönetmeni. Teknik kusursuzluk arayışı, entelektüel sembolizmi, mükemmelciliği ve ince ayrıntılarıyla tanındı.
Kariyerine New York'un Look dergisine amatör fotoğraflar çekerek başlayan Kubrick, kısa zamanda Look dergisinin fotoğrafçılarından biri oldu. İzlediği filmlerden çok daha iyisini yapabileceğine inanarak yönetmenlik yapmaya başladı. İlk filmleri, Fear and Desire, Killer's Kiss ve The Killing ile kendisini ispatladı. Paths of Glory ve Spartaküs ise onun iyi yönetmenler arasındaki yerini almasını sağladı.

1960'lı yıllarda Lolita filmini çekmek üzere İngiltere'ye giden Kubrick, yaşamının geri kalanını bu ülkede geçirdi. Dr. Garipaşk, satirik komedinin sinemadaki önemli örneklerinden biri olarak kabul edilir. Ancak Stanley Kubrick'i 20. yüzyılın en önemli yönetmenlerinden biri yapan, 1968 MGM Cinerama prodüksüyonu olan 2001: Bir Uzay Macerası ve 1971 yapımı Otomatik Portakal'dır.

William Makepeace Thackeray'in bir romanının sinemaya uyarlanması olan Barry Lyndon, Jack Nicholson'ın oynadığı The Shining, yaklaşık 7 yıl çalıştığı savaş filmi Full Metal Jacket ve son anda yapmaktan caydığı Yapay Zeka Kubrick efsanesini sürdüren filmler oldular.

Arthur Schnitzler'in Traumnovelle romanından uyarlanan ve Tom Cruise ile Nicole Kidman’ın oynadıkları Gözleri Tamamen Kapalı'yı bitirdikten birkaç gün sonra ölen Kubrick, Childwickbury Manor, Hertfordshire, İngiltere'de toprağa verilmiştir.


2001: Uzay Macerası (1968)
Arthur C.Clarke'ın ünlü romanı "2001"den uyarlanan film, sinemaseverleri yıllarca etkiledi ve modern sinemada bir köşetaşı oldu. Filmin ilk bölümü "Dawn Of Man/İnsanoğlunun Şafağı", milyonlarca yıl önce maymunların evrim sürecini anlatıyor. Daha sonra bir kemiğin gökyüzüne fırlatılmasıyla 2001 yılınca geçiyoruz ve uzayda, insanla makinanın mücadelesine tanıklık ediyoruz. Jüpiter'i keşfetmeye giden bir uzay istasyonu, HAL isimli bir bilgisayar tarafından yönetiliyor ve bir süre sonra HAL kontrolü ele geçiriyor. HAL'in kontrolden çıkmasıyla gemideki insanlar ölmeye başlıyor ve Dave (Keir Dullea) sinema tarihinin en ünlü sahnelerinden birisinde ("Korkuyorum, Dave") HAL'i de-monte ediyor. Artık kontrolünde bir uzay gemisi ve koskoca evren var. O da insanoğlunun en büyük macerasını yaşamaya karar veriyor… Stanley Kubrick'in Strauss melodileriyle uzay gemilerini dansettirdiği "2001: Uzay Macerası", bugün onun başyapıtı olarak kabul ediliyor.

 
S

su perisi

Kullanıcı
4 Ocak 2007
En iyi cevaplar
0
0
Alfred Hitchcock

, (13 Ağustos 1899-29 Nisan 1980) İngiltere doğumlu Amerikan gerilim filmleri yönetmeni. Londra'da dünyaya gelen ve mühendislik eğitimi gören Hitchcock; Psycho, North by Northwest, Vertigo, Rear Window ve The Birds gibi klasikleşmiş filmleriyle tanınır.
Alfred Hitchcock, 13 Ağustos 1899’da Doğu Londra'da, Leytonstone, İngiltere’de doğdu. Hitchcock çocukluk yıllarını ailesinin bakkal dükkânında geçirdi. Koyu bir Katolik olarak yetiştirilen Hitchcock, Londra’daki Ignatius College adlı Cizvit okulunda öğrenim gördü. Hitchcock'un okul arkadaşlarınca takılan ismi "Cocky" yani "Burnu Havada" idi.

Koyu Katolik eğitiminin sebep olduğu "Katolik Sanatçı" damgasını her zaman yalanladı ve işlerinde dini yönlendirmelerin olduğunu inkar etti. Benim için filmlerim ahlak hakkında herhangi bir değerlendirmeden daha önemlidir. dese de günah, suçluluk, ceza ve pişmanlık temaları filmlerinin ana öğeleri olmuştur.

15 yaşındayken babasını kaybeden Hitchcock, evlenene kadar annesiyle birlikte yaşadı. Ölene kadar oğlunun üzerinde müthiş bir baskı uygulayan anne, ünlü yönetmeni ve karısını tatillerde bile yalnız bırakmazdı. Babasını kaybettikten sonra çalışmak zorunda kalan Hitchcock, 1920'lerin başında işe reklamcılıkla başladı. Ardından da Londra Universitesi’nde mühendislik eğitimi aldı. Sonrasında Islington'da ünlü bir Amerikan şirketi olan Famous Players-Lasky Film Stüdyosu'nun Londra şubesinde prodüktör yardımcısı olarak çalışmaya başladı. 1920 başlarında sessiz filmlerin ara yazı tasarımlarını hazırlayan Hitchcock, bir süre sonra sessiz filmlerin yönetmeni oldu. Bu çıraklık döneminde tüm yönetmenlik kariyeri boyunca koruyacağı fikirler oluşturdu.

1922 yılında ilk filmi olan No. 13 ü tamamlanmadı. Bunun ardından 1923 yılında ilk kısa filmi olan Always Tell Your Husband'ı çekti. Ancak kendi tarzını ilk gösterdiği The Lodger'ı 1926 yılında çekti. 1929 yılına kadar çektiği sessiz filmlerinde çeşitli efektler kullanarak seyircilerini etkilemeyi başaran Hitchcock, ilk sesli İngiliz filmi olan Blackmail’i de 1929 yılında izleyicilerine sundu.

1934 yılından itibren yaptığı filmleriyle ününü dünya çapına yayan Hithcock, 1939 yılında İngiltere’den ayrıldı ve Hollywood’a yerleşti. Hollywood’daki ilk filmi Rebecca ile 1940 yılında En iyi film dalında Oscar ödülünü kazandı.

1946 yılında çektiği Notorious adlı filmi Hithcock'un o dönemine ait en etkili filmdi. 1948 yılında çekilen, sahneler arası geçişlerin ustaca yapıldığı film olan Rope ise, Hitchcock'un ilk renkli filmiydi. North by Northwest, Vertigo, The Birds ve Psycho gibi geç dönem filmleri ile ününün doruğuna ulaştı. Psycho filminde banyodaki kadının bıçaklanma sahnesi bir sinema klasiği oldu.

John Russell Taylor'ın Hitch: The Life and Times of Alfred Hitchcock (1978; Hitch: Alfred Hitchcock'ın Yaşamı ve Dönemi) ile Fransız sinemacı François Truffaut'un Hitchcock'la yaptığı bir söyleşiyi kaleme aldığı Le Cinema Selon Hitchcock (1966; Hitchcock, 1987) adlı eserler Hithcock'un ününün pekişmesinde büyük rol oynadı.

Alfred Hitchcock, 19 Nisan 1980'de Los Angeles, ABD'de hayata veda etti.

 
S

su perisi

Kullanıcı
4 Ocak 2007
En iyi cevaplar
0
0
Akira Kurosava






Japon sinemasının imparatoru unvanına sahip Akira Kurosava 1910 yılında yedi çocuklu bir ailenin son çocuğu olarak Tokyo'da dünyaya geldi. Babası askeri okulda öğretmendi.

Sakin bir çocukluk geçiren Kurosava'nın bu dönemde etkilendiği en önemli kişi bir benşi (sessiz film döneminin Japonya'sında film anlatıcısı) olan en küçük ağabeyi Haiko idi. Onun önerileri doğrultusunda birçok sinema klasiğini izleme fırsatı bulan Kurosawa, resim ile de uğraşmaktaydı. Ağabeyinin erken yaşta intiharıyla büyük bir sarsıntıya uğrayan Kurosawa bir süre sonra PCL yapım şirketinde yardımcı yönetmen olarak sinemaya başladı. Hidesuke Takizawa, Kajiro Yamamoto, Mikio Naruse gibi dönemin tanınmış yönetmenlerinin asistanlığını yapan Kurosawa, ilk filmi Sugata Sanjiro'yu (Büyük Judo Efsanesi) 1943 yılında yönetti.

Ardından çevirdiği Içiban Utsukuşiku (En Güzel; 1944), Tora No O Wo Fumu Otokotaçi (Kaplanın Kuyruğuna Basanlar; 1945), Vaga Seişun Ni Kuinaş (Gençliğime Hayıflanmıyorum; 1946), Yoidore Tenshi (Sarhoş Melek; 1948), Nora İnu (Kuduz Köpek; 1949), Shubun (Skandal; 1950) gibi filmlerle Japonya'nın en önemli film yönetmeni konumuna geldi.

Onu Batı dünyasına tanıtan film, Venedik Film Festivali'nde en iyi film ödülünü alan 1950 yapımı Rashomon'du. Bir haydutun ormanda bir samurayı öldürüp karısına tecavüz etmesi sonrası, haydutun, samurayın, tecavüze uğrayan kadının ve tüm bunları izleyen oduncunun olayı farklı açılardan anlattıkları film, gerçeğin görece bir kavram olması üzerine etkileyici bir yapım idi. Yeni çekim ve anlatım teknikleriyle Kurosawa'ya uluslararası düzeyde de başarı getirdi.

Sonrasında, Dostoyevski uyarlaması Hakuçi (Budala; 1951), İkiru (Yaşamak; 1952), Shichinin no samurai (Yedi Samuray; 1954), Şekspir uyarlaması Kumonosu Jô (Kanlı Taht; 1957), Gorki uyarlaması Donzoko (Ayaktakımı Arasında; 1957), Kakuşi Toride No San Akunin (Saklı Kale; 1958), Yojimbo (Koruyucu; 1961), Akahige (Kızıl Sakal; 1965) adlı filmleri yönetti.

1940'lardan 1960'ların ortalarına kadar Kurosawa aynı ekiple çalışmaya özen gösterdi. Fumio Hayasaka müziklerini, Asakazu Naki ise kameramanlığını yaptı. Takaşi Şimura ve Toşiro Mifune'de oyuncu olarak Kurosava'nın birçok filminde başroller üstlendiler.

Kurosawa'nın çok sayıda filmi Hollywood filmlerine esin kaynağı oldu. Örneğin, Yedi Samuray Yedi Silahşör'e , Saklı Kale Yıldız Savaşları'na, Koruyucu ise Bir Avuç Dolar İçin'e kaynaklık etti.

60'ların sonunda Tora Tora Tora adlı filmle Hollywood'a giden yönetmen, filmi yarım bırakarak ülkesine döndü. 70'lerin ortalarında Sovyetler Birliği'ne giden Kurosawa, Rus bir subayla Moğol bir avcı arasında yüzyılın başında geçen bir dostluk öyküsünü anlatan Dersu Uzala filmini çevirdi. Film 1976 yılında en iyi yabancı film Oskar'ını aldı .

Yönetmenin son dönem çalışmaları olarak Kagemusha (Gölge Savaşçı; 1980), yine bir Shakespeare uyarlaması olan Ran (1985), Yume (Düşler; 1990), Hachi-Gatsu No Kyôshikyoku (Ağustosta Rapsodi; 1991) sayılabilir. Bu filmlerden Ran dört dalda Oskar ödülü almıştır.

Akira Kurosawa'nın Türkçe'ye çevrilmiş, Kurbağa Yağı Satıcısı adlı AFA yayınevinden basılmış bir kitabı bulunur.

 
S

su perisi

Kullanıcı
4 Ocak 2007
En iyi cevaplar
0
0
Federico Fellini




Federico Fellini 20 Ocak 1920'de Rimini'de doğdu; 31 Ekim 1993 Roma'da öldü; İtalyan film yönetmeni.

İlkokul eğitimini, Rimini'de San Vicenzo Rahibeleri'nden aldı. On yaşındayken evden kaçıp bir sirke girdi. 1938'de üniversiteye kaydını yaptırdı fakat derslere devam etmek yerine mizah dergisi "420" ve resimli roman dergisi "Avventuroso" için çalışmaya başladı. 1939'da Roma'ya gitti ve karikatür sanatçısı olarak çalıştı. 1939-1940 yılları arasında radyo oyunları ve filmler için espriler yazdı. 1943'de oyuncu Giulietta Masina ile evlendi. Bir çok filmde birlikte çalıştılar. 1944'de Roberto Rossellini ile birlikte "Roma, Città Apperta (Roma Açık Şehir)" filminin senaryosu üzerine çalıştı. 1946-1952 yılları arasında senaryo yazarı ve yönetmen yardımcısı olarak Rosselini, Alberto Lattuada ve Pietro Germi ile çalıştı. 1950'de ilk filmini Lattuada ile birlikte yönetti. Başarılı sinema kariyeri boyunca dört kez En iyi Yabancı Film Oscar'ını aldı. 1993'de meslek yaşamında gösterdiği başarı için özel bir Oscar'la onurlandırıldı. Ekim 1993'de Roma'da kalp krizinden öldü.



TATLI HAYAT
La Dolce Vita (1960, Tatlı Hayat), ikinci savaş ertesi her açıdan irtifaya erişen yüksek tabakayı (yani burjuvaziyi) merkezine alarak; içinde bulundukları 'yoz ve sefih ilişkiler ağı'nı gözler önüne serer. Bir sınıf üzerine erken bir 'dekadans' manifestosu olarak da algılanabilir bence Fellini'nin bu başyapıtı...

Salyangozlu yemekler yerler lüks clublarda, tavernalarda... Paranın gücüyle dansöz ve palyaço oynatıp, vecd ile kendilerinden geçerler. Lüks ev partileri verir; entellektüel ve sabun köpüğü muhabbetlere koyulurlar. Filmin hemen giriş sahnesinde de görüleceği üzere, dev bir İsa heykelini helikopter ile taşırlar, sırf eğlence ve gösteriş olsun diye... Kadınları havuz başında güneşlenir; erkekleri elbise değiştirir gibi sevgili değiştirir, zengin dullarla takılırlar. Ellerinde ş.mdanlarla, devasa konaklarında ruh çağırma, hayalet arama seansları düzenlerler. Günlerini gün ederler vesselam!

Madem helikopter sahnesinden bahsettim belirtmeden geçemeyeceğim. O sahnede bir yanda da bu helikoptere el sallayan ameleleri hatırlayacaksınız izlediyseniz. Fellini, daha giriş sahnesindeki bu kontrast ile rengini ortaya koymaktadır.

 
S

su perisi

Kullanıcı
4 Ocak 2007
En iyi cevaplar
0
0
Yılmaz Güney



Yılmaz Güney, (d. 1 Nisan Şanlıurfa, 1937 - ö. 9 Eylül 1984 Kürt asıllı[1] Türk[kaynak belirtilmeli] yönetmen, sinema oyuncusu, senarist ve öykü yazarıdır. Özellikle Çirkin Kral dönemi sonrasında çektiği ve önemli bir sinemacı olarak kabul edilmesini sağlayan Cannes ödüllü Yol, Sürü, Umutsuzlar gibi filmleriyle tanınır.
ılmaz Güney'in gerçek adı Yılmaz Pütün'dür. Kendi ifadesine göre Pütün kırılması zor sert meyve çekirdeği demektir. 1937 yılında, topraksız bir köylü ailenin iki çocuğundan biri olarak dünyaya geldi.[1] [2]. 10 yaşındayken evden kaçarak Adana'daki akrabalarının yanına gitti. Bir süre Kemal ve And Film şirketlerinin bölge temsilcisi olarak çalıştı. Üniversite okumak üzere İstanbul'ya gitti ve Atıf Yılmaz ile tanıştı. Bu süreçte bir yandan da hikayeler yazıyordu. Daha sonra Atıf Yılmaz'ın da desteğiyle sinemada çalışmalarına başladı.

16 Mart 1972 tarihinde hakkında açılan bir dava nedeniyle tutuklandı. Yapılan yargılama sonucu 10 yıl ağır hapis ve sürgün cezasına çarptırıldı. 14 Eylül 1974'de Yumurtalık ilçe yargıcı Sefa Mutlu'yu bir gazinoda tabanca ile öldürmekten 19 yıl hapse mahkûm olmuştur.

Cezaevindeyken GÜNEY adlı bir sanat-kültür dergisi çıkardı. 13. sayıdan itibaren ülkede ilan edilen sıkıyönetim sonucunda dergisi kapatıldı ve hakkında yazdıklarından ötürü 10 ayrı dava açıldı. İstenen ceza toplamı yüz yıl idi. 1981 Ekiminde izinli olarak çıktığı Isparta Cezaevi'ne bir daha dönmeyerek geri kalan yaşamını yurtdışında sürdürmüştür.





UMUT
Umut, (1970, Güney Film), senaristliğini, yönetmenliğini, yapımcılığını ve başrol oyunculuğunu Yılmaz Güney'in yaptığı filmdir. Filmin diğer oyuncuları arasında Tunçel Kurtiz, Osman Alyanak ve Enver Dönmez sayılabilir.

Yılmaz Güney'in Umut adlı filmi, Türk sinemasında bir dönüm noktası olarak kabul edilir. Sonraki yıllarda, özellikle Yılmaz Güney tarafından peşpeşe çevrilecek siyasal filmlerin öncüsüdür. Kullanılan sinema tekniğiyle ve diliyle de hem Yılmaz Güney'in önceki filmlerinden ayrılır, hem de sonrasında başka yönetmenleri etkiler.

 
S

su perisi

Kullanıcı
4 Ocak 2007
En iyi cevaplar
0
0
David Lynch




David Lynch, 20 Ocak 1946 doğumlu ABDli yönetmen, ressam.

20 Ocak 1946' da ABD'de doğan Lynch, aynı zamanda tanınmış bir ressamdır. Kendisi pek fazla kullanmasa da mobilya tasarımı da yapar. Pennsylvania Güzel Sanatlar Akademisi ve American Film Institute'de eğitim aldı. 1977 yapımı siyah-beyaz filmi Eraserhead ile tanındı. Duneve Blue Velvet ile artan başarısı 90'lı yılların sonunda yönettiği Lost Highway (Kayıp Otoban) ile doruğa ulaşmıştır. Bunu ardından Mulholland Dr. ve deneysel kısa filmleri geldi.

Filmlerinde kısık sesli gürültü, karanlık ve çürümüş şeylerle dolu mekanlar; bozulmuş karakterler, polarize edilmiş bir dünya (melekler, şeytan, Meryem Ana heykelleri, fahişeler), etrafta çürümüş ceset ya da kafa tasları olan yerler) kullanmasıyla dikkatleri üzerine çekmiştir. Kariyeri boyunca aykırı fikirlerini kendine özgü -nesnellikten uzak ve sembolik- anlatımıyla cesurca sinema perdesine yansıtan yönetmenin son dönem filmleri -özellikle 2002 sonrasındakiler- fazla kişisel olmakla eleştirilmiştir. Film kurgusu ile Andrei Tarkovsky' nin şiirselliğinden ve Michael Haneke' nin gerçekliği arayışından ayrılan Lynch, Amerikan sinemasının en önemli yönetmenlerinden biridir. Günümüzde film noirın önde gelen temsilcilerinden biridir.

Lynch'in filmlerinde hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Slavoj Zizek, Gülünç Yücenin Sanatı adlı yapıtında David Lynch sinemasını analitik olarak işlemiştir.



Eraserhead
Eraserhead, gerçeğe dönüşen bir karabasan, bir kabuslar bileşkesi, yada tam anlamıyla bir insanın yaşadığı depresif-bunalım halinin beyazperdeye, hem de o kişinin yaşadığı gözle yansıması...

Gece yatağınıza uzanın, gözlerinizi kapayın ve uykuya dalın. Rüyanızda kötü bir kabus esnasında sırılsıklam olup terler içinde uyanın. Gördüklerinizi hayal meyal hatırlarsınız tabi hatırlamak isterseniz. Oturun ve Eraserhead'i seyretmeye başlayın. Bittiğinde onu da kabuslarınız gibi hayal meyal hatırlayacaksınız... Tabi bu kabusu bitirmeyi başarabilirseniz...



Filmi anlamak için (daha doğrusu anlamaya çalışmak) herşeyden önce David Lynch adında çılgın! bir yönetmenin varolduğunu bilmek ve onun hakkında az da olsa fikir edinmek gerekiyor. En azından yönetmenin resmi görmek dahi olsa bazı şeyler anlatmaya yetecektir. Filmlerinde mantık, rasyonellik öğelerini barındırmayan David Lynch, sinemayı bir hikaye anlatma sanatından çok soyut bir boyuta taşımıştır. Yönetmen olmadan önce ressamlığa çok ilgi duyması ve bu resimlerin kompozisyon olarak soyut olması da çok şey anlatacaktır...



 
S

su perisi

Kullanıcı
4 Ocak 2007
En iyi cevaplar
0
0
Miloš Forman



Miloš Forman, (aslında Jan Tomáš Forman) 18 Şubat 1932 yılında Čáslav'da, Çekoslovakya'da doğdu. 1951-1956 yılları arasında Prag'daki Müzik ve Dramatik Sanatlar Akademisi ile Film Akademisinde (FAMU) eğitim gördü.

1960'lı yılların başındaki Çekoslovak sineması bağlamında, Milos Forman'ın ilk filmleri olan Černý Petr (Maça Ası) ve Konkurs bir devrim olarak nitelendi. Bu filmlerde Çek yazarlarının ve geç yeni gerçekçilik akımının, özellikle Ermanno Olmi'nin etkileri oldukça belirgindi. Forman bu ilk filmlerinde sosyalist sanat kavramının ifadeleri olarak benimsendi. Mevcut şartlar Forman'ı Çek Yeni Dalgası'nın tartışmasız yıldızı haline getirdi. Üslubu, aktör-dışı faktörlerin duyarlı kullanımı; canlandırma, doğal seslendirme ve yarı doğaçlama diyaloglar ile Çek folk-rock'ı ve genel anlamda müziğe yönelik şaşmaz bir kulak şeklinde karakterize edilebilir. Bütün bu temel özellikler Bir Sarışının Aşkları ile Koşun İtfaiyeciler adlı filmlerinde daha da belirgindir. 1968 sonrasında Koşun İtfaiyeciler yasaklanmış ve Forman Batı'da kalmaya karar vermişti. Burada, kendi özgün fikrinden kaynaklanarak yapmış olduğu tek Amerikan filminin senaryosu üzerinde çalışmaktaydı; diğerleri edebiyat uyarlamasıdır. Amerika öncesi Forman'ın izleri, en başarılı filmi olan ve Ken Casey'in öyküsünü kökten değiştirerek kendi objektif ve komik vizyonuna getirdiği Guguk Kuşu filminde kolaylıkla gözlemlenebilir. Bu film 1975 yılında Oscar kazandı. Aynı yıl Forman, Amerikan vatandaşlığına geçti.

Forman sinisizimle suçlanmıştır; ancak Forman'ın vizyonu Bohumil Hrabal, Hasek veya Skvorecki gibi Çek edebiyatının siniklerinin ideoloji karşıtı, realist ve hümanist geleneğinden gelmektedir. Forman'ın yönetiminin etkisi bazı Kuzey Amerika filmlerinde bile hissedilebilir; ancak kalıcı önemi, yapmış olduğu üç Çek filminden kaynaklanmaktadır. Bu filmlere, Amerika'yı Amerikalılara duyarlı bir yabancının gözlerinden göstermek amaçlı cesur bir çaba olan Taking Off adlı filmi de eklenmelidir.

Forman, çalışmalarını en çok satan kitap ve oyunların uyarlamaları yönünde sürdürmüştür.




GUGUK KUŞU
Ünlü oyuncu Jack Nicholson, Randle Patrick McMurhpy karakteri ile karşımıza çıkıyor. McMurphy, çeşitli suçlardan sabıkalı, asi karakterli bir gençtir. Hapishaneden kurtulmak için deli taklidi yaparak kendisini akıl hastanesine aldırır ve planı gereği buradan da kaçarak özgürlüğe kavuşacaktır. Hastanedeki hemşirelerin, özellikle baş hemşirenin (oyuncu Louise Fletcher), baskıcı tutumları karşısında isyanını dile getirirken bir yandan da çoğu gönüllü gelen akıl hastaları ile diyalog kurmaya çalışır.


 
S

su perisi

Kullanıcı
4 Ocak 2007
En iyi cevaplar
0
0
Constantinos Gavras




Constantinos Gavras (Doğumu: 12 Şubat 1933, Loutra-Iraias, Yunanistan). Film yönetmeni.

Yunan asıllı Fransız yurttaşı film yönetmeni olan Constantinos Gavras, daha çok yönettiği siyasal filmlerle tanınır. Çoğunlukla Fransızca seslendirilmiş filmler yapmış olmasına karşın, İngilizce sesli filmleri de vardır.

Jean-Louis Trintignant'ın bir savcıyı ve Yves Montand'ın da solcu bir partinin önde gelen temsilcilerinden birini canlandırdığı Z adlı filmde (1969), barışın önemi, faşist çeteler ile hükümet içindeki güçlerin ilişkisi bağlamında derin devlet sorunsalı irdelenmektedir. Filmde Yunanistan'ın adı hiç verilmemesine karşın, aslında 1963 yılında suikasta kurban giden Grigoris Lambrakis ve çevresinde dönen olaylar anlatılmaktadır. Film, En İyi Yabancı Film dalında Oscar Ödülü kazanmıştır. Sözkonusu film sansür nedeniyle uzun yıllar Yunanistan'da ve 1989'a değin Türkiye'de gösterilemedi.

Kuşatma'da (1970) ise, askeri diktatörlükle yönetilen bir Güney Amerika ülkesindeki olaylar perdeye yansıtılmaktadır. Filmde, radikal solcu bir grup, CIA'nın yaptığı işkencelere karşı çıkmak amacıyla ABD A.I.D yardım kuruluşu çalışanı görünümü altında Uruguay Polis Teşkilatını eğiten polis akademisi uzmanını ve Brezilya büyükelçisini kaçırır. Başrolde yine, Costa-Gavras'ın birlikte çalışmaktan zevk aldığı Yves Montand vardır.

Kayıp filminde ise (1982), Jack Lemmon, bu kez bir komedi filminde değil, oğlu Augusto Pinochet diktatörlüğü yönetimi altında olan Şili'de 1973 yılında gözaltına alındıktan sonra "kaybolan" gazeteci oğlunu arayan çaresiz bir babayı canlandırdığı bir filmde başrolü oynamaktadır.

Müzik Kutusu'nda (1989), ise Armin Mueller-Stahl, saygın bir ABD yurttaşı olan, ama karanlık bir geçmişle (geçmişte Nazilerle birlikte çalışan Macar Ok-Haç örgütü üyesi olmakla) suçlanan bir babayı canlandırmaktadır.

Amen adlı filmde (2003), ise Nazi Almanyası'nda kilisenin rolü sorgulanmakta ve kilise ile Papalığın aslında hiç de sanıldığı gibi masum olmadığı, Nazi Diktatörlüğünün kıyımlarına göz yumduğu ve doğrudan ya da dolaylı olarak ortak olduğu tezi işlenmektedir.

La Couparet'de (2005), ise Fransa'da yaşanan toplu işten çıkarmalar, işsizlik psikolojisi ve işsiz bir mühendisin alışılmadık ve radikal bir çözüm arayışı konu edilmektedir.




KAYIP
Bir Amerikan vatandaşının yabancı bir ülkede başı belaya girdiği takdirde "Birleşik Devletler pasaportu taşımasının kendisine kazandırdığı ayrıcalıklar", günümüzde artık Hollywood sayesinde bütün dünyaya yayılmış olan koskoca bir yalandır. Bizler de sinema filmleri ve diziler aracılığıyla üçüncü dünya ülkelerine pompalanıp duran bu kuyruklu yalanı yıllardır dinleyip durmaktayız.


Doğrudur; Amerikan devleti "orta sınıfa mensup ideal Amerikalı" profiline uyan, sistemle bütünüyle uyumlu ve politik açıdan zararsız bulduğu kişileri üçüncü dünya ülkelerinde adlî olaylara karıştıklarında o ülkelerdeki diplomatik temsilcilikleri aracılığıyla arayıp sorar, gerekirse kendilerini savunmaları için avukat tutar ve başlarına sevimsiz olaylar gelmemesi için ısrarla izlerini sürer. Ancak, özenle vurguladığımız üzere, bu durum yalnızca "uysal Amerikan vatandaşları" için geçerlidir. Yoksa, Beyaz Saray'ın ulvî çıkarlarının sözkonusu olduğu kimi despot ülkelerde gereksiz yere politik aktivistliğe soyunan, CIA'nın desteklediği askerî cuntaları ve insan hakları ihlâlcisi hükûmetleri kınayan "oyunbozan Amerikalılar" için değil! Sam Amca, bu kategoride değerlendirdiği vatandaşlarına en az bir KGB ajanına olduğu kadar ilgisiz ve merhametsiz davranmakta hiç çekinmez.



 
E

efem

Kullanıcı
7 Ocak 2010
En iyi cevaplar
0
0
hanedeyim
sen olmasan biz napardık perim ya:)
sayende bişiler öğreniyoruz ::)
 
S

su perisi

Kullanıcı
4 Ocak 2007
En iyi cevaplar
0
0
Ne demek efendim zevkle yapıyorum bu işi,sizin gelişiminizede bir katkım oluyorsa ne mutlu bana :)
 
Üst