A
arayış
Kullanıcı
Meşrutiyet inkılâbından sonra, 1910 yılının soğuk bir kış günü… İstanbul’da dönemin soylu ailelerinden birine mensup yaşlıca bir kadın, sahaflar çarşısında, itimat ettiği bir dostundan kitaptan anladığını duyduğu Sahaf Burhan Bey’i aramaktadır. Kendine miras kalan el yazması bir kitabı, ihtiyacı dolayısıyla satacaktır. Kadın kitabın ne olduğunu bilmiyordur; ama çok kıymetli bir eser olduğunu tahmin etmektedir ve kitabın kadir kıymet bilen insanların eline geçmesini arzulamaktadır. Buna rağmen kadının elleri titrer kitabı verirken, sanki bir şeyler kopmuştur içinden… Sahaf Burhan Bey kitabı biraz inceler ve eserin değerli olabileceğini düşünür. 30 altın lira eder miydi acaba? Ederse de bu parayı ancak resmî makamlar verebilirdi. Hemen devrin Milli Eğitim Bakanlığı’nın yolunu tutar. Ama dükkânına hayal kırıklığı içinde dönecektir, çünkü Maarif Vekaleti ‘‘ne olduğu belli olmayan bir kitaba’’ avuç dolusu para ödemeyi düşünmemektedir. Bu durum kitabın sahibi yaşlı kadını üzer. Kadın; ‘‘Hiç değilse kitabı hem ehîl hem emin birine bıraktım.’’ diyerek teselli olur.
Ali Emiri Bey Anadolu ve Rumeli’de çeşitli şehirlerde maliye memurluğu ve müfettişliği yapmış, kitaplara çok meraklı, nerede değerli bir kitap olduğunu duysa her türlü fedakârlığı göze alıp o eseri elde etmeye çalışan bir kitap dostu ve ilim adamıdır. Âdeti üzere, haftada bir iki defa sahafları yoklamaktadır. Ali Emiri Bey’in hayatını değiştirecek kitapla karşılaşması işte o seyahatlerden birinde gerçekleşir. Ali Emiri; Burhan Bey’in dükkânında karşısına çıkan kitabı inceledikçe gözlerine inanamaz, ne olur ne olamaz diye Burhan Bey’i dükkâna kilitler ve parayı denkleştirmek için dışarıya fırlar. Eve kadar sabredemez, yolda rastladığı dostlarından parayı tamamlayıp dükkâna döner. Kitabın 30 altın lira değil, 30 bin altın lira değerinde olduğunu düşünmektedir. Ali Emiri hemen çok sevgili dostu Kilisli Rıfat Bey’i bulur ve onunla kitabı incelemek için üç gün üç gece eve kapanırlar. İki dost yemek dahi yemeden, sadece namaz kılmak için ara vererek ve durmadan çalışarak incelemelerini tamamlar. Rivayet olunur ki, bu esnada Ziya Gökalp gelip eseri incelemek ister, onunla bile görüşmezler. Ali Emiri Bey artık muradına ermiştir. Böyle eşsiz bir eserin İslâm dünyasına kazandırılmasında kendini vesile yaptığı için Allah’a hamd eder ve iki rekât şükür namazı kılar.
Ortaya çıkış serencamesini anlattığımız bu kitap, varlığı 15. asır Türk âlimlerinden Ayıntablı Ayni ve kardeşi Şehabettin Ahmet ile 17. asrın büyük âlimi Kâtip Çelebi tarafından haber verilen, Şamlı Mehmet Bin Ebu Bekir’in, 1266’da Kaşgarlı Mahmut’un el yazısıyla yazdığı asıl nüshadan kopya ettiği, dünya üzerinde şu anda tek örneği bulunan ve Türkçenin ilk sözlüğü kabul edilen Divân-ı Lûgati’t-Türk’tür.
Kaşgarlı Mahmut’un 11. yüzyılın ikinci yarısında Karahanlılar devrinde yaşamış, asker kökenli yüksek bir aileye mensup önemli bir şahsiyet olduğu tahmin edilmektedir. Kaşgarlı Mahmut, Türklerin yaşadıkları birçok yeri dolaşmış, Türk kavimlerinin dil, tarih, destan ve efsanelerini öğrenmiştir. Türkçe hakkında derin ve geniş bilgisi olan Kaşgarlı, Arapçaya da vâkıftır. Kaşgarlı Mahmut’un kim olduğu, nasıl çalıştığı ve eseri niçin yazdığı kitabın başında şöyle açıklanmaktadır: ‘‘Kendim, Türklerin en fasih konuşanlarından, en açık anlatanlarından, en doğru anlayanlarından, soy sopça en ileri bulunanlardan, en iyi kargı kullanan savaşçılardan olarak Türklerin hemen bütün beldelerini boydan boya dolaştım. Türk’ün, Türkmen’in, Oğuz’un, Cigil’in Yağma’nın, Kırgız’ın dillerini, kafiyelerini öğrenip bunlardan faydalandım. Bu kitabı, böyle uzun bir çalışmadan sonra belli bir tertip içinde ve beliğ bir üslûpla yazdım. Adımı dünyanın sonuna kadar yâd ettirmek ve Âhiret’te sonsuz nimet kazanmak için Allah’tan yardım dileyerek yazdığım bu kitaba Divân-ı Lûgati’t-Türk adını koydum.’’
Divân-ı Lûgati’t-Türk, Türkçenin ilk lûgati ve dil bilgisi kitabıdır. Eser, Araplara Türkçeyi öğretmek ve Türkçenin Arapça kadar zengin bir dil olduğunu göstermek gâyesiyle kaleme alınmıştır. 1072-1074 arasında Bağdat’ta tamamlanmış olan eser Abbasi Halifesi Muktedi Billah’a sunulmuştur. Yaklaşık 7.500 Türkçe kelimeyi ihtiva eden eserde, dünyanın yuvarlak olduğunu gösteren, Türk dünyası ve komşularının da yer aldığı bir harita da bulunmaktadır. Bizans’tan Çin’e kadar uzanan Türk boylarının zengin dil hazinelerinin yanında, tarih, folklor, edebiyat, coğrafya, destan ve efsanelere ait bilgiler de kitabın muhtevasını zenginleştirmektedir. Kaşgarlı Mahmut’un varlıkla dil arasındaki bağlantının hayatiyetini yüzyıllar öncesinden anlamış olması ve bunu güzel bir şekilde anlatması hayranlık uyandırıcıdır. Kitap, en eski halk edebiyatı ürünlerimizin, tarihî ve kültürel değerlerimizin günümüze ulaşmasını sağladığından, bununla birlikte çağının ilk ve en önemli örneği olduğundan medeniyetimizin eşsiz eserlerinden biri kabul edilir.
Ali Emiri Bey Anadolu ve Rumeli’de çeşitli şehirlerde maliye memurluğu ve müfettişliği yapmış, kitaplara çok meraklı, nerede değerli bir kitap olduğunu duysa her türlü fedakârlığı göze alıp o eseri elde etmeye çalışan bir kitap dostu ve ilim adamıdır. Âdeti üzere, haftada bir iki defa sahafları yoklamaktadır. Ali Emiri Bey’in hayatını değiştirecek kitapla karşılaşması işte o seyahatlerden birinde gerçekleşir. Ali Emiri; Burhan Bey’in dükkânında karşısına çıkan kitabı inceledikçe gözlerine inanamaz, ne olur ne olamaz diye Burhan Bey’i dükkâna kilitler ve parayı denkleştirmek için dışarıya fırlar. Eve kadar sabredemez, yolda rastladığı dostlarından parayı tamamlayıp dükkâna döner. Kitabın 30 altın lira değil, 30 bin altın lira değerinde olduğunu düşünmektedir. Ali Emiri hemen çok sevgili dostu Kilisli Rıfat Bey’i bulur ve onunla kitabı incelemek için üç gün üç gece eve kapanırlar. İki dost yemek dahi yemeden, sadece namaz kılmak için ara vererek ve durmadan çalışarak incelemelerini tamamlar. Rivayet olunur ki, bu esnada Ziya Gökalp gelip eseri incelemek ister, onunla bile görüşmezler. Ali Emiri Bey artık muradına ermiştir. Böyle eşsiz bir eserin İslâm dünyasına kazandırılmasında kendini vesile yaptığı için Allah’a hamd eder ve iki rekât şükür namazı kılar.
Ortaya çıkış serencamesini anlattığımız bu kitap, varlığı 15. asır Türk âlimlerinden Ayıntablı Ayni ve kardeşi Şehabettin Ahmet ile 17. asrın büyük âlimi Kâtip Çelebi tarafından haber verilen, Şamlı Mehmet Bin Ebu Bekir’in, 1266’da Kaşgarlı Mahmut’un el yazısıyla yazdığı asıl nüshadan kopya ettiği, dünya üzerinde şu anda tek örneği bulunan ve Türkçenin ilk sözlüğü kabul edilen Divân-ı Lûgati’t-Türk’tür.
Kaşgarlı Mahmut’un 11. yüzyılın ikinci yarısında Karahanlılar devrinde yaşamış, asker kökenli yüksek bir aileye mensup önemli bir şahsiyet olduğu tahmin edilmektedir. Kaşgarlı Mahmut, Türklerin yaşadıkları birçok yeri dolaşmış, Türk kavimlerinin dil, tarih, destan ve efsanelerini öğrenmiştir. Türkçe hakkında derin ve geniş bilgisi olan Kaşgarlı, Arapçaya da vâkıftır. Kaşgarlı Mahmut’un kim olduğu, nasıl çalıştığı ve eseri niçin yazdığı kitabın başında şöyle açıklanmaktadır: ‘‘Kendim, Türklerin en fasih konuşanlarından, en açık anlatanlarından, en doğru anlayanlarından, soy sopça en ileri bulunanlardan, en iyi kargı kullanan savaşçılardan olarak Türklerin hemen bütün beldelerini boydan boya dolaştım. Türk’ün, Türkmen’in, Oğuz’un, Cigil’in Yağma’nın, Kırgız’ın dillerini, kafiyelerini öğrenip bunlardan faydalandım. Bu kitabı, böyle uzun bir çalışmadan sonra belli bir tertip içinde ve beliğ bir üslûpla yazdım. Adımı dünyanın sonuna kadar yâd ettirmek ve Âhiret’te sonsuz nimet kazanmak için Allah’tan yardım dileyerek yazdığım bu kitaba Divân-ı Lûgati’t-Türk adını koydum.’’
Divân-ı Lûgati’t-Türk, Türkçenin ilk lûgati ve dil bilgisi kitabıdır. Eser, Araplara Türkçeyi öğretmek ve Türkçenin Arapça kadar zengin bir dil olduğunu göstermek gâyesiyle kaleme alınmıştır. 1072-1074 arasında Bağdat’ta tamamlanmış olan eser Abbasi Halifesi Muktedi Billah’a sunulmuştur. Yaklaşık 7.500 Türkçe kelimeyi ihtiva eden eserde, dünyanın yuvarlak olduğunu gösteren, Türk dünyası ve komşularının da yer aldığı bir harita da bulunmaktadır. Bizans’tan Çin’e kadar uzanan Türk boylarının zengin dil hazinelerinin yanında, tarih, folklor, edebiyat, coğrafya, destan ve efsanelere ait bilgiler de kitabın muhtevasını zenginleştirmektedir. Kaşgarlı Mahmut’un varlıkla dil arasındaki bağlantının hayatiyetini yüzyıllar öncesinden anlamış olması ve bunu güzel bir şekilde anlatması hayranlık uyandırıcıdır. Kitap, en eski halk edebiyatı ürünlerimizin, tarihî ve kültürel değerlerimizin günümüze ulaşmasını sağladığından, bununla birlikte çağının ilk ve en önemli örneği olduğundan medeniyetimizin eşsiz eserlerinden biri kabul edilir.