G
GulsahToptas
Kullanıcı
Yazı yazma konusunda istekli olan genç yazar adaylarının bilmesi gereken bir konu var: Yazarlık meselesinin yetenekle bir ilgisi var mı, yok mu?
Önceki yazımızda yazarlığın ilk şartı olan “istek”ten söz etmiştik. Kişi önce istemeli…
Hemen şöyle bir itiraz duyar gibiyim. “Çok istiyorum, ama olmuyor. Bende yetenek yok”
İşte şimdi olmadı sevgili dostum. Yazarlığın yetenek işi olduğunu düşünüyorsan ve kendinde bu yeteneğin olmadığına hükmettiysen hayatının en büyük yanlışlarından birini yapıyorsun demektir. Sen hiç duymadın mı “ Başarının yüzde biri hüner; yüzde doksan dokuzu terdir” sözünü? Elbette yetenek olacak bir insanda, ama bunun oranı ne? Nice yetenekli insanlar gördüm iki cümleyi bir araya getirip yazamayan…
“Ben çok yetenekliyim, bende doğuştan yazarlık istidadı var. Niçin çalışayım ki?” diye düşünenler de aynı hatanın kurbanları olma yolundalar. “Dehan varsa çalış ortaya çıksın. Dehan yoksa çalış ki çalışmak dehanın yerini alsın” sözünü de onlara hatırlatalım.
O yüzden sakın böyle bir yanılgı içine düşme. Yazarlık çalışmakla, alın teriyle, sabırla olur. Bir bak bakalım etrafındaki yazarların hayatına, bir oku bakalım büyük yazarların hayat hikayesini. Orada neler görecek, neler okuyacaksın? Ne zahmetlere katlanarak, hangi zorluklarla boğuşarak yazar olmuş o insanlar?… Hiçbir zafer çiçekli yollardan gidilerek elde edilmemiştir. Dikenler ayaklarına batacak, taşlar ayaklarını kanatacak, gözlerin kan çanağına bürünecek uykusuz gecelerin sabahında, parmakların uyuşacak kalem tutmaktan… Ve öyle zafere ulaşacaksın. Diğer türlü bir anlamı da olmaz zaten başarının.
Hayatta zorluklar iyi ki var. Çünkü onlar olgunlaştıracak seni. Sen, ham bir meyvesin bu yolculuğun başında. Rüzgarla, güneşle, yağmurla, karla, fırtınayla mücadele etmekten korkuyorsan kızarıp lezzetli bir meyveye dönüşemezsin. Hamken düşen bir meyve, çürümekten, toprağa karışıp gitmekten kendini koruyamaz. Bu zorlu mücadeleyi kazananlar hep sabredenler olmuşlardır.
İlk yazdığın yazıda şöhreti yakalamayı beklersen sonsuza kadar beklersin. Defalarca aynı yazıyı yazacaksın belki de. Bir kelime için defalarca yırtıp atacaksın yazdıklarını. Olmamış diyecekler. Tekrar yaz diyecekler. Çok basit diyecekler. Sen bu işi bırak diyecekler. Bütün bunları aşacak güçte ve kararlılıkta olmalısın.
Yılmaz Erdoğan, ilk tiyatro oyunu sahneye konulduğunda 10 bin sayfalık bir yazı hayatından söz etmişti. Yani ilk yazdığı oyun değildi o. Öncesinde bir, on bin sayfalık çaba ve birikim vardı. İşte, sen sadece sonuca bakarsan aldanırsın. Öncesini de görmelisin. Hiçbir başarı tesadüfî değildir. Bir çok yazar ve şair de aynı şeyleri söyler. Der ki , “İlk kitabım çıktığında ben, en az on kitaplık bir yazı yazmıştım”.
Bütün bunları seni yıldırmak için yazmıyorum. Tam tersine, seni yüreklendirmek için, sana ümit vermek için, seni sevdiğim için yazıyorum. Çünkü işin başında ne kadar donanımlı olursan, hazırlığını ne kadar iyi yaparsan, işin felsefesini ne kadar iyi bilirsen bu yolculuk o nispette keyifli ve verimli geçecektir. Ve yolda bir sürü hayalleri sönmüş, tükenmiş, ideali kalmamış insanla karşılaşmayacaksın. Ama eğer bunları bilmeden kuru bir hevesle, işin yıldızlı kısmına aldanarak bu yola çıkarsan, daha bir dönemeç bile dönmeden bir sürü mezarla karşılaşıp sen de kahrolacaksın. İşte sen kahrolmamalısın. Çıktığın yolu bitirilmelisin. O yüzden seni bilgilendirme, sana gerçekleri söyleme derdindeyim.
Sen yeteneklisin. Çünkü yetenekli insanlar bir arayışa girer. Yeteneğini fark etmek aslında en büyük yetenektir yazarlıkta. Yeteneğini fark etmeden göçüp giden ne insanlar vardır bu âlemde bir bilsen.
Artık yapman gereken yeteneklerini doğru bir çalışma prensibiyle süslemen ve adım adım, sabırla bu merdivenleri çıkman. Bu yolda asla asansöre binme. Asansöre binenler aynen geri iniyorlar çünkü.
Kitap fuarlarında , bazı yayınevlerinin stantlarının önünde görürsün yazarlık merdivenlerinden asansörle çıkmış yazarları. Büyük büyük posterleri asılmıştır sağa, sola. Bir yazardan çok “popstar” görüntüsü vardır afişlerinde. Sadece o fuarda görürsün. Bir dahaki fuarda bir başkasını görürsün. Kullanılmış ve atılmışlardır bir kenara. Çünkü alın terleri yoktur o basamaklarda.
Adem Keven
Önceki yazımızda yazarlığın ilk şartı olan “istek”ten söz etmiştik. Kişi önce istemeli…
Hemen şöyle bir itiraz duyar gibiyim. “Çok istiyorum, ama olmuyor. Bende yetenek yok”
İşte şimdi olmadı sevgili dostum. Yazarlığın yetenek işi olduğunu düşünüyorsan ve kendinde bu yeteneğin olmadığına hükmettiysen hayatının en büyük yanlışlarından birini yapıyorsun demektir. Sen hiç duymadın mı “ Başarının yüzde biri hüner; yüzde doksan dokuzu terdir” sözünü? Elbette yetenek olacak bir insanda, ama bunun oranı ne? Nice yetenekli insanlar gördüm iki cümleyi bir araya getirip yazamayan…
“Ben çok yetenekliyim, bende doğuştan yazarlık istidadı var. Niçin çalışayım ki?” diye düşünenler de aynı hatanın kurbanları olma yolundalar. “Dehan varsa çalış ortaya çıksın. Dehan yoksa çalış ki çalışmak dehanın yerini alsın” sözünü de onlara hatırlatalım.
O yüzden sakın böyle bir yanılgı içine düşme. Yazarlık çalışmakla, alın teriyle, sabırla olur. Bir bak bakalım etrafındaki yazarların hayatına, bir oku bakalım büyük yazarların hayat hikayesini. Orada neler görecek, neler okuyacaksın? Ne zahmetlere katlanarak, hangi zorluklarla boğuşarak yazar olmuş o insanlar?… Hiçbir zafer çiçekli yollardan gidilerek elde edilmemiştir. Dikenler ayaklarına batacak, taşlar ayaklarını kanatacak, gözlerin kan çanağına bürünecek uykusuz gecelerin sabahında, parmakların uyuşacak kalem tutmaktan… Ve öyle zafere ulaşacaksın. Diğer türlü bir anlamı da olmaz zaten başarının.
Hayatta zorluklar iyi ki var. Çünkü onlar olgunlaştıracak seni. Sen, ham bir meyvesin bu yolculuğun başında. Rüzgarla, güneşle, yağmurla, karla, fırtınayla mücadele etmekten korkuyorsan kızarıp lezzetli bir meyveye dönüşemezsin. Hamken düşen bir meyve, çürümekten, toprağa karışıp gitmekten kendini koruyamaz. Bu zorlu mücadeleyi kazananlar hep sabredenler olmuşlardır.
İlk yazdığın yazıda şöhreti yakalamayı beklersen sonsuza kadar beklersin. Defalarca aynı yazıyı yazacaksın belki de. Bir kelime için defalarca yırtıp atacaksın yazdıklarını. Olmamış diyecekler. Tekrar yaz diyecekler. Çok basit diyecekler. Sen bu işi bırak diyecekler. Bütün bunları aşacak güçte ve kararlılıkta olmalısın.
Yılmaz Erdoğan, ilk tiyatro oyunu sahneye konulduğunda 10 bin sayfalık bir yazı hayatından söz etmişti. Yani ilk yazdığı oyun değildi o. Öncesinde bir, on bin sayfalık çaba ve birikim vardı. İşte, sen sadece sonuca bakarsan aldanırsın. Öncesini de görmelisin. Hiçbir başarı tesadüfî değildir. Bir çok yazar ve şair de aynı şeyleri söyler. Der ki , “İlk kitabım çıktığında ben, en az on kitaplık bir yazı yazmıştım”.
Bütün bunları seni yıldırmak için yazmıyorum. Tam tersine, seni yüreklendirmek için, sana ümit vermek için, seni sevdiğim için yazıyorum. Çünkü işin başında ne kadar donanımlı olursan, hazırlığını ne kadar iyi yaparsan, işin felsefesini ne kadar iyi bilirsen bu yolculuk o nispette keyifli ve verimli geçecektir. Ve yolda bir sürü hayalleri sönmüş, tükenmiş, ideali kalmamış insanla karşılaşmayacaksın. Ama eğer bunları bilmeden kuru bir hevesle, işin yıldızlı kısmına aldanarak bu yola çıkarsan, daha bir dönemeç bile dönmeden bir sürü mezarla karşılaşıp sen de kahrolacaksın. İşte sen kahrolmamalısın. Çıktığın yolu bitirilmelisin. O yüzden seni bilgilendirme, sana gerçekleri söyleme derdindeyim.
Sen yeteneklisin. Çünkü yetenekli insanlar bir arayışa girer. Yeteneğini fark etmek aslında en büyük yetenektir yazarlıkta. Yeteneğini fark etmeden göçüp giden ne insanlar vardır bu âlemde bir bilsen.
Artık yapman gereken yeteneklerini doğru bir çalışma prensibiyle süslemen ve adım adım, sabırla bu merdivenleri çıkman. Bu yolda asla asansöre binme. Asansöre binenler aynen geri iniyorlar çünkü.
Kitap fuarlarında , bazı yayınevlerinin stantlarının önünde görürsün yazarlık merdivenlerinden asansörle çıkmış yazarları. Büyük büyük posterleri asılmıştır sağa, sola. Bir yazardan çok “popstar” görüntüsü vardır afişlerinde. Sadece o fuarda görürsün. Bir dahaki fuarda bir başkasını görürsün. Kullanılmış ve atılmışlardır bir kenara. Çünkü alın terleri yoktur o basamaklarda.
Adem Keven