Uçurum

  • Konuyu Başlatan Konuyu Başlatan Codex
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi

Codex

Özgür Şahin
Site Kurucusu
Katılım
14 May 2006
Puanları
48
Konum
Çanakkale
Web
www.kendinigelistir.com
birucurum.gif

Gece yarısıydı. Arabadaydım. Radyo Maydonoz’da Selim gazete köşelerinden internete yayılmış bir öykü­yü anlatıyordu. Kulak kesildim:

“Bir sonbahar günü Londra’daki doktor muayenehanesinin bekleme odasında otu­ran adam, yaprakların dökülmesini hüzün­lü bir gülümsemeyle seyrediyordu. Biraz sonra muayene odasında doktor, teşhisi açıkladı kendisine:

‘- Bay Winkelman, beyninizde bir ur var. Hemen ameliyat olmalısınız.’

Yüz hatları gerildi Winkelman’ın:

‘- İngiltere’de bu ameliyatı yapabi­lecek doktor var mı’ diye sordu.

‘- Amerika’da yaşadığınıza göre orada olmanızı öneririm’ dedi doktor; ‘Zaten sizi ameliyat edebilecek tek operatör olan Charles Wronkow da orada yaşıyor.

Winkelman teşekkür edip ayrıldı. Ote­le giderken derin derin düşünüyor ve yere dökülen yaprakları ayaklarıyla yavaşça iti­yordu.

Birkaç gün sonra gazeteler tanınmış Amerikalı operatör Charles Wronkow’un İngiltere’de tatilini geçirirken intihar ettiği haberini verdiler.

Polis, böyle tanınmış bir doktorun ne­den Wilkelman adı altında, Londra’nın yoksul bir mahallesindeki otelde kaldığını merak ediyordu.”
* * *

Bu öyküyü dinlediğim gecenin sabahın­da gazeteler Reve Favaloro’nun intihar haberini duyurmuşlardı.

Favaloro, 1967′de bulduğu by-pass yöntemiyle kalp ameliyatlarında bir çığır açan ve milyonlarca hastayı kurtaran Ar­jantinli cerrahtı. Buenos Aires’teki muhte­şem villasında kalbine sıktığı tek kurşunla son vermişti hayatına…

Milyonların kalbine giden kanalları açan bir insanın, kendi yüreğindeki tıkanmaya deva bulamaması ve sonunda onu kurşun­layarak susturması ne trajik bir final!..

Bütün bir salonu gülmekten kırıp geçir­dikten sonra çekildiği makyaj odasında ses­sizce ağlayan bir palyaço gibi… Çevremize yaydığımız ışıktan biz nasiplenemeyiz çoğu zaman… insanın sözü geçmez, gücü yetmez ba­zen kendine…

En güzel aşk filmlerinde oynayan kadın, alabildiğine mutsuzdur bakarsanız…

Diline doladığı herkesin iç dünyasını ka­lemiyle didikleyen yazar, kendi içindeki keş­mekeşi tariften acizdir.

Cemaate iman telkin ederken içten içe Tanrı’yı sorgulamaya başlamış bir din ada­mı kadar çaresiz, kıvranır insan…

Yalnızlık korkusunu bastırmak için ömrü boyunca sayısız kadına tutulmuş bir Kazanova’nın sonunda anavatanı yalnızlığa dönmesi,

…ya da cehennemi bir cephede gün bo­yu askerlerine cesaret aşılayan kumandanın gece karargahta korkudan titremesi gibi,

…en yakından tanıdığı zaafı, en güven­diği yanına yakıştıramaz insan:

…ve kendini en bildiği yerinden vurur: Kalpse kalp; beyinse beyin…

…bir kurşunla durur.
* * *

Çünkü en beteridir kendisiyle savaşan­ların, kendine yenilmesi…

İnanmadan din adamı olarak kalamaz­sınız; sevmeden aşık rolü oynayamaz, cesa­retsiz savaşamazsınız; beyninizde bir urla beyinlere deva, kalbinizde kanayan bir ya­rayla kalplere şifa taşıyamazsınız.

Bu kuşatmayı yarmak için o “zaaf”ları­nızı yok etmek zorundasınızdır; çoğu kez kendinizden vazgeçmek pahasına…

İnsan, kendine rağmen gider o zaman…gençliğinde nice cana kıydığı kılıcının üzerine karnıyla yatıveren yaşlı bir Samuray savaşçısı ya da intihar için artık hükmedemediği tanıdık bir mikrofonu seçen Zeki Müren gibi, ölümü beklemeden onun kol­larına koşar.

Bazen uluorta, bazen yapayalnız,

…uçsuz bucaksız bir boşluğa akar…

Malum; “uzun süre uçuruma bakar­san, uçurum da senin içine bakar.”


Kod:
[b]Yazan :[/b] Can DÜNDAR
http://www.kendinigelistir.com/ucurum/
Daha önce paylaşan EFTELYA'nın bu yazısı anasayfada da paylaşılmıştır.
 

 
Çünkü en beteridir kendisiyle savaşan­ların, kendine yenilmesi…

 
daha öncede okumuştum bu yazıyı çok güzeldi ama en çok etkilendiğim yer ise şey

İnanmadan din adamı olarak kalamaz­sınız; sevmeden aşık rolü oynayamaz, cesa­retsiz savaşamazsınız; beyninizde bir urla beyinlere deva, kalbinizde kanayan bir ya­rayla kalplere şifa taşıyamazsınız.

çok doğru değilmi?
 
İnsanın kendi iç sesiyle mücadelesini susturan tek destek vardır.

O da özgüvendir...


Huzur, elimizdekilerin kıymetini bilmek, onlarla yaşamayı öğrenmektir.

Yoksa, elimizde olmayanları elde etmek için Don Kişot ve Panço'nun yeldeğirmenlere verdiği savaşı

vermek zorunda kalırız. Yorgunluktan, elimizdekileride kaybetmenin vermiş olduğu acı hissizliğin

koynunda donup kalırız...


Bazı kişisel gelişim yazıları okuduğumuzda içimiz coşar, bulutlar gibi yükseliriz... Herşeyi yapabileceğimizi

o an hissederiz. Ama dış kabuğumuz buna hazır  değilse, çatlarız ve yere yağarız...


Savaşa gidiliyorsa zırh giyilir, silah kuşanılır...

Her şeyin planını yapmalı, veya hazır bir plan zaten varsa onu uygulamalı...

Bu konuda, doğuda batıda, tüm kişisel gelişimciler inancın rolünün çok büyük bir özgüven oluşturduğunu

itiraf etmeye başladılar bile...

Biz geç kalmayalım...


Sevgiler...

:) :) :) :) :) :) :)
 
berrak' Alıntı:
daha öncede okumuştum bu yazıyı çok güzeldi ama en çok etkilendiğim yer ise şey

İnanmadan din adamı olarak kalamaz­sınız; sevmeden aşık rolü oynayamaz, cesa­retsiz savaşamazsınız; beyninizde bir urla beyinlere deva, kalbinizde kanayan bir ya­rayla kalplere şifa taşıyamazsınız.
çok doğru değilmi?
Elbette..

 
E can dündar işte, son zamanlarda istemeye istemeye sevmeye zorlandığım bir yazar.
Zorla sevdiğimdenmidir nedir, her yazısını şartsız doğru kılmaya çalışıyorum.
Aynı durum bu yazı içinde geçerli.

Teşekkürler.
 
İnanmadan din adamı olarak kalamaz­sınız; sevmeden aşık rolü oynayamaz, cesa­retsiz savaşamazsınız; beyninizde bir urla beyinlere deva, kalbinizde kanayan bir ya­rayla kalplere şifa taşıyamazsınız.

“uzun süre uçuruma bakar­san, uçurum da senin içine bakar.”

güzel tespitler,teşekkürler
 
"en beteridir kendisiyle savaşan­ların, kendine yenilmesi… "

Umarım kimse bunu yaşamaz...
 
Süper bir yazıymış gerçekten. Yazıda bahsedilen Palyaçonun bir hikayesi daha var.


Etrafı ışıklarla bezeli aynanın karşısında, boş boş kendine bakıyordu. Bir eliyle biraz uzamış sakallarını ovuşturdu. Gözleri çok yorgun bakıyordu. Aslında kendisini hiç iyi hissetmiyordu. Gözlerini görseniz gökyüzünde hızlı hızlı akan bulutlar gibi giden bir sürü acı, tatlı hikaye görürdünüz sizde. Yüzündeki buruşukluklar, hayattan aldığı bıçak darbeleriydi sanki. Sigarasından derin bir nefes çekti. Hemen küllüğün yanında yeralan bardağına eli uzandı. Boştu. Simon’a seslenecek oldu ama boğazı düğümlendi.

Simon hayattan göçeli yıllar olmuştu. Hayattaki tek dostu. Gözleri nemlendi.
Simon’u ilk tanıdığı güne gitti. Simon, kalabalık bir ailenin dördüncü çocuğuydu. Sevgi dolu bir aile oldukları söylenemezdi. Hele ki cüce olan Simon, buna en ihtiyaç duyan kişiydi belkide… Oturdukları mahallede Simon hep alay konusu olmuş, hiçbir oyuna dahil edilmemişti.

Yürüyüşü ile dalga geçilmiş, hep parmakla gösterilmişti. Ta ki bir gün Stefan ile tanışana kadar belki de hiç yüzü gülmemişti zavallının. Stefan ona normal bir insanmış gibi davrandığından belki de. Simon’un kanı kaynamıştı bu gizemli yabancıya. Dostlukları öyle başladı. Hep beraber seyahat ettiler, çalıştılar. Simon esasen Stefan’ın sağ kolu hep… Sırdaşı da aynı zamanda, boşalan kadehlerini dolduran saki bazen de.

Stefan, tüm bunları düşünürken, traşını olmuş, hatta bardağını tekrar doldurup tekrar boşaltmıştı. Son rötuşları da atıp, dikkatli gözlerle aynada tekrar kendine baktı. Keşke hep böyle kalabilseydi… böyle çok bakımlı ve bir o kadar da komik duruyordu. Hatta komikliğinin yanında çok sevilen bir şahsiyet…

Gözyaşlarını içine akıtıp, bardakta kalan son yudumu çekti. Kapıdan çıkarken çok daha enerjikti…Bir yıldızdı Stefan, o acısıyla tatlısıyla yaşadığı hayatta herkesi güldürmeyi, eğlendirmeyi becerebilmiş, ama gerçekte, gözleri hep nemli, yalnız ama yalnızlığa bir türlü alışamamış bir sirk palyaçosuydu…
Sahneye çıktığında, projektör ona yöneldiğinde, her çocuktan daha çocuk olan, kocaman bir palyaçoydu…


Üzgün palyaço fikri, dışarıya neşeli, umursamaz görünüp, iç dünyasında kasırgalar yaşayanların, her derdini içine atıp, kimseyle paylaşamayanların, yalnızların, yalnız hissedenlerin hikayesidir...



 
Geri
Üst