M
merto53
Kullanıcı
Bazan öyle talihsiz insanlar vardır ki, her işleri ters gider, şansları gülmez mânâsında kullanılan bir deyim.
Ziya Paşa'nm dediği gibi:
Bîbaht olanın bağına bir- katresi düşmez
Baran yerine dürrü güher yağsa semadan
Halk şairleri de bu konuda şöyle demişler:
Kara bahtım kem talihim
Taşa bassam iz olur
Ağustosta suya girsem
Balta kesmez buz olur.
Ziya Paşa'nm dediği gibi:
Bîbaht olanın bağına bir- katresi düşmez
Baran yerine dürrü güher yağsa semadan
Halk şairleri de bu konuda şöyle demişler:
Kara bahtım kem talihim
Taşa bassam iz olur
Ağustosta suya girsem
Balta kesmez buz olur.
Bu deyime konu olan hikâyenin kahramanı da, böyle talihsiz, bahtı gülmezin biriymiş. "Tıkandı Baba" takma adıyla anılan, şanssız olduğu kadar saf, başına konmak isteyen devlet kuşlarım daha havada iken ürkütüp kaçıran bir adamcağızmış.
Sultan I. Mahmut devrinde, Üsküdar'da yaşayan bu şanssız kişi, yorgancılık yaparmış. Kısmetsizliği, daha çocukluğunda başlamış. Testiyi eline verip çeşmeye yollasalar, bir kurbağa gelir, musluğu tıkarmış. Boş testi ile evine döner, babasına: "Tıkandı baba..!' dermiş. Çarşıya gönderseler, "Tükendi" diye eli boş dönermiş.
Şanssızlığı ile o kadar ün kazanmış ki, Sultan Mahmut'un kulağına kadar gitmiş. "Şeyhi" takma adı ile şiirler yazan, ince ruhlu hükümdar, Tıkandı Baba adı ile anılmaya başlayan bu bahtsız kişiyi kendisi görmek için, Lalasını da yanına alıp, kıyafet değiştirerek Üsküdar'a gitmiş.
Hallaç dükkanına varıp, kendisi ile konuşmuş. Bu adamın saf gönlü ve cilveli kaderi hoşuna gitmiş. Bu garibi sevindirmeye karar vermiş.
Yapılacak yardımın, kendi ihsanı olduğunu da sezdirmek istememiş. Bir tepsi baklava yapılmasını ve her dilimi altına bir altın yerleştirildikten sonra bir zengin konağından armağan olarak verilmiş gibi adamın dükkanına gönderilmesini istemiş.
Tepsiyi göndermişler. Adamcağız çok sevinmiş ya, bir tepsi baklavayı yiyip bitirmektense, satıp parası ile dükkana gerekli bazı şeyleri almanın daha doğru olacağını düşünmüş.
Padişah, saf adamcağızın baklava tepsisini sattığını öğrenince üzülmüş. Bir kaç hafta sonra, nar gibi bir tavuk göndermiş, içinde de altın doluymuş. Bu kez adamın komşusu, tavuğu kendisine satmasını ister. "Sen fakir bir adamsın, vereceğim para ile bir hafta geçinirsin" der. Bu durumu haber alan Sultan Mahmut, öfkelenir. Adamı Saraya getirmelerini ister.
Tıkandı Baba neye uğradığını şaşırır. "Bir kabahat işledim" sanarak tiril tiril titrer. Korkudan yarı baygın bir halde, apar topar padişahın huzuruna çıkarılır.
Sultan ona güler yüzle korkmamasını söyleyerek, olup bitenleri anlatır. Tıkandı Baba hayretler içinde kalarak Padişahın ayaklarına kapanır hem ağlar hem de dua ve şükürler eder.
- Bu böyle olmayacak... der Sultan Mahmut.
Seni şimdi bir yokuşun başına götüreceğim, eline bir çember verecekler, o çemberi hızla yokuş aşağı yuvarlayacaksın. Çember nerede durursa, yokuş başından, durduğun yere kadar olan araziyi, etrafındaki binalarla birlikte sana vereceğim... der.
Padişah, maiyetindekiler ve heyecan içindeki Tıkandı Baba Topkapı Sarayından
Saltanat arabalarıyla, Mercan Yokuşunun başına gelirler. Haberi duyan halk etrafa toplanır. Muazzam bir meraklı kalabalığı önünde Tıkandı Babanın eline kalbur kasnağından yapılmış büyücek ve ince bir çember verirler.
Padişah:
- Haydi bakalım Mahmut, fırlat şu çemberi, kır şeytanın bacağım diye emreder.
Zavallı o kadar şaşkın ve telaşlıdır ki, çemberi tam doğrultusunda fırlatamaz, yana kaçırır.
Sekiz, on arşın gittikten sonra yol kenarındaki bir ağaca çarparak, yaylanıp geri döner ve Tıkandımın tam alnına hızla çarpar.
İki üç defa tekrarlanan bu çember tecrübesinin de her seferinde bir aksilik çıkarak geri teper.
Uzun uzun "La havle, Yâ sabur" çeken Padişah nihayet onu alıp Saraya götürür ve Hazineye sokar. Eline kocaman bir kürek verirler, yığın halindeki altın ve elmasları gösteren Padişah:
- Haydi, der, Daldır şu küreği, daldırıp dolduracağın kürek ne kadar altun alırsa hepsi senin olacak.
Tıkandı Baba bu sefer de küreği ters daldırdığından küreğin kubbesinde ancak bir iki tane altın kalır.
Şair ve ince duygulu Padişah hayretle içini çeker ve:
- Vermeyince Mabud, ne yapsın Mahmut... der.
Sultan I. Mahmut devrinde, Üsküdar'da yaşayan bu şanssız kişi, yorgancılık yaparmış. Kısmetsizliği, daha çocukluğunda başlamış. Testiyi eline verip çeşmeye yollasalar, bir kurbağa gelir, musluğu tıkarmış. Boş testi ile evine döner, babasına: "Tıkandı baba..!' dermiş. Çarşıya gönderseler, "Tükendi" diye eli boş dönermiş.
Şanssızlığı ile o kadar ün kazanmış ki, Sultan Mahmut'un kulağına kadar gitmiş. "Şeyhi" takma adı ile şiirler yazan, ince ruhlu hükümdar, Tıkandı Baba adı ile anılmaya başlayan bu bahtsız kişiyi kendisi görmek için, Lalasını da yanına alıp, kıyafet değiştirerek Üsküdar'a gitmiş.
Hallaç dükkanına varıp, kendisi ile konuşmuş. Bu adamın saf gönlü ve cilveli kaderi hoşuna gitmiş. Bu garibi sevindirmeye karar vermiş.
Yapılacak yardımın, kendi ihsanı olduğunu da sezdirmek istememiş. Bir tepsi baklava yapılmasını ve her dilimi altına bir altın yerleştirildikten sonra bir zengin konağından armağan olarak verilmiş gibi adamın dükkanına gönderilmesini istemiş.
Tepsiyi göndermişler. Adamcağız çok sevinmiş ya, bir tepsi baklavayı yiyip bitirmektense, satıp parası ile dükkana gerekli bazı şeyleri almanın daha doğru olacağını düşünmüş.
Padişah, saf adamcağızın baklava tepsisini sattığını öğrenince üzülmüş. Bir kaç hafta sonra, nar gibi bir tavuk göndermiş, içinde de altın doluymuş. Bu kez adamın komşusu, tavuğu kendisine satmasını ister. "Sen fakir bir adamsın, vereceğim para ile bir hafta geçinirsin" der. Bu durumu haber alan Sultan Mahmut, öfkelenir. Adamı Saraya getirmelerini ister.
Tıkandı Baba neye uğradığını şaşırır. "Bir kabahat işledim" sanarak tiril tiril titrer. Korkudan yarı baygın bir halde, apar topar padişahın huzuruna çıkarılır.
Sultan ona güler yüzle korkmamasını söyleyerek, olup bitenleri anlatır. Tıkandı Baba hayretler içinde kalarak Padişahın ayaklarına kapanır hem ağlar hem de dua ve şükürler eder.
- Bu böyle olmayacak... der Sultan Mahmut.
Seni şimdi bir yokuşun başına götüreceğim, eline bir çember verecekler, o çemberi hızla yokuş aşağı yuvarlayacaksın. Çember nerede durursa, yokuş başından, durduğun yere kadar olan araziyi, etrafındaki binalarla birlikte sana vereceğim... der.
Padişah, maiyetindekiler ve heyecan içindeki Tıkandı Baba Topkapı Sarayından
Saltanat arabalarıyla, Mercan Yokuşunun başına gelirler. Haberi duyan halk etrafa toplanır. Muazzam bir meraklı kalabalığı önünde Tıkandı Babanın eline kalbur kasnağından yapılmış büyücek ve ince bir çember verirler.
Padişah:
- Haydi bakalım Mahmut, fırlat şu çemberi, kır şeytanın bacağım diye emreder.
Zavallı o kadar şaşkın ve telaşlıdır ki, çemberi tam doğrultusunda fırlatamaz, yana kaçırır.
Sekiz, on arşın gittikten sonra yol kenarındaki bir ağaca çarparak, yaylanıp geri döner ve Tıkandımın tam alnına hızla çarpar.
İki üç defa tekrarlanan bu çember tecrübesinin de her seferinde bir aksilik çıkarak geri teper.
Uzun uzun "La havle, Yâ sabur" çeken Padişah nihayet onu alıp Saraya götürür ve Hazineye sokar. Eline kocaman bir kürek verirler, yığın halindeki altın ve elmasları gösteren Padişah:
- Haydi, der, Daldır şu küreği, daldırıp dolduracağın kürek ne kadar altun alırsa hepsi senin olacak.
Tıkandı Baba bu sefer de küreği ters daldırdığından küreğin kubbesinde ancak bir iki tane altın kalır.
Şair ve ince duygulu Padişah hayretle içini çeker ve:
- Vermeyince Mabud, ne yapsın Mahmut... der.