H
hayalhane
UMUT TARLASININ MEYVELERİ… BAŞARI VE MUTLULUK…
Günün hangi pozisyonunda bilgisayarınızın başına konuşlanmış ve yazarın yüreğinin akıl süzgecinden damıtarak, sizlere sunduğu bilgi kahvesinden yudumlayan siz okura günaydın, iyi akşamlar, ya da iyi günler. Veya yürekten merhaba.
Bu yazının ilham kaynağı, Sevgi Okyanusunun yüreği sevgi yüklü insanlarının, “haftanın sözü” köşesine koydukları Mevlana’ya ait bir söz oldu doğrusu.
Büyük düşünür Mevlana diyor ki; "Ben dostlarımı ne kalbimle, ne de aklımla severim. Olur ya, kalp durur, akıl unutur. Ben dostlarımı ruhumla severim. O ne durur, ne unutur."
Ne hoş, ne doğru, ne dolu, ne derin bir söz. Sevginin özünü yakalayan bir farklı yaklaşım değil mi? Sevgiye farklı bir bakışla, farklı bir boyut getirmiş Mevlana.
Selâm olsun ruhuyla sevip sevilen şanslı ve kazançlı insanlara.
Selâm olsun, özünün güzelliği sözünde tecelli bulan, büyük insan Mevlana’ya.
Gerçekten de her insan çok özel, önemli ve bir diğerinden çok farklı.
İnsan bir sevgi, inanç, fedakârlık, dayanıklılık, asalet ve mücadele potansiyelidir. Düşüncesiyle, duyuşuyla, duruşuyla, bilişselliğiyle her insan ayrı bir potansiyel.
Sahip olduğu potansiyel her insanın aynı zamanda kendi imkânı, sermayesi, fırsatıdır da.
Bütün mesele imkân ve potansiyelimizin farkında olmak ve onu akıllı, planlı, pratik, estetik, sabırlı ve kaliteli kullanmaktır.
İnsan tasarruf sahibi olduğu imkânları doğru yerde ve zamanda kullanabildiği oranda kazanç ve kazanımları artar, gelişir.
Her çaba istediğimiz sonucu vermeyebilir, ama her kazandığımız yine de bir çabanın sonucu değil midir?
Yaşam sahip olmadıklarımızla değil, sahip olup kullanabildiklerimizle anlamlı hale gelir ve güzelleşir. İnsan sahip olduklarıyla hedefine varabilir, hayallerini gerçekleştirebilir.
Aynı zaman da, sahip olamadıklarına ulaşabilmenin yol haritasını, sahip olduklarından hareketle çıkarabilir.
Sahip olamadıklarımızın sendromunu yaşamak yerine, sahip olduklarımızın tadını çıkarmak daha akıllılık diye düşünüyorum.
Yine Mevlana; "İnsanlar gülün yanındaki dikenden şikayetleşinceye kadar, dikenin yanındaki gülün varlığına şükretseler ya." derken bu mesajı mı vermek istiyordu ki?
Sahip olduklarımız sermayelerimizdir yani.
Öğrenilebilir olan başarı ve mutluluklarımız da bu sermayelerimizin kullanımındaki isabete bağlı değil midir?
Aklıma bir örnek geldi. Elbette herkes kendi pozisyonuna göre örnekler oluşturabilir, oluşturmalıdır da bence. Çünkü insan aklederek, düşünerek neleri bulma, keşfetme imkânına sahip olmuyor ki? Neyse örneğim öğrenci.
Öğrenciysem eğer okulum, dershanem, öğretmenlerim, kitaplarım, annem babam, benim sahip olduğum ve kullanabileceğim öz sermayem değil midir?
Gitmek istediğim bir üniversiteye, yapmak istediğim bir kariyere bu sermayelerle kavga ederek, onları heba ederek ya da onları yok sayarak ulaşabilir miyim?
Eğitim tarihinin böyle bir kayıt tuttuğunu mümkün sayabilir miyiz?
Sonuçlar nedenlere bağlıdır. Sonuçları kavga, korku, küslük, baskı, sevgisizlik, tehdit ve başarısızlıklarımıza nasıl suçlu ilân edebiliriz ki?
Sonuçlar seçimlerimizin, kararlarımızın doğal ürünleridir. Sonuçları değil, sonuçları var eden nedenleri, yöntemleri, tercihleri, kararları irdelemek, sorgulamak, iyileştirmek ve değiştirmek daha doğru değil mi?
Bizi her türlü sonuca götürecek donanımlarımızı ne yok sayıp ihmal etmek, küçümsemek, ne de abartıp büyütmek. Hi-menliğe soyunmak gerçekçi ve mantıklı değil.
Yaşamın periyotlarını, tercihlerimizi, ilişkilerimizi, kişiliklerimizi, sevgilerimizi, hayallerimizi, yani her türlü uğraş ve çabalarımızı zorlamadan ve zorlanmadan yürütmeye çalışmak doğru olan diye düşünüyorum.
Çünkü her türlü zorlama ve zorlanmalar Anadolu'ca bir tabirle,"ya kayış attırır, ya da parça kırdırır."
Ya da geçmişte kullanılan bir tabirle, ifrattan ve tefritten uzak olmak gerek. Yani aşırılık, taşkınlık içinde de olmayacağız. Kendimizi ve imkânlarımızı küçümseme, anlamsız ve gereksiz görme zaafına ve zayıflığına da düşmeyeceğiz. Bir bakıma kantarın topuzunu kaçırmamak, ölçülü olmak, hesaplı gitmek.
Sevgili okuyucum. Paylaşımlarıma haklı, doğru söylüyor Abdulkadir dediğinizi biliyorum. Sonra doğru söze kim ne der ki?
Ayrıca o güzel yüreğinizle, sevgi ve saygınızı, başınızı hafif ve anlamlı sallayarak onayladığınızı da hissediyorum. Ya da öyle düşünüyorum.
Dahası, her güzel söz ve yazıdan insanların etkilendiği gibi, naçizane paylaştığımız, düşünce ve görüşlerimizden etkilenerek, bundan sonrası için kendinize yeni tercih ve kararları aklınızdan geçiriyorsunuzdur da.
Ancak ben yazmamış da olsam artık siz, her yeni fidanın yeni besinlere ihtiyacı olduğunu bildiğiniz gibi; yeni tercih ve kararların kuvvetli olması, ayakta durması ve büyümesi için yeni besinlere ihtiyacı olduğunu da biliyorsunuz. Başarı ve mutluluklar umut tarlasının meyveleridir.
Esenlikler diliyorum.
Günün hangi pozisyonunda bilgisayarınızın başına konuşlanmış ve yazarın yüreğinin akıl süzgecinden damıtarak, sizlere sunduğu bilgi kahvesinden yudumlayan siz okura günaydın, iyi akşamlar, ya da iyi günler. Veya yürekten merhaba.
Bu yazının ilham kaynağı, Sevgi Okyanusunun yüreği sevgi yüklü insanlarının, “haftanın sözü” köşesine koydukları Mevlana’ya ait bir söz oldu doğrusu.
Büyük düşünür Mevlana diyor ki; "Ben dostlarımı ne kalbimle, ne de aklımla severim. Olur ya, kalp durur, akıl unutur. Ben dostlarımı ruhumla severim. O ne durur, ne unutur."
Ne hoş, ne doğru, ne dolu, ne derin bir söz. Sevginin özünü yakalayan bir farklı yaklaşım değil mi? Sevgiye farklı bir bakışla, farklı bir boyut getirmiş Mevlana.
Selâm olsun ruhuyla sevip sevilen şanslı ve kazançlı insanlara.
Selâm olsun, özünün güzelliği sözünde tecelli bulan, büyük insan Mevlana’ya.
Gerçekten de her insan çok özel, önemli ve bir diğerinden çok farklı.
İnsan bir sevgi, inanç, fedakârlık, dayanıklılık, asalet ve mücadele potansiyelidir. Düşüncesiyle, duyuşuyla, duruşuyla, bilişselliğiyle her insan ayrı bir potansiyel.
Sahip olduğu potansiyel her insanın aynı zamanda kendi imkânı, sermayesi, fırsatıdır da.
Bütün mesele imkân ve potansiyelimizin farkında olmak ve onu akıllı, planlı, pratik, estetik, sabırlı ve kaliteli kullanmaktır.
İnsan tasarruf sahibi olduğu imkânları doğru yerde ve zamanda kullanabildiği oranda kazanç ve kazanımları artar, gelişir.
Her çaba istediğimiz sonucu vermeyebilir, ama her kazandığımız yine de bir çabanın sonucu değil midir?
Yaşam sahip olmadıklarımızla değil, sahip olup kullanabildiklerimizle anlamlı hale gelir ve güzelleşir. İnsan sahip olduklarıyla hedefine varabilir, hayallerini gerçekleştirebilir.
Aynı zaman da, sahip olamadıklarına ulaşabilmenin yol haritasını, sahip olduklarından hareketle çıkarabilir.
Sahip olamadıklarımızın sendromunu yaşamak yerine, sahip olduklarımızın tadını çıkarmak daha akıllılık diye düşünüyorum.
Yine Mevlana; "İnsanlar gülün yanındaki dikenden şikayetleşinceye kadar, dikenin yanındaki gülün varlığına şükretseler ya." derken bu mesajı mı vermek istiyordu ki?
Sahip olduklarımız sermayelerimizdir yani.
Öğrenilebilir olan başarı ve mutluluklarımız da bu sermayelerimizin kullanımındaki isabete bağlı değil midir?
Aklıma bir örnek geldi. Elbette herkes kendi pozisyonuna göre örnekler oluşturabilir, oluşturmalıdır da bence. Çünkü insan aklederek, düşünerek neleri bulma, keşfetme imkânına sahip olmuyor ki? Neyse örneğim öğrenci.
Öğrenciysem eğer okulum, dershanem, öğretmenlerim, kitaplarım, annem babam, benim sahip olduğum ve kullanabileceğim öz sermayem değil midir?
Gitmek istediğim bir üniversiteye, yapmak istediğim bir kariyere bu sermayelerle kavga ederek, onları heba ederek ya da onları yok sayarak ulaşabilir miyim?
Eğitim tarihinin böyle bir kayıt tuttuğunu mümkün sayabilir miyiz?
Sonuçlar nedenlere bağlıdır. Sonuçları kavga, korku, küslük, baskı, sevgisizlik, tehdit ve başarısızlıklarımıza nasıl suçlu ilân edebiliriz ki?
Sonuçlar seçimlerimizin, kararlarımızın doğal ürünleridir. Sonuçları değil, sonuçları var eden nedenleri, yöntemleri, tercihleri, kararları irdelemek, sorgulamak, iyileştirmek ve değiştirmek daha doğru değil mi?
Bizi her türlü sonuca götürecek donanımlarımızı ne yok sayıp ihmal etmek, küçümsemek, ne de abartıp büyütmek. Hi-menliğe soyunmak gerçekçi ve mantıklı değil.
Yaşamın periyotlarını, tercihlerimizi, ilişkilerimizi, kişiliklerimizi, sevgilerimizi, hayallerimizi, yani her türlü uğraş ve çabalarımızı zorlamadan ve zorlanmadan yürütmeye çalışmak doğru olan diye düşünüyorum.
Çünkü her türlü zorlama ve zorlanmalar Anadolu'ca bir tabirle,"ya kayış attırır, ya da parça kırdırır."
Ya da geçmişte kullanılan bir tabirle, ifrattan ve tefritten uzak olmak gerek. Yani aşırılık, taşkınlık içinde de olmayacağız. Kendimizi ve imkânlarımızı küçümseme, anlamsız ve gereksiz görme zaafına ve zayıflığına da düşmeyeceğiz. Bir bakıma kantarın topuzunu kaçırmamak, ölçülü olmak, hesaplı gitmek.
Sevgili okuyucum. Paylaşımlarıma haklı, doğru söylüyor Abdulkadir dediğinizi biliyorum. Sonra doğru söze kim ne der ki?
Ayrıca o güzel yüreğinizle, sevgi ve saygınızı, başınızı hafif ve anlamlı sallayarak onayladığınızı da hissediyorum. Ya da öyle düşünüyorum.
Dahası, her güzel söz ve yazıdan insanların etkilendiği gibi, naçizane paylaştığımız, düşünce ve görüşlerimizden etkilenerek, bundan sonrası için kendinize yeni tercih ve kararları aklınızdan geçiriyorsunuzdur da.
Ancak ben yazmamış da olsam artık siz, her yeni fidanın yeni besinlere ihtiyacı olduğunu bildiğiniz gibi; yeni tercih ve kararların kuvvetli olması, ayakta durması ve büyümesi için yeni besinlere ihtiyacı olduğunu da biliyorsunuz. Başarı ve mutluluklar umut tarlasının meyveleridir.
Esenlikler diliyorum.
Alıntıdır
Abdulkadir Türk/Sevgi Okyanusu