G
GulsahToptas
Kullanıcı

Toplumların kimliğini bulmasında savaşlar önemli roller oynar; bulunan kimliğin kutlanması da bayramlarda olur. Bayramlar toplumların özlerini kutladıkları, bu kimliği kuşaktan kuşağa aktardıkları geleneksel sevinç dönemleridir. Bu dönemlerde çocukluk anılarımız oluşur ve yetişkinlik çağımızda her Bayram bu anıları yaşarız.
Elazığlı Mustafa Kaya, bayram şiirine
Annem...annem güzel annem
Hiç değişmeyen annem
Yine bu bayram sabahı
Yaprak sarması yapan annem
diyerek başlar.
Özlemlerin Dünyası
Yoğun bir değişim süreci yaşıyoruz. İş yaşamındakiler piyasadaki dinamikliğin farkındalar; şirketler batıyor, yeni şirketler kuruluyor, büyükler küçülüyor, küçükler büyüyor. Bu değişim süreci yalnız iş hayatında değil, toplumun her yönünde yaşanıyor. Toplumsal değişimi yalnız Türk toplumu değil, tüm dünya toplumları yaşıyor. Ama bazı toplumlar daha yoğun yaşıyor ve biz bu değişim sürecini daha yoğun yaşayan ülkelerden biriyiz.
Bu değişimin en önemli özelliklerinden biri bireylerin ekonomik yönden olanaklarının artması. Ekonomik olanakları artan birey güçlenir, daha bağımsız olur; kendileri ev tutar, annelerinin babalarının oturduğu şehirlerden farklı şehirlere hatta ülkelere gider ve diledikleriyle evlenmeye başlarlar.
Eskiden bir genç çıkarından mı, korkusundan mı yoksa saygısından mı büyüğünün sözünü dinliyor, anlamak mümkün değildi. Bugün mümkün, çünkü çoğu gencin ekonomik özgürlüğü var.
Eskiden yaşla birlikte karakterin olgunlaştığı düşünülür ve gençlerin yaşlılara saygı göstermeleri beklenirdi. Bu yaşlılar gerçekten “büyüklerimiz” olmayı hak ediyorlar mıydı? Yoksa yaşlı olmak otomatik olarak onları “büyük” mevkiine mi getiriyordu?
Benim çocukluğumda iki türlü el öptürenler vardı: 1- el öpme teşebbüsünü sana bırakanlar, eğer öpersen, sevgiyle alnından öpüp, “berhudar ol” evladım, diyenler. 2- “Öp elimi” diye otoriter bir tavır içinde elini uzatıp sana vazifeni hatırlatanlar. Öptüğünde de, “aferin, küçük küçüklüğünü bilmeli” diyenler.
Kanımca, bir toplumda “eli öpülesi” insanların olması ve “eli öpülesi” bu insanların bilinmesi ve onları toplumun onurlandırması ve saygı göstermesi o toplumun sağlıklı bir toplum olduğunu gösterir. Bu “eli öpülesi” insanlara büyüklerimiz diyoruz. “Küçükler büyüklerin ellerini öper,” geleneğini yaşatan toplum bu anlamda sağlıklı bir toplumdur.
Şimdiki Gençlik
Kiminle konuşmuşsak ortaya bir manzara çıkıyor; yaşlılar sürekli gençlerden şikâyetçi. Hep, “şimdiki gençlik” sözcükleriyle başlayan bir suçlama var.
Şimdiki gençlerin eski gençlerden farklı olmasından yaşlılar rahatsız. Peki, şimdiki gençler daha önceki gençlerden niye farklı? Bunun üstünde pek durmuyorlar. Yani duruma bir de gençlerin tarafından bakmak, onları anlamak niyetiyle, onların yaşamlarının içine kendimizi koyup, kızıl derili tabiriyle, onların ayakkabısını giyerek duruma bakmak istemiyorlar. İstedikleri onların yaşlıların beklediği şekilde davranması. Gerisi onları pek ilgilendirmiyor.
“Ben senden talep ederim; benim istediğimi senin bana vermen senin vazifen, gerisi beni ilgilendirmez,” tutumu içinde olan yaşlı karşıdaki gence değer vermeyen bir tutum sergiliyor. Böyle bir “yaşlı – genç” ilişkisinin temelinde aslında “güçlü – güçsüz” anlayışı var.
Güçlü güçsüz ilişkisi içinde genç yaptığını gönülsüz olarak yapar; yapar gibi görünür, ama içinden gelerek yapmaz. Otobüste kalkar yerini verir; aslında içinden gelmez, ama ‘el alem ne der’ diye yerini verir. İstemeden, içinden gelmeyerek büyüğünün elini öper.
Ekonomik güç kazanıp özgürlüğünü kazandığı ilk fırsatta bunları yapmaz; artık o da güçlüdür ve sizden korkmuyordur. Güçlendiği andan itibaren yaptığını zorunlu olduğu için değil, istediği için yapar. Gerçekten saygı duyuyorsa kalkar yerini verir. Gerçekten yardım etmek istiyorsa, hemen koşar yardım eder.
Türkiye önemli bir toplumsal değişim sürecinin tam içinde ve biz bayramlardan konuşurken aslında bu toplumsal değişimden söz ediyoruz.
Gönlünüzce bir bayram diliyorum.
D.Cüceloğlu