K
korsan
Kullanıcı
Bırakılırsa, her şey kirlenir. Üstümüz başımız, odamız evimiz, sokağımız şehrimiz, kullandığımız kullanmadığımız araçlar, hem de durdukları yerde pislenir. Bundandır, ‘temizlik’ işleri, gündelik yaşamımızda, olmazsa olmaz bir yer tutar.
Bırakalım bırakmayalım, dilimiz de kirlenir. Bütün diller gibi. Kullandığımız dilin kirlenmesi bir tek konuşmamızı yazmamızı etkisi altına alan bir durum olsa gene iyi: Aymazsak, düşüncelerimizi duygularımızı da bir kir tabakası kaplar. Ondandır, dilimize ve ifademize bulaşan, yanlışlarla ve savrukluklarla alanını genişleten, özensizliklerle gücünü pekiştiren dil kirlenmesi olgusu karşısında, ikidebir, arınma, temizlenme, yıkanma gereksinmesi duyarız.
Bir çoğumuz, bu süreğen tehlike karşısında önlem arayışlarına yöneliriz. Tetikte durmak gerekir. Birden fazla kaynağı vardır kirlenmenin, herbiri karşısında uyanık kalmayı başarmak kolay olmaz. Gündelik dille sınırlı değildir kirlenmenin yayılma siyaseti; tam tersine, “iş”i dil ile doğrudan bağlantılı olan kişiler aracılığıyla vuracaktır mührünü: Kitle iletişim araçlarından okullara, edebiyattan bilime sınırları zorlar, açar kirlenme. Mahallemize, hanemize sokulur, komşularımıza sıçrar, uğraş alanımızın penceresinden kapısından içeri sızar, gelir bir biçimde, bir oranda bize ulaşır.
İşi gücü okumak yazmak olan bir yazı adamı için özel bir korunma yolu yoktur dil kirlenmesinden. Sık sık yıkanmak, Türkçe’de yıkanmak sanırım tek çıkış yoludur. Gazeteler, televizyon kanalları, gündelik yaşamın çözdüğü düzgün dil kullanımları, giderek sözümona “meslektaş”larımın bozuk, savruk, yanlış, kısacası kirli “yapıt”ları, bir noktadan sonra, arınmayı zorunluluk katına çıkarır.
Bu eşikte, kitaplığımın raflarından hemen hep aynı kitapları çekip çıkarıyorum ben. Dıranas’ın “Şiirler”inden, Oktay Rifat’ın “Yeni Şiirler”inden parçalar okuyorum önce. Ardından, Vüsat O. Bener’in “Dost”undan, Tahsin Yücel’in “Ben Ve Öteki”sinden birer ikişer öykü seçiyorum. Gecenin sonunu, Hikmet Birand’ın “Alıç Ağacı İle Sohbetler”inden, Nermi Uygur’un “Bunalımdan Yaşama Kültürü”nden bölümlerle getiriyorum. O kitaplar yerine, bazan Ataç’ın, Bilge Karasu’nun yapıtlarını, Dağlarca’nın ya da Karacaoğlan’ın şiirlerini yeğlediğim de oluyor.
İlle de doğru, iyi, güzel Türkçe sağlamıyor bana arınma duygusunu. Kimi zamanlar, Akşit Göktürk’ün deyişiyle “çetin metin”lere başvurduğum oluyor, üstüme başıma bulaştığını gördüğüm kolaycılıktan sıyrılmak amacıyla: O vakit Leylâ Erbil’le, Ece Ayhan’a doğru sapıyorum.
Bana öyle geliyor ki, Türkçe gibi kirletilme oranı yüksek bir dili kuşatan ortama mesafeli durmak için, belli sıklıklarla, bizi arındırdığını, yıkadığını gördüğümüz metinlere yönelmemiz yabana atılacak bir çözüm yolu değil — şüphesiz, hepimizin aynı metinleri seçmesi gerekmez: Kimileri Melih Cevdet, Oktay Akbal, Salâh Birsel okuyarak arındırır kendini, kimileri de Tanpınar’a, Cemil Meriç’e, Cahit Zarifoğlu’na yönelmeyi yeğleyebilir.
Türkçe ile yıkanmak, kişinin usul usul tıkanan ciğerlerini açmasından öte bir davranış sayılmamalı. ‘Sağlıklı yaşam’ parolası gitgide yerleşiklik kazanır oldu; pek çok kişi beslenmesine özen gösteriyor, gövdesini diri tutmak için spor yapıyor, vitamin alıyor: Zihin ve duyarlık, dil ve ifade sağlığı daha az önemlidir, denilebilir mi?
Hor kullanılan gövde bir eşikte pes eder. Hor kullanılan Dil nasıl, neden ayak diresin?
Enis Batur
Bırakalım bırakmayalım, dilimiz de kirlenir. Bütün diller gibi. Kullandığımız dilin kirlenmesi bir tek konuşmamızı yazmamızı etkisi altına alan bir durum olsa gene iyi: Aymazsak, düşüncelerimizi duygularımızı da bir kir tabakası kaplar. Ondandır, dilimize ve ifademize bulaşan, yanlışlarla ve savrukluklarla alanını genişleten, özensizliklerle gücünü pekiştiren dil kirlenmesi olgusu karşısında, ikidebir, arınma, temizlenme, yıkanma gereksinmesi duyarız.
Bir çoğumuz, bu süreğen tehlike karşısında önlem arayışlarına yöneliriz. Tetikte durmak gerekir. Birden fazla kaynağı vardır kirlenmenin, herbiri karşısında uyanık kalmayı başarmak kolay olmaz. Gündelik dille sınırlı değildir kirlenmenin yayılma siyaseti; tam tersine, “iş”i dil ile doğrudan bağlantılı olan kişiler aracılığıyla vuracaktır mührünü: Kitle iletişim araçlarından okullara, edebiyattan bilime sınırları zorlar, açar kirlenme. Mahallemize, hanemize sokulur, komşularımıza sıçrar, uğraş alanımızın penceresinden kapısından içeri sızar, gelir bir biçimde, bir oranda bize ulaşır.
İşi gücü okumak yazmak olan bir yazı adamı için özel bir korunma yolu yoktur dil kirlenmesinden. Sık sık yıkanmak, Türkçe’de yıkanmak sanırım tek çıkış yoludur. Gazeteler, televizyon kanalları, gündelik yaşamın çözdüğü düzgün dil kullanımları, giderek sözümona “meslektaş”larımın bozuk, savruk, yanlış, kısacası kirli “yapıt”ları, bir noktadan sonra, arınmayı zorunluluk katına çıkarır.
Bu eşikte, kitaplığımın raflarından hemen hep aynı kitapları çekip çıkarıyorum ben. Dıranas’ın “Şiirler”inden, Oktay Rifat’ın “Yeni Şiirler”inden parçalar okuyorum önce. Ardından, Vüsat O. Bener’in “Dost”undan, Tahsin Yücel’in “Ben Ve Öteki”sinden birer ikişer öykü seçiyorum. Gecenin sonunu, Hikmet Birand’ın “Alıç Ağacı İle Sohbetler”inden, Nermi Uygur’un “Bunalımdan Yaşama Kültürü”nden bölümlerle getiriyorum. O kitaplar yerine, bazan Ataç’ın, Bilge Karasu’nun yapıtlarını, Dağlarca’nın ya da Karacaoğlan’ın şiirlerini yeğlediğim de oluyor.
İlle de doğru, iyi, güzel Türkçe sağlamıyor bana arınma duygusunu. Kimi zamanlar, Akşit Göktürk’ün deyişiyle “çetin metin”lere başvurduğum oluyor, üstüme başıma bulaştığını gördüğüm kolaycılıktan sıyrılmak amacıyla: O vakit Leylâ Erbil’le, Ece Ayhan’a doğru sapıyorum.
Bana öyle geliyor ki, Türkçe gibi kirletilme oranı yüksek bir dili kuşatan ortama mesafeli durmak için, belli sıklıklarla, bizi arındırdığını, yıkadığını gördüğümüz metinlere yönelmemiz yabana atılacak bir çözüm yolu değil — şüphesiz, hepimizin aynı metinleri seçmesi gerekmez: Kimileri Melih Cevdet, Oktay Akbal, Salâh Birsel okuyarak arındırır kendini, kimileri de Tanpınar’a, Cemil Meriç’e, Cahit Zarifoğlu’na yönelmeyi yeğleyebilir.
Türkçe ile yıkanmak, kişinin usul usul tıkanan ciğerlerini açmasından öte bir davranış sayılmamalı. ‘Sağlıklı yaşam’ parolası gitgide yerleşiklik kazanır oldu; pek çok kişi beslenmesine özen gösteriyor, gövdesini diri tutmak için spor yapıyor, vitamin alıyor: Zihin ve duyarlık, dil ve ifade sağlığı daha az önemlidir, denilebilir mi?
Hor kullanılan gövde bir eşikte pes eder. Hor kullanılan Dil nasıl, neden ayak diresin?
Enis Batur